Canavarıyla meşhur Tazmanya Adası’nın bir de kaplanı var. Aslında sırtındaki çizgileri saymazsanız, kaplana benzemiyor. Yüzü kurdu andırıyor, kuyruğu kanguruyu. Bugün birileri sesini duyadursun, topraklarının flamasında da sahne alan hayvan 80 yıldır resmen yaşamıyor.
7 Eylül 1936’da Avustralya’nın güneyindeki adada bulunan Hobart Hayvanat Bahçesi’nde, bilinen son Tazmanya Kaplanı ölmüştü. 1933’te filme çekilen ve bu 62 saniyelik tarihi kayıtta inanılmaz sevimli gözüken yaratık, 1968’de tartışma yaratıyordu. Frank Darby adındaki bir şahıs, bu hayvanın adının Benjamin olduğunu ileri sürüyor, cinsiyetinin de erkek olduğunu söylüyordu. Darby’nin iddia ettiği gibi Hobart’ta çalışmadığını söyleyen hayvanat bahçesinin yetkilileri, hiçbir zaman 80 sene önce ölen son Tazmanya Kaplanı’na bu adla seslenmediklerini açıklamıştı. Zaten hayvan dişiydi.
Milyonlarca yıldır yeryüzünde yaşayan Tassie’ler, 20-30 kilo ağırlığında, 100-130 santimetre boyundaydı. Upuzun kuyruklarıyla da dikkat çeken etobur keseliler, 19. yüzyılın sonunda keklik gibi avlanıyordu.
Adeta katliam başlamıştı adada. 1888-1909 arasında getirilen her kelleye 1 Sterlin ödeniyordu. Tazmanya Kaplanları’nın sayısı hızla azalıyordu. 1930’da bir çiftçi tarafından vurulan hayvan, doğada yaşayan türünün son örneği olarak tarihe geçmişti. Uzun çabaların sonunda 10 Temmuz 1936’da yasal düzenleme yapıldıysa da iş işten geçmişti, 59 gün sonra Tazmanya Kaplanı tarihten silinmişti.
Tazmanya Kaplanı, bir neslin tükenmiş sayılabilmesi için gereken 50 yıllık sürenin geçmesiyle birlikte, Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği tarafından nesli tükenmiş olarak kabul ediledursun, bazıları hâlâ onların yaşadığına inanıyor. Araştırmalar ısrarla sürdürülürken, bilim insanları eldeki DNA’lardan yola çıkarak türü tekrar diriltmeye uğraşıyor. Avustralya yıllardır pullarını bastırdığı hayvanın yok olduğu günde tehlikedeki türlere karşı farkındalığı artırmaya çalışıyor. Yine de son pişmanlık fayda etmiyor.
Sezonun beşinci haftasına kadar geçen süre, oyunu oynayanlar için en zorlu dönem olabilir.1 İlk iki haftada çok kötü puanlar aldıysanız toparlamak için ilk wildcard hakkını erkenden kullanmak zorunda kalabiliyorsunuz. Yapacağınız aşı tutmazsa da ya erkenden motivasyonu kaybedip bırakanlar kervanına katılıyorsunuz ya da yıl boyunca birer ikişer transferle su alan yerleri tıkamaya çalışmakla uğraşıyorsunuz. Eğer çok yüksek puanlarla başladıysanız da takıma inandığınızdan eliniz yeni hafta öncesi değişiklik yapmaya gitmiyor ve kötü başlayıp istikrarlı devam edecek oyuncuları kaçırabiliyorsunuz. Bu yüzden sezon öncesi ortalama ve güvenli seçimler yapmak en sağlıklı tercih.
Sergio Aguero’ya £13.0 yatırmak ya da £9.0’lık Wayne Rooney dururken ilk kez Premier League’de oynayacak olan Zlatan Ibrahimovic’e £11.5 harcamak opsiyonlarınızı kısıtlayıp sıkıcı bir takım kurmanıza sebep olabilir ama bu hamleler ilk haftaları en azından ortalama puanlarla geçmenizi sağlayacaktır. İlk haftadan sürpriz peşinde koşmaktansa Premier League’i pek bilmeyen 15 yaşında bir çocuğun kuracağı kadrolarla başlayıp transferlerle fark yaratmayı denemek bana daha doğru geliyor. Transfere para harcamaktan çekinmeme prensibim de bunda etkili olabilir. £-4.0 hatta £-8.0 ile başladığım haftalar çok oldu. Güvenmediğim (ya da sakat/cezalı) bir oyuncuyu tutmaktansa, transfer için ödediğim cezayı kapatamayacağını bilsem bile değişiklik yapmayı tercih ediyorum.
