Skip to content

Asrın En Artistik Suçu

7 Ağustos 1974’te New York bambaşka bir güne uyanıyordu. Sabah saatlerinde İkiz Kuleler civarından geçenler gözlerine inanamıyordu. Delinin biri gökyüzünde yürüyordu…

Yine başka bir ağustosta doğan Philippe Petit, 16’sında başlamıştı ip üstünde dans etmeye. Okullarda dikiş tutturamayan delikanlı, kısa sürede tellerde sayısız numara geliştiriyordu. Bisiklete binebiliyor, taklalar atabiliyordu.

Kafayı giderek yüksek binalara takan cambaz, Notre Dame’dan Sidney Liman Köprüsü’ne önemli yapıları fethetmişti. Bir gün dişçide beklerken, karıştırdığı bir dergide haberini gördüğü Dünya Ticaret Merkezi projesi onu adeta büyülemişti. Yıllarca hayatının olayını planlamış, defalarca yerinde keşif yapmış, hatta inşaat devam ederken helikopterle İkiz Kuleler’in üzerinde tur atmıştı.

Arkadaşları ve işbirlikçileriyle birlikte bina güvenliğini aşmak zorundaydı Petit. Üzerinde yürüyeceği halatı ve onu germek için gerekli ekipmanı kulelere sokmak, belki de işin basit tarafıydı. Kulelerin sallanma oranı ve rüzgârın gücü hesaplanmalı, tel ona göre gerilmeliydi.

6 Ağustos gecesini binada geçiren Petit, ertesi sabah çılgınlığa başlıyordu. Saat 07.15’te yerden 411 metre yükseklikte, iki bina arasında çekilen 200 kiloluk çelik kablonun üstünde yürümeye başlayan akrobat, sekiz metre uzunluğundaki 25 kiloluk çubuğuyla dengesini sağlıyordu. Emniyet kuvvetleri olay yerine gelse de çaresiz 45 dakika boyunca ip üstünde gidip gelen sanatçıyı izliyordu. Polis telsizinde yankılanan “Man on Wire” (Teldeki Adam) tanımı, James Marsh’ın 2008’de çekeceği ve Sundance, Oscar, BAFTA’dan ödülleri toplayacak belgesel filmin adı olmuştu.

Gösterisi bittikten sonra anında elleri kelepçelenen akrobat, tüm dünyada manşetleri süslemişti. O güne kadar pek tutulmayan İkiz Kuleler, hafiften sevilmeye başlamıştı. Kimilerine göre yüzyılın en artistik suçunu işleyen teldeki adama gelince… Yıldızlar arasında yürüyen adam böylece yıldızlar arasına girerken, en yakınındakileri çabucak unutmuştu.