Skip to content

Sırça

kadın mükemmelleştirdi,
ölümünü

bedeni giyinir zaferin gülümsemesini,
bir grek zorunluluğunun yanılsamasını

akar harmanisinin kıvrımlarından,
çıplaklığı

ayakları şöyle der gibiydi;
çok uzaklara geldik, her şey bitti.

her ölü çocuk kıvrıldı kaldı, beyaz bir yılan,
her küçük

süt ibriği, şimdi boş.
geri boşalttı kadın hepsini bedeninin derinlerine

taç yaprakları gibi
kendini kapayan bir gülün

gece çiçeklerinin tatlı, derin soluğuyla
koyulaşırken ve kokularla kanarken bahçe.

ay yukarda öyle gamsız ki,
kadının kemiklerinin örtüsünden gözünü ayırmayan.

o böyle şeylere zaten alışıktı,
sadece karanlıkları ayrışır ve sürüklenir.

plath-hughes

Tam 50 yıl önceydi. Bir işçinin yardımıyla Londra’da çalıştığı eve girebilen bir hemşire, işverenini mutfakta cansız buluyordu, kafası fırının içinde.

Mezartaşında “alevlerin ortasında nilüfer bile yetişebilir” yazan Sylvia Plath, kronik depresifti. Hayatının aşkı, bir manada da celladı Ted Hughes ile tanışmadan önce de iki kere intihara kalkışmışlığı vardı. Fakat hep teşebbüs aşamasında kalmış, eylemini mükemmelleştirememişti.

İlişkisinde giderek girdaba sürüklenen dahi şair, dizeleriyle yaşama tutunuyordu. Arkadaşı doktor John Horder’ın yazdığı reçeteler de fayda etmiyordu. 1963’ün başında Victoria Lucas nam-ı müstearıyla tek romanı olan Sırça Fanus’u yayınlayan Plath, noktayı koyuyordu: “Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkanıp kalmış biri için, dünyanın kendisi kötü bir düştür.”

Birkaç hafta sonra hayatına noktayı koyan yazar, çocuklarının zarar görmemesi için gerekli tedbirleri almış, kafasını fırının içine yerleştirmişti. Kimileri aslında ölmek istemediğini iddia etse de üçüncü denemesinde başarıya ulaşmıştı. Hughes’un Sylvia’yı aldattığı Assia Wevill da altı sene sonra aynı şekilde yaşamını sonlandırmıştı. Yıllar sonra Plath’ın üstüne mezuniyet tezi yazan şair Nilgün Marmara balkondan atlayarak intihar edecek, oğlu Nicolas Hughes da kendisini asacaktı.

Onla başladık, onunla bitirelim, sesinden bir de şiir dinleyelim.