Bir diğer kuralım da yıllardır sadece ilk 11’e para harcamaktı. Yedeklerimi çoğu zaman en düşük ücret bandından seçiyordum. Öyle ki süre bulamadığı için £3.8’e düşen defans oyuncuları ya da £4.3’ü gören orta sahalar için transfer hakkımı harcadığım çok oldu.2 Fakat geçen sezon gelen All Out Attack ve Bench Boost kartlarıyla bu taktiği bırakmak zorunda kaldım. Hala yedek kaleciyi minimumda tutmaya çalışıyorum ama benchte en azından çime ayak basacak oyuncular bulunuyor artık. Yine de ilk 11 çıkan ve yedek kalanlar arasında net bir kalite farkı oluyor. Müstesna fikstürler dışında “kimi yedek bırakacağım” sorusu pek zor olmamalı. İki £6.0-7.0 bandında orta sahayı dönüşümlü kullanan ya da ikisini de oynatmak için forvetlerinden birini kenara çekenler görüyorum. Yapmayın.
Mikrofonu eline almanın heyecanıyla yapılan genel girişin ardından bu haftaya özel tercihlere dönebiliriz.
Haftanın bankosu kim?
Takım olarak en yüksek puanı toplayabilmek için en önemli nokta maçı gol yemeden bitirmek olmalı. Bunun yanında bir de birden fazla farklı galibiyet ihtimali varsa banko adaylarına yazabilirsiniz o takımı.
Hull City’nin ilk iki hafta, Burnley’nin de geçen haftaya yaptığı ters köşeden sonra onların karşısındaki ata oynamak garip olacak ama bu iki maddeye en çok uyan iki takım Manchester United ve Chelsea gibi görünüyor bana.
Hull City önümüzdeki beş hafta içinde ManU, Arsenal, Liverpool ve Chelsea ile oynayacak. Sezona ters ayakta yakalanan kaleci gibi girmişken çözülmeleri çok uzun sürmez ve bu hafta başlar diye düşünüyorum. Jose Mourinho ile hayata dönmüş görünen Marouane Fellaini ve Southampton karşısında teklemeden başlayan Paul Pogba, ManU’ı korktuğumdan daha iyi gösteriyor. Hem savunmacılarına hem de ön oyunculara güvenilecek bir fikstür onlar için.
Bunlara ek olarak, ilk iki haftada kalesinde en çok şut gören iki takım da Burnley ve Hull City. Sürpriz galibiyetleri olabilir ama bunu istisnai bir oyunla yaptıkları söylenemez. Evinde perdeyi erken açacak bir Eden Hazard ile Chelsea de takılmadan geçebilir.
Sürpriz denemek isteyenler de geçen hafta dörtlü savunmaya geri dönen Everton oyuncularına güvenebilir. Evlerinde Stoke City ile oynayacaklar.
Sezona “Pep Guardiola’nın askerleriyiz!” mottosuyla başlayan FPL oyuncuları da tercihlerinden şaşmayabilir ama Slaven Bilic araya bir tane sıkıştırır, moral bozar.
Kaptan kim olacak?
Bu haftalarda, üçer golle başlayan Ibra ve Kun’a alternatif birini kaptan yapmanın opportunity costu çok yüksek. Onlar gol atmayı bırakana kadar kaptanlık pazubendi onlarda kalacak. İkisi arasından tercihim bana tavanı her zaman daha yüksek görünen Kun olur. Eğer ikisi de kadronuzda yoksa Hazard ve Ross Barkley hem gol hem asist potansiyelleri ve iyi fikstürleriyle parlıyor. Eğer bu ikili de kadronuzda yoksa kime yatırdınız bu kadar parayı?
Bargain?
Buraya kadar Captain Obvious rehberliğinde geldik. Bundan sonrasına biraz daha bol keseden atıp tutarak devam edebiliriz.
Geçen hafta Everton karşısında 2 – 1 geriye düştükten sonra son çare olarak Saido Berahino yerine Rickie Lambert’ı oyuna sürerek iki forvete dönmüştü Tony Pulis. Ancak onun dışında Salomon Rondon’ın tek forvet oynadığı ve Berahino’nun arkadan onu desteklediği 4-2-3-1’e sadık kalıyor. Bu da bütçenin esaslı bir miktarını Manchester’ın popüler çocuklarına yatırdıktan sonra kelepir bir golcü ararken Rondon’ı (£6.5) harika bir aday yapıyor. İlk hafta golünü zaten atmıştı (gururlan!); bundan sonraki beş haftada da rakipleri Middlesbrough, Bournemouth, West Ham, Stoke ve Sunderland olacak. Denemek için lokum gibi bir fikstür.
