7 Mayıs 1824’te Viyana yıkılıyordu. 12 yıldır ortalarda görünmeyen Ludwig van Beethoven’in yeni bir eseri halka buluşacaktı. Kärntnertor Tiyatrosu tıklım tıkıştı. Artık tamamen sağır olan zamanın en büyük bestecisi, acaba sahnede yerini alacak mıydı…
Dakikalar ilerliyor ve Viyana ahalisinin meraklı bakışları arasında dahi bir anda görünüyordu. Michael Umlauf orkestrayı yönetmek için yerini alırken, seyircilere sırtını dönen müzik tarihinin büyük kilometre taşı elindeki nota defterinden duyamadığı başyapıtını parmakla takip ediyordu…
Aslında her şey Friedrich Schiller’in 1785’te Ode an die Freude’yi (Neşeye Övgü) yazmasıyla başlamıştı. 1790’ların başından itibaren bu şiiri bestelemek isteyen dahi, 1820’lerin ortasında amacına ulaşmıştı. Koral Fantezi ile ayrı bir dünyanın kapısını aralayan Beethoven, Dokuzuncu Senfoni ile noktayı koymuştu.
Zamanın iki harika sesi Henriette Sontag ve Caroline Unger’in solist olduğu gala harika geçmişti. Son notayla beraber bir alkış tufanı koparken, dahi eserini yönetmeye devam ediyordu. Durumu fark eden Unger, soluğu bestecinin yanında alıyor ve onu seyirciye doğru döndürüyordu. Ayaktaydı onlarca insan. Mendiller sallanıyor, şapkalar çıkarılıyordu. Bütün güçleriyle alkışlayan insanların elleri kızaradursun, o selamını veriyordu.
Bugün Avrupa Birliği’nin Marşı olan senfoninin koral bölümü, 1956-1964 yılları arasında Olimpiyatlara tek bayrak altında katılan iki Almanya’nın da marşı olmuştu. Duvarın ayırdıklarını birleştiren unsurun, duvarın yıkılışı şerefine 1989 Noeli’nde Bernstein yönetiminde seslendirilmesi ve bu sefer sözlerle oynanıp övgünün özgürlüğe yapılması pek manidar olsa gerek, tıpkı bağımsızlığı ilan ettiği 17 Şubat 2008’de milli marşı olmayan Kosova’nın yine ona sarıldığı gibi.
Kardeşliğin sembolüne dair son sözü başka bir ustaya bırakalım. Bakunin’in de dediği gibi her şey geçip gider, dünya yok olur ancak Dokuzuncu Senfoni payidar kalacaktır.
O günü unutanınız var mı? Geçen yıl Wouter Weylandt, Giro’nun üçüncü etabında trajik bir kaza sonrası aramızdan ayrılmıştı. Sözü Sarper Günsal’a bırakalım:1
“Bisiklete binerken düşmüş cümlesi, çoğunlukla dizi kanamış çocuklar içindir. Huzur ve neşe dolu bir aktivitenin ölüme neden olabileceğini fark etmek, güven ve eğlence kavramlarının şirazesini bozuyor. Senna’nın ölümü de beni çok sersemletmişti ama “tehlike” yarış arabası denen şeyin ayrılmaz bir parçası. Halbuki, bisiklet, çocukluğu, masumiyeti, yaz mevsimini düşündürür. Hediyedir bisiklet. Pislet üstünde risk en fazla gidonu bırakmaktır yahu. Ölüm nereden çıkıyor?
Genç, hayat dolu, sağlıklı birinin ölümü iki kapı açıyor içimde. İlki, yaşamın anlamsız, kıymetsiz, katma değer içermediği duygusu. Diğeri de, güneşli bir bahar günü, bir yokuştan bisikletle uçarcasına inerkenki coşku ve mutluluk için, yaşamın çok pahalı bir bedel olmadığını fark etmenin şaşkınlığı… Önce ilk kapı, sonra diğeri sırayla açılıp kapanıyor önümde. Aradan Tom, Fabio, Andrei, Isaac ve Wouters gözüküyorlar.”
Bugün İtalya Bisiklet Turu’nun üçüncü etabı koşulacak. Öncesinde Wouter Weylandt’a, WW108’e bir saygı duruşu olacak. İtalyanların dediği gibi “Şampiyonlar asla ölmez…”
Amerikalı bisikletçi Tyler Farrar ve Belçikalı Iljo Keisse, en yakın arkadaşlarını uğurlarken:
Belçikalı ismin vefatından sonraki etapta peloton’un unutulmaz vedası:
normal sezon ödülleri birer birer açıklanmaya başladı ve en çok gelişme kaydeden oyuncu, orlando’dan ryan anderson oldu.
rakamlara bakarsak, carter takasıyla new jersey’den orlando’ya geldiğinden beri, ryan anderson’ın saha içinde yaptığı üretim aslında hiç değişmedi. elbette takım içindeki rolü ve buna bağlı olarak aldığı süre arttı. 2010’da 14.5, 2011’de 22.3 ve bu sezon da 32.2 dakika sahada kaldı. aşağıda son üç sezonda anderson’ın sahada kaldığı dakika başına yaptığı üretim var.
2010 – 0.54 pts – 0.22 reb – 0.09 fta1 – 0.43 fga2 – %43.6 fg3 – %37 3fg4
2011 – 0.48 pts – 0.25 reb – 0.08 fta – 0.37 fga – %43.1 fg – %39.3 3fg
2012 – 0.50 pts – 0.24 reb – 0.09 fta – 0.39 fga – %43.9 fg – %39.3 3fg
görüldüğü üzere anderson’ın artan süresine -takdir toplayan istatistiklerinde- verdiği tepki oldukça istikrarlı, hatta kabaca lineer bile diyebiliriz. diğer ödüllere kıyasla en çok gelişme kaydeden oyuncu ödüllerinin her zaman daha fazla talibi olur. o yüzden doğal olarak yapılan her seçimin kendine has argümanları da vardır ve hepsi kendine göre haklıdır. daha uzun sürelerde aynı rakamları yapmak da hiç kolay değildir aslında, o yüzden anderson’ın hakkını vermek gerek. ama ne yalan söyleyeyim, orlando’nun uzun rotasyonunun yanına şu rakamları koyunca ve anderson’ın şu ana kadar playoff’ta hiç ortalarda gözükmemesini ekleyince, bu ödül bu sezon çok özel gelmedi bana. yine de ödülün yanına, indiana’ya karşı bir – iki iyi playoff maçı ekleyebilirse, yazın kontratı bittiğinde faydasını görecektir.
Geyim demiş, ortalığı karıştırmıştı. Bir gün ondan gelen haber, gözleri yaşartmıştı…
Futbol tarihinde bir ilkti Justin Fashanu.1 Zamanında ailesinin bile sahip çıkmadığı forvet için yeğeni yıllar sonra belgesel hazırlayacaktı…
Everton karşısında engel olunamayan geri dönüş her şeyi değiştirdi. Sky’ın istediği de tam olarak buydu, başkaları gibi statüyle oynamalarına gerek kalmadan doğal bir Süper Final kucaklarına düşmüştü. Daha önce bu denli gazladıkları sezon finallerinin tamamı, ‘dağ fare doğurdu’ dedirtmekten öteye gidemeyecekti. Bunlara bir yenisinin eklenmesini ummaktan fazlası gelmiyor elimden, bünyeyi hazırlamaya çalışıyorum.
Bu sezon United’ın 3-2 ile tur atladığı FA Cup mücadelesinin tünel çekimleri. Ferguson ve Mancini’nin paylaştıkları özel an, United onbirini sarıp sarmalayan 6-1 gerginliği, Scholes’un geri dönüşü. Sonra portreler… Agent Evra. Zabaleta, bir güzel insan. Kompany, bir asi. Foy, bir Premier League hakemi. Nani, bir orienteering faciası. Ve Balotelli. Ve bir sürü başka yan hikaye.
Yine de United-City tünelinden bahsediyorsak, bir süre daha zihinleri çarpan bu aşağıdaki olacak…
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane