Skip to content

Belgrad Notları #5

– 6-7 saat önce yatarken hiçbir şey yoktu, sabah bir kalktım 10 cm kar. Ama yollar açık. Nasılmış?

– Geldiğimden beri ne alışveriş yaptım ne bir şey. Bir yerden başlamak lazım. Aslında başka ülkeye tatile giden adamdan bir şey bekleme durumunu çok çözebilmiş de değilim. Ha sipariş verilir tabii de, “bak işte, güzel bir şey bulursan al” stresini yüklemek nedir?

– Önce PartizanStore’a gittim. Aslında M-Taha için Red Star Store’u arıyordum ama olsun. Tişörtüdür, beresidir, atkısıdır aldım topladım. Kasadaki çocuğa “ya ben bir de Red Star Store’u arıyorum, o nerede” diye salak bir soru sordum. Doğal olarak mal mal baktı ve “e bunları aldın, orayı n’apacaksın” dedi. Anlattım, geçtim. Red Star Store’a da Partizan torbasıyla girdim, duble epicfail oldu.

– Kalemeydan’ın seyyar satıcıları kapatmamış dükkanı. Magnettir, fincandır buradan alınır dediler, oradan aldım. Satıcı Türk olduğumu, İstanbul’dan geldiğimi öğrenince Süleym… Yok yok bu sefer yok öyle bir şey. Kendi İstanbul ziyaretini anlattı. Turun son gününde serbest zamana kalmışlar, sonra rehber gelmiş, “kardeşim gel seni kızların mekanına götüreyim” demiş, götürmüş Laleli’ye. İçmişler etmişler, rehber tuvalete kaçmış, sonra hesap buna kalmış. Hani Discovery’de bir program incelemiş ya bu geyiği. Aynı hikaye işte. İkisi de gerizekalı. Lan insan Laleli’nin yerinden, mekanlardan kıllanır azıcık…

– Kahve içeyim, içim ısınsın diyorum kafeden kafayı bulup çıkıyorum. Türk kahvesini fena yapmıyorlar, o yüzden kafeler zaten 1 puan cepte başlıyor. E bir de kahvenin yanında rakija, rom, bourbon neyin getiriyorlar… Flawless victory.

– İyi güzel de, hava 4’e gelmeden kararıyor. O kadar da demedik. Ben zaten akşam yemeğini 6’da yemeye alışmış adamım, zaten burada da dengem bozuldu “gez-onun tadına bak-gez-yürü-bir şeyler atıştır” olayından dolayı, 4’te de hava kararınca iyice tuhaf oldum.

– Belgrad’da kaçta, ne yerseniz yiyin, gidin Restoran Lovac’ta yiyin. Twitter’ın gurmanlarından biri olarak ilan ettiğim bir kullanıcıdan aldığım tavsiyeyle gittim Lovac’a. Av restoranı, hem de bayağı eski. Normalde böyle bir restoranın fiyatlarının inanılmaz pahalı olmasını beklersiniz sırf dışarıdan baktığınızda bile. Ama öyle değil. Gerçi yediklerimden sonra “cüzdanı bırak birader” deseler “abi şu yol parasını alayım, buyrun” derdim.

– Önce 4 çeşit ekmek geldi. Bayağı sıcak ve lezzetli ekmekler. Net söyleyeyim, ekmek işini bizden iyi yapıyorlar. Diğer konularda hala Türk mutfağını tercih ederim ama en boktan büfenin ekmeği bile muazzam. Sonra parmesanlı roka salatası geldi. Rokayı ince ince doğramışlar, bol zeytinyağı, bol nar ekşisi ve parmesan. Rokanın bütün acılığını almış parmesan, büyük güzellik katmış. Bundan sonra net böyle yerim ben rokayı. Zaten başka türlü yiyemiyorum. Sonra başlangıç geldi, aslında kendisi bir ana yemek, ancak bundan haberi yok. Yabangeyiği güveç. Yanında patatesi, havucu var, içindeki sos hardal ve “kajmak” karışımı. Lokum olmuş içindeki her şey. Muazzam. Ha bu arada ev yapımı biralar gidip geliyor ha, getir demiyorsun. Sonra av sosisi geldi. Zaten kokusunu alınca kendimi bıraktım ben bir… Gerçi bu ara sıcak olsaydı, öteki ana yemek olsaydı daha mantıklı olurdu gibi geliyor ama karıştırmayayım. Tam her şey bitti, kemeri gevşeteceğim, garson gelip “bugüne özel kekimiz var, kahve de ikramımız, yin mi?” dedi. “Brrp… Ok” dedim. Şu geldi. Bu da bitti ve ben “anaaaam” diyerek kendimi geriye attım. Mide fesadına ramak kala hesabı istedim. Şu yediklerim Türkiye’de, hadi İstanbul diyelim, en az 60-70 tutardı. 3 bardak 70’lik birayı da katın hesaba. 32 lira ödedim çıktım. Parasında değilim ama içten içe uyuz olmaya başladım heriflere…

– Geceyi tavsiye üzerine Mr. Stefan Braun adlı barda bitirmeye karar verdim. Lan arıyorum arıyorum yok, soruyorum, şuradan sağ diyorlar, sağa dönüyorum apartman çıkıyor, iş hanı gibi bi’ şey çıkıyor. “Bu kadar meşhur bir yerin böyle bir yerde olmasına imkan yok”  falan diye söylenirken acayip bi’ tip geldi, Sırpça bi’ şeyler söyledi. Dedim Sırpça yok. Dedi “aa turist misin, tam gece yarısı açıyoruz barı”. Bayağı afalladım. O konuşma sırasında şuradayız çünkü. “Baba” dedim “tam olarak nereyi açıyorsunuz?” O soldaki camlı kapıyı gösterdi. Oradan giriyorsunuz, asansörler birkaç kat çıkıyorsunuz, gece kulübüne giriyorsunuz. Gece kulübü bayağı iyi de, girişi bildiğin Doğubank…

– İyi iyi, kar da gördük.