Kenarda bırakmalık, süre alan savunmacı arayanlar halihazırda 180 dakika oynamış ve bir CS çıkarmış Jordi Amat’ı (£4.0) çok düşünmeden alabilir.
Sat sat sat!
Mauricio Pochettino’nun öndeki altılı için çözmeye çalıştığı denklem Harry Kane’in dakikalarını çok etkilemese de FPL değerine sekte vuruyor. Crystal Palace karşısında olduğu gibi, 4-2-3-1’in tek forveti olarak Vincent Janssen başladığında Kane’in derindeki üçlüye düşmesi gerekiyor. Bunun için de ya Dele Alli’nin kenara gelmesi gerek (geçen hafta böyleydi) ya da savunma önündeki ikili pozisyonuna dönüp Eric Dier – Victor Wanyama ikilisinden birisini kesmesi gerekiyor. Pochettino, Kane’i ileri uca yazıp geçen seneki favori üçlüsüne (Lamela, Alli, Eriksen) dönmeye karar verirse de Janssen’in süre bulacağı pozisyon kalmıyor. Tottenham’ın bu opsiyonlara sahip olması iyi olabilir ama Kane’in FPL’deki £11.0’lik değerinin altını epey boşaltıyor. Everton karşısında 2, Palace karşısında 3 olmak üzere toplam sadece 5 kez ceza sahası içinde topa dokunabilmiş durumda. 10+ puanlı bir hafta geçirmeden bu fiyatla takımda tutmak zor olacak.
David Silva da 2014/15’teki üretkenliğine dönemeyecekse orta sahada £9.0’luk yatırımın karşılığını veremiyor.
Denemeye değer
Alan Pardew, Christian Benteke’nin (£7.4) henüz maç formundan uzak olduğunu söylemiş.3 O yüzden bu hafta muhtemelen kenardan başlayacak ama ilk 11’e yerleştiğinde fiyat performans oranı yüksek forvetlerden birisi olabilir. Liverpool dönemi karanlık geçmiş olsa da Aston Villa formasıyla üç sezonda attığı 49 gol hala çok uzakta değil.
Geçen sezonun en istikrarlı isimlerinden Mesut Özil (£9.5) bu hafta Watford karşısında ilk 11’deki yerine dönecek gibi görünüyor. Bu da artık satış listesinden kaldırma zamanı gelmiş demektir.
Everton’da Ashley Williams (£5.0) ligde ilk iki haftayı pas geçmişti ama hafta arası Lig Kupası takviminde 90 dakikayı çıkardı. Toffees savunmacıları FPL için hep iyi seçenekler olmuştur. Williams da orta ikilide Phil Jagielka’yla4 sağlam duruyor.
Sürdürülebilirlik parolasıyla başladığımız yeni Yazıhane serisi #FPL’in Şifreleri fikrini ortaya attığımızda, eninde sonunda bir oyun olan ve evde yapılan hesapların çarşıda nadiren tuttuğu bu Fantasy PL serisini derin analizlerden ve yoğun istatistiklerden azıcık uzakta tutmayı hedeflemiştik. Bu serideki kendi payımı daha da açmam gerekirse; yıllardır her oyun haftası başında tekrarladığım “Agüero AFFETMEZ” ya da “Ibra PARÇALAR” şeklindeki iddialı iç seslerimi dışavurmayı ve haftanın sonunda dönüp dolaşıp alacağım toplam 40 küsur puanlarla sizleri biraz eğlendirmeyi amaçlıyorum. Basit görünüyor.
Lig yeni başladı ve önümüzde daha 37 oyun haftası var. Bu süre zarfında hep ama hep kendi kaptanlarınızın 5. dakikada sakatlandığını, daha yeni sattığınız ya da almayı düşünüp vazgeçtiğiniz adamların hep ama hep çift haneli puan alacaklarının tuttuğunu, rotasyon illetinin hep ama hep sizin başınızda patladığını, kısacası bu Premier Lig’in size “taktığını” düşünüyor olacaksınız. İyi bir haberim var: Kesinlikle yalnız değilsiniz.
***
Haftanın bankosu kim?
Premier Lig’de bu haftanın, gelecek haftanın ve tüm haftaların bankosu Manchester City’dir. Sunderland karşısında ilk iş Joe Hart’ı kulübeye çeken ve maçtan sonra da “Takımda mutsuz oyuncu istemiyorum” diyerek mesaj veren Guardiola, belli ki yaklaşık 1.5 milyar pound’luk bir kolej takımı (!) yaratmayı kafasına koymuş. Bir penaltı ve bir de kendi kalesine atılmış golle gelen Sunderland galibiyetiyle atılan sezon açılış stresi, ardından Perşembe akşamı Bükreş’te yapılan gol şov, Stoke için tehlike çanlarının çaldığını gösteriyor.
Stoke’un üst üste üçüncü kez ligi 9. sırada bitirmesinde hatırı sayılır emeği olan Butland’ın yokluğu, Joe Allen dışında taraftarın özlemle beklediği transferlerin bir türlü yapılamamış olması, sezon başı fikstürün pek de iç açıcı görünmediği tabloda Middlesbrough karşısında alınabilen 1 puan gibi faktörler, şimdilik tüm hesapları tutan ve sakatlık problemlerini de aşan City’nin Britannia’dan 2-3 gollü bir galibiyet çıkaracağını –en azından bana- müjdeliyor.
Tabii burada “haftanın bankosu” derken, haftanın çok puan kazandıracak takımlarından bahsediyoruz. Çok puan kazandırmak denince de akla 4-3’lük Arsenal açılışından sonra, yeni 4-3-3’ü, sol beke misler gibi Hector’u almak yerine Moreno’yla devam eden hafif sakar defansı ve akan futboluyla garibim Burnley’e konuk olacak Liverpool gelmesi kaçınılmaz. Bükreş ve Stoke deplasmanları arasında belki de 2-0’dan sonra çok sıkmayacak City şöyle dursun; bu hafta için benim bankom, “eloğlu buldu mu affetmiyor” ekolünden gelen ve deplasman maçlarında daha da geniş alanlar bulacak Liverpool’dur.
Kaptan kim olacak?
Çok yakın bir arkadaşımın #FPL felsefesi çok basittir: “Diğer adamlarımın hepsi 1’er de alsa, kaptanım en azından bir gol atsın.” Kaptandan gelecek gol haberi ruhsal bir rahatlamadır. Özellikle de ilk yarıda gelen bir gol, ele ivedilikle kağıt kalem aldırır ve bu hafta 100 bin zıplarım hesapları yaptırır. Bu bağlamda; geçen sene 24 adet PL golü atmış Agüero ve geçen sene 500 tane gol atmış Ibrahimovic’in her hafta gol atma potansiyeli olduğu açık. Ben yine ilk haftaki Arsenal galibiyetinin rüzgarına kapılacağım ve tercihimi Philippe Coutinho’dan yana kullanacağım. Bir aksilik olmazsa, 10 ya da 11 puanı görürüz.
Liverpool’dan kaptan seçmenin elbette belli dezavantajları var. En büyüğü ise, skorun dağılması. Bunun örneklerini geçen sezon da çok gördük; bir iki haftalık periyotlarla bazen Coutinho bazen Firmino bazen de bir başkası diğerlerinden başrolü çaldı. Mané’nin bu hafta büyük ihtimalle oynamayacak olması, gol diye çıldıran orta sahanın baş şüphelilerini bir eksiltiyor. Bakarsınız bu hafta Countinho’nun durma sırasıdır ve Firmino iki tane yazar. Evet, hafta bitiminde saçımı başımı nasıl yoluyor olacağım da böylelikle şekillendi: “Dedim abi Firmino diye, Countinho istikrarlı değil dedim, bu hafta Firmino’dur dedim, hatta yazı da yazdım ama yine gittim Countinho’yu alıp kaptan yaptım!”
Sürpriz oynamak isterseniz, Middlesbrough ve Everton karşısında evlerinde oynayacak ve MİNİMUM altışar puan alacak Defoe ya da Rondon’u da deneyebilirsiniz. Ben denemem.
Bargain?
Kaptan filan iyi güzel de; hem puan hem de bütçe anlamında fark yaratmanın anahtarlarından biri, sezon başında yakalanan kelepirlerdir. İlerleyen haftalarda o oyun haftasına özel tahminlere geçeriz ama ilk yazım olması nedeniyle “sezon başı” izleme listemi paylaşayım.
Bournemouth’ta kanattan kanattan yardırabilecek ve atacakları birçok golde payı olabilecek 5.5’luk Jordon Ibe, mevkiinde yığınla rakibi olsa da 5.5’luk Sofiane Feghouli (Palace maçında ve Avrupa Ligi elemesinde oynamadı), Burnley ile Championship asist kralı olduktan sonra Euro 2016’da da parlayan 5.5’luk Gudmundsson (ilk maçta sadece son 16 dakika oynadı, Matt Ritchie gibi sonradan açılmasını bekliyorum) ve defanstan iki atakçı bek 4.5’luk George Friend ile 5.0’lık Charlie Daniels ilk aklıma gelen seçenekler. Bunlar şimdilik %4-5 arasında menajerin tercih ettiği isimler.
(Stones’u 5.0’dan almayanınız kalmamıştır herhalde, değil mi?)
Sat sat sat!
Aslında bu departmanda geçen hafta Güner Çalış’ın yazdıklarına aynen katılıyorum. Hart yine kesik yiyecek, Mkhitaryan ve Özil şimdilik hala soru işareti.
Ek olarak; benim de sezon başında aldığım ve sadece 34 dakikanın ardından sakatlanmasına sebebiyet verdiğim taze West Ham’lı André Ayew ve bu hafta oynaması beklenmeyen taze Liverpool’lu Sadio Mané, menajerlerin ikinci hafta öncesinde en çok sattığı isimler.
Elinizde 11.0 liralık değeriyle Harry Kane varsa onu da DERHAL satın ve bütçenizi rahatlatın! Everton karşısında sadece “1” gol girişiminde bulunmak nedir yahu? (Palace’a karşı hattrick yapacak, anlaşıldı…)
Denemeye değer! (Orta ve uzun vadeli, büyük yatırımlar)
İlk hafta bana güzel bir 9 puan kazandıran, küçük takımın büyük golcüsü rolündeki Alvaro Negredo’dan şimdilik vazgeçmeyi düşünmüyorum. Ighalo&Deeney benzeri bir etkiyi Middlesbrough’da yapıp havada karada 13-15 civarı gol atacaktır. Negredo’nun yanına %11’lik sahiplik oranıyla şimdiden gözde olan Burnley golcüsü Andre Gray’i ve Swansea’de Gomis sonrası yaraları sarması umulan Fernando Llorente’yi de ekleyebiliriz(Hull’a BANKO golü var). 9-18 arası bir takımın banko golcüsü olmak iyidir.
Orta sahaya gelince… Hazard bu sene 25 gole doğrudan katkı yapar. Özellikle başarılı sezon öncesi hazırlık döneminden sonra beklenti yükselten Tadic konusunda ise kafam karışık. Ara ara 10+ puanlık maçlar oynayıp 5 hafta 2 puana bağlaması olası. Muhtemelen sattığım hafta 15 puan alacaktır. Satmadan önce haber veririm.
***
Not: Sezon başı ilk yazı olması sebebiyle biraz genel değerlendirme kıvamında oldu- affola.
Senelerdir Fantasy Premier League oynuyoruz, neden bugüne dek hiçbir şey yazma ihtiyacı duymadık ki diye hayıflananlarımız vardı. Belki en sonunda “Leicester başarabiliyorsa, biz neden başaramayalım?” diye düşünmüş olabiliriz. Ya da bunu şimdi uydurdum ve asıl aklımdan geçen Ozan Can Sülüm’dü. Tüm sezon kesintisiz devam edebilen bir Çıtır Çerez köşesi mümkün olabilir mi? Deneyeceğiz.
Peki nasıl olacak? Şöyle düşündük: oyunun müptelası olanların çok iyi bildiği ve en çok karşılaştığı bazı temel sorularımız olacak, her hafta, öncelikle bu sorular üzerinden gideceğiz. Sonrasını ise henüz bilmiyorum. Evet, planımız şu an için bu.
O hâlde başlıyoruz…
Haftanın bankosu kim?
Landed in Austria , few days training and couple of games before the big kick off. Strange old pre season so far
— Tom Huddlestone (@Huddz8) August 2, 2016
Kaptan kim olacak?
Bargain?
Sat sat sat!
Denemeye değer
Güncellenecek olabilir.
