Skip to content

Bir Güz Öğleden Sonrası Bresson

befafc1e-f537-4f9e-b2f0-7a85b82fca95

Sinema 1962’de öldü. Sanırım Ekim ayıydı.

Aki Kaurismäki

Firuzağa Kahvesi’nde oturuyorduk. Gözüm masada duran gazetedeki bir habere ilişti, Diyarbakır Suriçi’nin “müze bölge” ilan edildiği yazıyordu. “Görmek lazım oraları da, ziyaret günleri ve saatleri nasıl acaba?” diye düşündüm. Yanında bir haber daha… Nikita Kruşçev, Küba’daki füze üslerini kaldıracaklarını açıklamış. “Vay alçaklar!” dedim içimden. “Dayım bunlar için revizyonist demekte haklı galiba.” Gerçi revizyonist tam olarak ne demekti, onu da bilmiyordum ya, iyi bir şey olmadığını bellemişim.

O sırada arkadaşlarımın sohbeti dikkatimi celbetti. “Göz için olan kulak için olanı tekrarlamamalıdır. Eğer göz tümüyle fethedilmişse, kulağa neredeyse hiçbir şey vermemek lazım” dedi Robert Bresson, Jean Cocteau’ya. Cocteau bu, durur mu, o da hemen yapıştırdı afili bir cevabı tabii: “Çünkü insanın kulağı denizin sesini seven bir kabuklu hayvandır.”

Bresson ise kulaklarıma inanmakta güçlük çeken halimi görmüş olacak ki, “Sen ne düşünüyorsun bu konuda?” deyip beni de sohbete dahil etmeye çalıştı. “Bilmem ki ağbi,” dedim, “benim sağ kulağım biraz tıkanıktır. Geceleri sol tarafıma yattığımda hiçbir şey duymam. Hani derler ya, top atsalar uyanmam. İnsan uyurken hiçbir şey duymamalı bence de. O konuda katılıyorum sana.”

Nedense masada bir sessizlik oldu. “Gözün tümüyle fethedilmesi derken, uyumayı kastediyordun değil mi ağbi?” diye sorma ihtiyacını hissettim. Bresson soruma soruyla cevap verdi: “Film nasıldı sence?” Yasujirô Ozu’nun Bir Güz Öğleden Sonrası filmi hakkındaki görüşlerimi soruyordu Bresson. O gün film gösterime yeni girmiş, öğleden sonra Emek Sineması’na görmeye gitmiştik. “Güzeldi, beğendim” dedim. Hoşuma giden filmler hakkında uzun uzun konuşamamamı hiç beğenmiyordum ama.

Sonra filmden bir replik geldi aklıma, dur dedim, bari bunu söyleyeyim: “Eninde sonunda, hepimiz hayatta yalnızız, tamamen yapayalnız.” O esnada yan masamızda, dediğimi duyan bir çocuk konuyla alakalı olduğunu düşünmüş olsa gerek, Dostoyevski’den bir alıntı yaptı. Arkadaşlarım çocuğa alay eder gibi baktılar, bu bakışları nedense hoşuma gitti. Sonra Bresson bana döndü, “Sahiden güzeldi” dedi.

Birkaç sene sonra Bresson’un, evinden kaçmış bir yük eşeğiyle bir sirk filinin göz göze geldiği filmini seyrettim. Gözün tümüyle fethedilmesinin ne demek olduğunu ilk defa o filmde hissettim. İnsan bir filmi anlamadan önce hissetmeli. Bresson öyle derdi.

Ne Bresson’u ne de Cocteau’yu o günden sonra bir daha gördüm. Cocteau ve Ozu bir sene içerisinde öldüler. Yıllar sonraysa yan masamdaki o çocuğun yaptığı Dostoyevski alıntısına bir filmin afişinde rastladım. Yönetmeni zeki birine benziyordu diye hatırlıyorum.