Skip to content

Belgrad Notları #3

– Sabahleyin “kıvançla okumak” için gazete alayım diye kioska gittim, vırşla’yla çıktım. Sonra “ben n’apmaya gelmiştim…” oluyor.

– Gündüzleri, eğer yağmur çamur da yoksa tüm şehri yürümek en güzeli. Hem yürürken kulağınızda Arizona Dream de çalıyor default olarak. Ha bir de gündüz otobüs ve troleybüslere kart okutuyorsunuz, akşam 7’den sonra kimse kontrol etmiyor. Ondan.

– Beşiktaş’ın kurası vardı EHF son 16 turu için. Hyatt Hotel’e gidip kurayı çektik. Güzel kura oldu. Hyatt Hotel’in en güzel özelliğiyse bu gece Partizanlarla oynayan Rubin Kazan ve Barcelona Regal’in orada kalıyor olmasıydı. Navarro’nun suratındaki “akşam sikmeseler bari” ifadesine gülmedim değil.

– Kuradan sonraki en büyük hedefim cevabi’ydi. Sade etten köfte, tereyağıyla ıslatılmış pidenin içine konuyor, üstüne küp soğan ve “kajmakum” dedikleri tuzlu kaymaktan atıyorlar. Beyler cevabi… Üçüncü günün asıl olayı Partizan-Barcelona Regal maçıydı ama cevabi rol çaldı. Hazmederken haz aldım. O derece.

– Partizan-Barcelona maçı için Pionir’e gitmem lazım, ancak nasıl gideceğimi bilmiyorum. Normalde her yere yürüyorum 3 gündür ama akşam olmuş, -2 dereceye düşmüş, otobüse falan bineyim dedim. Kızın tekine sordum nasıl giderim diye, benimle gel dedi, atladık tramvaya. Nereli olduğumu sordu, “Türk” dedim, “Süleyman” dedi. Türkçe olarak “başlayacağım Süleyman’ınıza ama” dedim, bu sefer bütün tramvay bize döndü. Kız da “Süleyman dedin, herkes onu konuşmaya başladı” dedi. Başlayacağım Süleyman’a ama…

– Pionir’i öyle bir yere yapmışlar ki, 2 durak geç indim, az kalsın götümü kesiyorlardı. Köprü altı, çingeneler top oynuyor. Kapadım kafayı hızlı hızlı yürüdüm. İşin kötüsü nereye yürüyeceğim onu da bilmiyorum.

– Önce Pionir’i, sonra basın girişini buldum. Attığım akreditasyon mailine 2 gün önce “lütfen eşya getirmeyin ve kalabalık, sert bir kitleye hazırlıklı olun” diye cevap atan Sonja’yı buldum. Kız “İspanyolca biliyorsanız sakın konuşmayın” dedi, sonra “keşke kırmızı kazak giymeseydiniz, neyse sorun olursa basın kartını gösterirsiniz” dedi, sonra kartımı verdi. 2 saat kala içeri girdim.

– Basın tribününü tamamen İspanyol gazetecilere ve NBA gözlemcilerine ayırmışlardı. Yanlışım yoksa 7 takımın gözlemcisi gelmiş Partizanlı gençler için. Oklahoma, Utah, Clippers ve San Antonio hatırladıklarım arasında.

– Seyircilerin arasında seyrettim, çok iyi de oldu çok güzel iyi oldu. Biraz düşme, biraz boğulma biraz da ölüm tehlikesi atlatıp, bolca sevinç dirseği ve yumruğu yedim, sigaradan genzim, çığlıklardan da kulaklarım acıdı ama değdi. Atmosferi anlatmaya gücüm yetmez, o derece. Tahayyül edin diye şeyapayım, maç başlamadan bir buçuk saat önce şöyleydi ortam. Maç sırasında hiçbir şey çekemedim, zira tribünce zıplıyorduk. Birkaç vidyo var evladiyelik.

– Ante Tomiç açma germe yaparken tribünlere dönüp “belini ısıttı”. O ara düşüp ölmediysem daha da bir şey olmaz.

– Sırpça tam tezahürat dili. “Şanlı bir tarihin var, büyüksün sen benuğa” deseler bile korkup kaçarsın. Müthiş.

– Maça yazık oldu. Uzatmada kaybettik. Evet biz kaybettik. Basın girişinden girip Güney Karteli ile çıktım. Artık bir Partizani’yim.

– Dönüşte kar başladı, ardından ara sokakta McDonald’s’ı gördüm. Daha güzel bir şey olabilemezdi. Malum her ülkenin kendine has sandviçi var, mutlaka denemek lazım. Çin’de ahtapot gibi bir şeyin burgeri vardı misal. Sırpların da “Planinski Sendviç”i var. Soğanlı ekmek, içinde kajmak, hardal, soğan, tavuk burger, pastırma ve köfte var. Büyük bomba.

– Kilo alıp döneceğiz herhalde…