14.08
Rio 2016’ya mülteci sporcular davet etmek harika bir fikir. Onları tek bir takım altında yarıştırmak, dünyadaki mülteci gerçekliğinin altını çizerken tarihte de kalıcı bir iz bırakıyor. Yusra Mardini’nin Rio’da olması dünya için bir kazanç; onun Mart ayında neşredilen bir portresinin şimdi yeniden dolaşıma girmesi ve daha fazla kişiye ulaşması da öyle. Ancak bir noktada o portreye takım elbiseli adamlar giriyor ve Mülteci Olimpik Takım (ROT) bir IOC başarısı olarak o bildiğimiz branding/rebranding tornasına sokuluyor. Thomas Bach, dünyanın mülteci sorunundan sorumlu değil elbette. Ama barış üzerine, sosyoekonomik eşitsizlikler üzerine nutuk atacak biri de değil. Atıyor. Bu güçlü Mardini portresini sağmak için onu evcilleştirmeye kalkıyor. Dave Zirin bunun için “green-washing” ya da “white-washing” gibi “refugee-washing” tabirini de literatüre sokmayı önermişti.
Açılış töreni sırasında tüm bu olanlar bana Fatih Afrika Kupası’nı hatırlatmıştı. Turnuvanın varlığından haberdar olduğum günü unutmuyorum, çünkü o sırada Festus Okey’in ölüm haberini okuyordum. O günden sonra rastladığım haberlerde de kendi kendine yeten bir turnuva izlenimi vermişti bana. Belki aksilikler oluyordu ama öyle tahmin ediyorum ki, İstanbul’un Afrika Kupası’nın yolculuğunda sevinenler yalnızca gol atanlar değildi. Böyle özel bir toplanmaya yardım edenlerin, bunu mümkün kılanların duyduğu bir haz da vardı. Dört sene önce ise bu haz, Fatih Belediyesi tarafından kamulaştırıldı. Afrikalı kâğıtsızlar artık belediyeci hamilerinin gözetiminde top tepiyorlar; final maçlarını Cüneyt Çakır yönetiyor, kupa törenini Ertem Şener sunuyor. Artık Festus Okey’in değil, Mustafa Demir’in turnuvası…1
Mülteci Olimpik Takım’ın yıllar sonra Yusra Mardini’nin takımı olarak anılmasını ümit ediyorum. Thomas Bach’ın değil.
– Cem
08.08
Roland Barthes klasiği Camera Lucida, bizleri “studium” ve “punctum” kavramları ile tanıştırır. Studium’un işaret ettiği, fotoğrafı çeken ve fotoğrafa bakan arasında kurulan ortak alanı –Latinceden çevirisiyle– “delen” punctum, fotoğrafın bizde, yani seyircide bıraktığı kişisel izdir. Yine kitaptan hareketle; Barthes’ın “Bu öğe sahneden yükselir, bir ok gibi dışarı fırlar ve bana saplanır” diye tariflediği kavram, fotoğraftaki herhangi bir detay olabilir ve zaman içinde biz fotoğrafa tekrar tekrar baktıkça değişebilir.
Novak Djokovic ve Juan Martín del Potro’yu odağına alan yukarıdaki fotoğrafı ele alalım. İlk bakışta, maç puanıyla birlikte kortta bulunan onlarca kişinin benzerlerini çektiği, sıradan bir maç sonu kucaklaşması gibi görünüyor; ama işte, nasıl desem, farklı bir şeyler var… Durum çok ciddi. Studium sadece hoşlanma düzeyindedir; punctum ise kalbimizin orta yerine saplanır kalır. Ve ben son birkaç saattir defalarca baktığım bu fotoğrafta kalbimin orta yerine saplanıp kalan birden fazla öğe olduğuna yemin edebilirim.
– Emre
08.08
Çağı tarif ederken lafı çoğu zaman sinizme getiriyor, bazen sırtımızı “Schadenfreude” sözcüğüne yaslıyoruz. Buna karşılık, bir dünya rekoru kırıldığında, o anda havuzda, pistte –rekortmenin hemen yanındaki kulvarlarda yarışanlar da dâhil– ya da sosyal medya akışlarımızda rastladığımız, bu rekora bir yerinden dokunup şahitlik etmiş insanların mutluluğunun bir benzerini bulmak güç. Mutluluğun evrenselliği açısından. Dopingin, hilenin hurdanın her türlüsünü görmüş olmamız da bunu pek değiştirmiyor. Adeta bu 3:56.46, Katie Ledecky’nin tüm insanlıkla, en azından tüm çağdaşlarıyla paylaştığı bir rekormuş gibi. “Eski muhafızları hep birlikte dize getirdik.”
– Cem
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane