Skip to content

Mayıs 5, 2016

Ligue 1 Notları #36

2048x1536-fit_saint-etienne-s-french-goalkeeper-stephane-ruffier-c-stops-the-ball-during-the-french-l1-football

Ruffier, Toulouse’un ligde kalma şansının içine ederken.

  • Yukarıda Mösyö Ruffier var. St. Etienne son 6 maçta gol yemedi. Son 6 maçta 16 kurtarış yaptı, bu hafta Toulouse maçında çıkardığı penaltı dahil. Tabii ki yine EURO 2016’da yer almayacak, Deschamps kendisinden nefret ettiği için. Ancak bence an itibariyle, hatta son iki sezonda dünyanın en iyi 10 kalecisinden biri. Ben Yedder’in kaçırdığı penaltı ve Braithwaite’ın kaçırdığı net goller Toulouse’u düşürecek gibi. Dupraz’nın söylediği şey “Artık Shawshank Redemption’daki gibi bir kaçışa ihtiyacımız var”dı hafta içinde, bu bok çukurundan çıkmaları için daha da fazlasına ihtiyaç var sanki. 2006/07 sezonundan beri aynı sezonda 3 penaltı kaçıran ilk kişi oldu Ben Yedder. Onun verdiği umudu o geri aldı gibi.
  • Marsilya maç kazandı. Lan PSG maç yapmayınca ne kadar güzel lig bu ya. Batshuayi’nin bu ligde 11 başlamayacağı bir takım var, o da PSG. Marsilya’nın falan onu yedek oturtmaya hakkı yok, aptallık etti Michel deniyorum ayağına. 2 Şubat’tan sonra ilk kez maç kazandılar, felaket performansa hiç değilse son verdiler. Artık onları hayata bağlayan tek şey var, PSG’yle oynanacak kupa finali. Bu arada, 16 maçtır deplasmanda gol atıyorlar, rekor 50’ler sonundan Sedan’a aitmiş 19 maçla. Bari onu kırsınlar da bu saçma deplasman performansının bir anlamı olsun.
  • Lyon Ajaccio karşısında az kalsın 2 puanı bırakacaktı. İlk yarıda korkunç iki kaleci hatasıyla gelen 2-0, sonrasında üst üste üçüncü maçında da golü atan Pujol’ün 2-1 yapması ve panik. Lyon henüz yeni stadında yenilmedi, son 13 maçta sadece 1 kez yenildi. Bunda Lacazzette’in büyük katkısı var, eyvallah ama maçın son bölümünde ne kadar büyük bir kaleci olduğunu gösteren Anthony Lopes’i genelde atlıyor insanlar. Genesio büyük iş yaptı, takımı direkt Şampiyonlar Ligi’ne götürmek üzere. Şimdi haftaya hiç yenilmedikleri ve sadece 1 kez beraberlik gördükleri yeni statlarında Monaco’yu ağırlayacaklar. Galibiyet, Şampiyonlar Ligi grupları demek. Ya da Lyon Başkanı Aulas’ın dediği üzere: Haftaya Fransa şampiyonluğu maçına çıkıyoruz. Malum, Katar Fransa toprağı değil. 

Image 1Image 3Image 4

  • Tam yazarken geldi bu soru. Hemen altında iki 11 var, biri Renard’ın “N’olur gol yemeyelim ya, ileride de pırpır var, belki bir tane atarız” diye 11’i. Öteki de Antonetti’nin tempo diye bağıran 11’i. Birincisi, takımı gol atmak için sahaya çıkarmaya başladı Antonetti. Renard’la 13 maçta 6 gol atabilen takım, Antonetti’den sonra 26 maçta 32 gol attı. Sonra bir de Eder var. Yıl başında geldiğinden beri yarar akıyor. 11 maçta 9 gol katkısı bir yana, adam o kadar rahat pozisyon açıyor ki diğerlerine, herkesi ceza sahasına çekiyor. Yalnız tabii bu maçın olayı maalesef Boufal’in sakatlığı oldu. Dizinden sakatlandı ki çok ciddi olduğu ve bunun Le Moustoir’nın suni çiminden dolayı olduğu söyleniyor. Fransa Futbolcular Birliği gelecek sezondan itibaren tüm statlarda doğal çime geçilmesi gerektiğine dair bir yazılı açıklama bile yaptı. Tabii Lorient Bretonya’da olduğu ve hayvan gibi yağmur aldığı için suni çim mantıklı duruyor ama doğal olsun çamurdan olsun (*ince) diyor futbolcular. Boufal de umarım gelecek sezon başına yetişir.
  • Gelecek sezon için Jocelyn Gourvennec’i Marsilya’ya yazıyorlar. Bence zeki olan adam Marsilya’da komple yönetim ve patron değişmeden gitmez oraya. Ligin en underrated hocası olabilir. Elindeki kadro hakikaten Ligue 2’de biraz zor ilk 5 görür başka hocanın elinde. 4-4-2 sever, forvet parlatır, ayrıca “İmkanımız yok, kötü top oynatıyoruz” bahanesi de yoktur. Bak, 45 atmış, 53 yemiş. Gourvennec, ısrarla isteyiniz. Neyse, Jardim için feci bir son 10 dakika oldu maç 3-2’ye gelince. Panik sarı kart getirdi, az kalsın gol de getiriyordu. Gerçi pek bir şey değişmeyecek, çünkü Monaco Şampiyonlar Ligi’ne direkt gidebilmek için Lyon deplasmanında kazanmak zorunda. Lyon averajda 12 fark atmış durumda ve takdir edersiniz ki Monaco bir maçta kale boş olsa bile prensip olarak 4 gol ve üzeri atmaya oldukça karşı bir takım. Geçen sezon Valencia’yı çektiler play-off’ta, bu sezon yine seri başı olmuyorlar hesabım yanlış değilse. Yine Şampiyonlar Ligi’ne katılım gelmezse Monaco’daki Rus mafyası bir çizik atar Jardim’e.
  • Nice’in ne yaptığını hiç anlamadım. Son 5 maçında sadece 1 puan almış, sezonu kafada bitirmiş ve hatta gelecek sezon için teknik direktör aradığını ilan etmiş bir Nantes’a kaybettiler, hem de rezalet bir oyunla. Rennes’de Ousmane Dembele, Nice’te Ben Arfa gelecek sezon için Şampiyonlar Ligi bekliyorlardı kalmak için. Ousmane galiba Dortmund’a gidecek, Ben Arfa da sözleşmeyi Şampiyonlar Ligi’ne giden birine taşır, eğer gelecek hafta kazanamazlarsa. Claude Puel’in Yılın Teknik Direktörü ödülünü alabilme şansını son haftaya taşıması için St. Etienne’i yenmesi Lyon-Monaco maçının da berabere bitmemesi gerekiyor. Kısfmet.
  • Hafta maçlar aynı saatte. Gerçi Pazartesi yazmışım gibi haftaya dedim, maçlar Cumartesi 22:00’da işte. Düşme hattı için Ajaccio – PSG, Toulouse – Troyes maçları kritik. Mantıklı olan sonuçlar görürsek son haftaya Toulouse averaj farkıyla düşme hattının üstünde girer. Marsilya – Reims karşısında aylar sonra ilk iç saha galibiyetini alır, Lyon da Monaco’yu yener. Nice – St. Etienne maçındaysa sanırım kırmızı kart olur. Olmaması bayağı zor.

Nisan 28, 2016

Perec’in Olimpiyatları #4

1996-marie-jose-perec-uni

Büyükbabamın ismi David Peretz’di ve Lubartow’da yaşıyormuş. Üç çocuğu olmuş: büyüğünün ismi Esther Chaja Perec, ortancanınki Eliezer Peretz, küçüğünkiyse Icek Judko Perec. Bu üç doğum arasında, yani 1896 ile 1909 yılları arasında, Lubartow sırasıyla Rus, sonra Polonya, sonra yine Rus egemenliği altındaymış. Rusça işiten ve Lehçe yazan bir nüfus memuru, diye açıkladılar bana, Peretz işitip Perec yazmış olacak. Bunun tersi olması da mümkün; halama göre, “tz” yazanlar Ruslar, “c” yazanlar Polonyalılarmış. Bu açıklama, Yahudi kökenimin aile adından belli olmayışına bağlı olarak, taşıdığım soyadı etrafında inceden inceye kurduğum her türlü hayali yapıyı tüketmekten çok imliyor, ayrıca, soyadının imlası ile telaffuzu arasında var olan küçücük fark da bunu ortaya çıkarıyor: Pérec ya da Perrec olmalı (ve daima kendiliğinden böyle yazarlar, ya e harfi üzerinde vurgu işaretiyle ya da iki “r” ile); Perec’tir, ancak Peurec diye telaffuz edilmez.

Marie-José Pérec. 2000 yazının son günlerinde Sydney’deki havaalanına indiğinde, soyadının üzerindeki vurguyla ilgilenen yoktu. Açılış töreninde Olimpiyat ateşini yakacağı ilan edilen Cathy Freeman, ev sahibi ülkenin pistteki yegane altın ümidi olarak, dünyanın aşağıya yakınsayan yeni merkezindeydi. O güne kadar bazı yurtsever Avustralyalılar tarafından Aborjin kimliğini fazla öne çıkardığı için suçlandığı olmuştu. Ancak Oyunlar yaklaşırken birdenbire “Avustralya yerlilerine açılan kolektif bir kucak” işlevini görmeye başladı. Ve 400 metre start listesinde kıtanın biricik sevgilisini hedefinden alıkoymaya muktedir tek bir isim vardı: Marie-Jo.

“Guadeloupe Ceylanı” diyorlardı ona, uzun bacaklarıyla 400 metreyi bile neredeyse iki sprint sonunda yok etmiş hissi verdiği için. Basınla arası hiçbir zaman iyi olmamıştı ama dört sene önce Atlanta’da herkes, Fransız atletizminin yetiştirdiği en büyük şampiyonlardan birine bakmakta olduğunun farkındaydı. Tarihin ikinci 200-400 dublesinin altına imzasını attığında, hiç şüphesiz, kariyerinin zirvesindeydi.1 Fakat Atlanta-Sydney arasındaki dört yılda her şey tepetaklak oldu. Vücuduna giren Epstein-Barr virüsü nedeniyle bir süre merdivenleri inip çıkmakta dahi güçlük çekti. Sonunda geri döndüğünde ise o eski kıvılcımı kaybettiğini hissedecekti. Cesur bir karar verip, onu zirveye çıkaran Amerikalı antrenörü John Smith’i ve Kaliforniya güneşini ardında bıraktı; Rostock’a taşındı ve Wolfgang Meier’le çalışmaya başladı.

Havaalanında Pérec’i karşılayan Avustralyalı gazeteciler, bu birlikteliğe odaklanmayı yeğliyordu. Doğal olarak… Daha önce –doping imasıyla– 47.60’lık rekorunu “erişilmez” kabul ettiğini söylediği Marita Koch’un kocasıyla çalışmaya başlaması herhalde atletizm tarihinin en büyük ikiyüzlülüğü olmalıydı. Ketum Pérec, bu şaibeli seçimini savunmak adına pek çaba göstermiş de sayılmazdı. “Doğu Almanya’da doping yapıyorlardı, evet. Ama Meier’le çalışmaya başladıktan sonra emin oldum ki en iyi antrenman tekniklerini de onlar geliştirmişler” diyecekti kişisel blogunda.2 Avustralya’ya ayak bastığında onu neyin beklediğinin farkındaydı, takım arkadaşlarıyla birlikte kalmak yerine antrenörüyle şehir merkezinde bir otele yerleşti.

perec-cathy3

Basının karşısına (bugün de) çıkmadığı haberi bile manşetlik bir haberdi. Avustralyalıların atletizmin Fransız divasına taktıkları son lakap “Garbo” oldu. Görünen o ki, hiç kimse ona ulaşamıyordu. 21 Eylül gecesi, yani 400 metre yarışından bir gece önce, erkek arkadaşıyla birlikte Sydney hava sahasını terk ederken söylediğinin aksine… Aktarma yaptıkları Singapur’da bir Avustralyalı gazeteciyi hastanelik eden Anthuan Maybank’e göre, Sydney’de kaldıkları süre boyunca tehdit telefonları yüzünden sevgilisi Marie-José uyuyamaz hale gelmişti. Kendisini kurye olarak tanıtan bir Avustralyalı odalarına girip tehditler savurduğunda, yani iş fiziksel bir boyuta vardığında da ülkeyi terk etmeye karar vermişlerdi. Yaşanan buydu, en azından Pérec ve Maybank’in müşterek hikayelerine göre. Otelin güvenlik kameraları ve bilgisine danışılan üçüncü şahısların tamamı, yıllar boyu, bu hikayenin gerçekliğini tekzip edeceklerdi. İlk olarak, o dönem Pérec’in yakın arkadaşlarından Elsa Devassoigne ile evli olan Roger Black, yorumculuk yaptığı BBC yayınında –üzerindeki doping gölgesini savuşturmak gibi iyi bir niyetle– Fransız atletin ayrılmadan önce kendisine ve eşine içini döktüğünü ve yenilgi korkusuyla boy ölçüşemediği için kaçtığını itiraf ettiğini söyledi. Pérec’in büyük kaçışının ardındaki gerçeğin peşine düşenler, otele sızan davetsiz bir misafire rastlamadıkları gibi herhangi bir yasaklı maddenin izine de ulaşamadılar.

Koch’un otuz yılı deviren rekoruna en çok yaklaşan kadın –birçokları için bir stadyum pisti mesafesini en hızlı koşan “temiz” kadın– Avustralya’da, bugün bile, ilk olarak “Mademoiselle La Chicken” manşetini çağrıştırıyor.

hollande-perec1

“Spor yasaları katı yasalardır ve W’deki hayat bunları daha da ağırlaştırır. Her alanda galiplere tanınan ayrıcalıklar, mağlupların maruz bırakıldığı hakaretler, aşağılamalar, eziyetlerle neredeyse ifrat derecesinde çelişir; bunlar bazen işkence etmeye kadar varır, tıpkı, prensipte yasak olan ama statlardaki seyirci çok düşkün olduğu için Yönetimin göz yumduğu, bir serinin sonuncusuna ayakkabılarını ters giydirerek pistte koşar adım tur attırma geleneği gibi. İlk bakışta zararsız görünen bu idman, gerçekte son derece acı verir ve sonuçları (ayak parmaklarının ezilmesi, derinin su toplaması, ayak tümseğinin, topuğun, tabanın yüzeyinde yaralar açılması) kurbanın sonraki günlerinde yarışmalarda şerefli bir derece almayı ümit etmesini fiilen engeller.

Galipler kutlandıkça mağluplar cezalandırılır, sanki birilerinin mutluluğu ötekilerin mutsuzluğunun tam tersiymiş gibi. Mutat yarışlarda –klasman şampiyonaları, yerel şampiyonalar– kutlamalar zayıf, cezalar da neredeyse zararsızdır: birkaç kaba şaka, yuhalama, cemiyet oyunlarında kaybedenlere verilen cezaları geçmeyen birkaç önemsiz angarya. Ama yarışmaların önemi arttıkça, kazanmanın ya da kaybetmenin önemi de herkes için artar: Bir Olimpiyat galibine, özellikle de yarışların yarışını, yani 100 metreyi kazanacak olana uygun görülen zaferin sonucu belki de sonuncu gelecek olanın ölümü olacaktır. Bu hem öngörülemez hem de önlenemez bir sonuçtur. Eğer Tanrılar ondan yanaysa, eğer Statta kimse başparmağı aşağıya gelecek şekilde yumruğunu ona doğrultmamışsa, muhakkak hayatı kurtulacak ve sadece diğer mağluplara reva görülen cezalara maruz kalacaktır; tıpkı onlar gibi çırılçıplak soyunup değnekler ve kırbaçlar kuşanmış iki sıra Hakemin arasından koşmak zorunda kalacaktır; tıpkı onlar gibi direğe bağlanacak, sonra da boynuna ağır bir halka vurulmuş olarak köylerde dolaştırılacaktır. Ama eğer tek bir seyirci ayağa kalkıp da onu gösterirse ve korkaklara reva görülen cezaya çarptırılmasını isterse, o zaman öldürülecektir; bütün ahali onu taşa tutacak ve parçalanmış cesedi üç gün boyunca köylerde, sütunlu ana kapılardan sarkan kasap çengellerine asılmış halde, iç içe girmiş beş halkanın altında, W’nin şerefli sloganının –FORTIUS ALTIUS CITIUS– altında sergilenecek, sonra da köpeklere atılacaktır.

Böyle ölümler enderdir. Sayıca çok olsalar etkileri hiçe inebilirdi. Bu ölümler Olimpiyatların 100 metresi için geleneksel, diğer bütün dallar ve diğer bütün yarışmalar için istisnaidir. Tabii ki, bütün umutlarını bir Atlete bağlamış statlardaki seyircinin onun performansının vasatlığından hayal kırıklığına uğrayıp, genellikle onu çakıl taşı yağmuruna tuttuğu veya kömür dışığı, çelik döküntüsü, şişe altı gibi bazıları çok tehlikeli olabilecek çeşitli nesneler fırlatarak üzerine saldırdığı görülebilir. Ama çoğu zaman, Organizatörler bu tür şiddetli yollara karşı çıkarlar ve tehdit edilen Atletlerin hayatını korumak için müdahale ederler.”3

#1 #2 #3

  1. Bahtsızlığı, ondan yalnızca 15 dakika sonra erkekler yarışında Michael Johnson’ın bunu –biraz daha etkileyici bir biçimde– tekrarlamasıydı. []
  2. 2000’de muhtemelen “kişisel blog” demiyorlardı. Merhaba 2000, Ayşe Burcu ve Popescu. []
  3. W ya da Bir Çocukluk Hatırası, Georges Perec, Metis Yayınları (2001), Çeviren: Sosi Dolanoğlu []

Nisan 26, 2016

Ligue 1 Notları #35

psgcoupedelaligue-cropped_r3eohu0cbcfq1krp0f0w0i7zy

  • Yani tabii ki bir takım kupa kazanınca sevinecek, sevinmeyecek diye bir şey yok. Fakat bu sezon değil Coupe de la Ligue’e sevinmeye, City eşleşmesinden sonra üçlemeye sevinecek pek bir hali olmamalı PSG’nin. 6. kez Lig Kupası’nı aldılar ki onlardan sonra gelen iki takım Bordeaux ve Marsilya’nın 3’er Lig Kupası var. Canlı izleyemedim, fakat baktığım kadarıyla Rabiot’nun kırmızı kart görmesinden 4 dakika  sonra Enyeama ve savunma aptallığıyla yenen gol fişi çekmiş. Enyeama çok büyük kaleci, bence ligin en iyilerinden ama bazen aşırı motive olduğunda saçmalayabiliyor. Di Maria Real’e La Decima yaptırmıştı, PSG’ye de kupa aldırdı. Van Gaal düşünsün.
  • Bir enteresanlık yapıp St. Etienne’den başlayayım. Yumurta kapıya gelince maç kazanmaya başladılar ama durmuyorlar. Üst üste beşinci maç galibiyeti, hem de gol yemeden. Şöyle bir not ileteyim, bu sezon 17 galibiyetleri var, 14’ü sıfıra karşı. Geçen sezon ilk yarıda 19 maçın 12’sinde gol yememişlerdi, bu sefer sezonu tersten oynuyorlar. Şampiyonlar Ligi için finalleri iki hafta sonraki Nice deplasmanı olacak. O deplasmandan gol yemeden çıkmaları için Perrin-Ruffier ikilisinin yine delirmesi gerekiyor. Mümkün olabilir.
  • Rennes-Monaco haftanın maçıydı kağıt üzerinde, pek öyle olmadı. Monaco’nun erken gol attığı maçlar geçen sezon ölürdü, çünkü deli gibi kapanıp kontraya 1.5 kişiyle çıkarlardı. Bu sezona bakınca Monaco’nun 1-0 öndeyken ligde toplam 17 puan bıraktığını görüyoruz ki, Toulouse’dan sonra en fazla puan bırakan takım bu konumda. Toulouse 33 puan bırakmış, Avrupa rekoru falandır belki. Dembele’yi Raggi ve Carvalho kademesiyle savundu Jardim, Sio’yu ortaya bırakıp. Grosicki’yle Fabinho’yu birebir bırakmak demekti bu, ki riskli gibi gözükse de bence Fabinho şu an en iyi Brezilyalı sağ bek olduğu için pek bir şey olmadı o kanattan. Avrupa güzel bir hayaldi, o hayal bitti gibi Rennes için. 7. sıraya düştüler arka arkaya üç haftada sadece 1 puan alınca ve buradan sonra PSG ve Montpellier deplasmanları var. Ousmane’ı falan da tutamazsınız Avrupa’sız. Monaco’nun işi de iki hafta sonra Lyon deplasmanına kaldı. Hadi oradan da beraberlik çıkar bakalım Leo.
  • Wissam Ben Yedder yine attı, yetmedi. Son 8 haftada 8 gol 2 asist yapan başka düşme hattı golcüsü biliyorsanız söyleyin. Savunması bu kadar kötü takımda kaç tane atarsanız atın işe yaramaz gerçi, doğruya doğru. 3 haftada 4 puan kapatmak zorundalar ki, son iki maçları Troyes ve Angers’ye karşı. Tüm Fransız basını gibi ben de hala mümkün diyorum ama, göreceğiz bakalım. Golcü demişken Lacazette’i de övmeye devam edeceğim. Son 7 haftada 8 gol 2 asist. Lyon ligin ortalarında götürdüğü sezonu içeride Monaco’yu yenerek direkt Şampiyonlar Ligi vizesiyle bitirebilir.
  • 129. Beş büyük ligin en fazla başarılı dripling yapan adamı Ben Arfa, toplam 129 driplingle. Normalde bu tip kariyerinin eski döneminde disiplinsizlik yapıp mimlenen oyuncuların toparlandığına pek inanmam. Büyük şüpheyle yaklaştığım adamlardan biri zaten Ben Arfa. Ancak Claude Puel ne yaptıysa artık, beyninin sorunlu bölümünü almış sanki. Saha içinde sakin, liderlik yapabilen, sorumluluk alan ve her şeyden önce doğru tercih yapabilen bi oyuncuya dönüştürdü. Zaten sayılarına bakarsak görüyoruz, bu sezon attığı gol sayısı, bu sezondan önce Ligue 1 kariyerindeki sayıdan daha fazla. Topu tekrar tekrar Deschamps’a atmayı da ihmal etmiyor röportajlarda. Hak ettiğinin farkında, sadece bu çabası boşa giderse yeniden eskiye dönebilir diye düşünüyorum. Yazın göreceğiz.
  • Ajaccio, Bastia’yı 3-2 yendi. Burada garip olan galibiyet değil, düşme hattından bu galibiyetle sadece 1 puan yukarıya çıkan takımın teknik direktörü Thierry Laurey’nin yılın teknik direktörü adaylarından biri olması. Ne olacak şimdi, bu takım üç hafta sonra düşerse yine de Laurey yılın en iyilerinden biri mi olacak? Ajaccio ne yaptı da Laurey orada valla anlamadım. İlk 11 maçta 3 puan, sonraki 11 maç namağlup, sonraki 11 maç nagalip. Aradaki seri için adaysa bayağı enteresan.
  • Ben ödüllerimi sonra vereceğim.
  • Olivier Guegan’ı kovdu Reims. Artık yazmaya dahi değmeyen Marsilya’yla aralarında 5 puan fark var. Yeni gelen hoca Marsilya’yı aşağı çekse de düşürse be. Bakalım Louis-Dreyfus Ligue 2’ye düşen takımı kime satar o zaman…
  • Lille hafta içinde kupa sonrası Angers ile oynuyor. Kazanırlarsa 2-6 arası 4 puan kalacak. Oh lala. Hayatın kötü olduğunu, umutsuzluğa kapılanlarıysa Bordeaux-Troyes maçına beklerim. Her şeyin daha kötüsü vardır.

Nisan 18, 2016

Ligue 1 Notları #34

boufal

  • Haftanın açılışına Cornet engeli!!!
  • Ne güzel maç olacaktı, gidip 25. dakikada kırmızı kart görünce biraz öldürdü içimdeki heyecanı. Maç sonra buna dönüştü. İlk yarıda sadece 5 şut var ki, bunu stresle açıklamak da çok mümkün değil. Lyon-Nice Şampiyonlar Ligi için savaşırken stres altında iyi performans çıkaramadıklarını biraz gösterdiler aslında. Nice’in 2016’da içeride ya da dışarıda büyük maç galibiyeti yok. Neyse, bi tarafta Lacazette var. İbrahimoviç’in hayvansal istatistiklerinin gölgesinde ama, kabus gibi girdiği sezonda 2016’da 11 gole ulaştı. Formu hakikaten hak etti artık EURO 2016’yı ama Deschamps için ağızla kuş tutmak gerek. Lyon’un 7 maçlık yenilmeme serisinde en büyük pay onun. Yetecek mi, bakalım. Ha transfer için kesin yeter, orada içi rahat olsun. Klopp yeni Aubameyang’ı yapar mı?
  • Ya bana City’yi ele kardeşim, Caen’e 6 atma. Benitez’in Barça’ya içeride kaybedip ona buna 8-10 atması gibi oldu bu, anlamı yok. Ha şöyle anlamı var; PSG+71 averaj yaptı, rekor +63. 86 puan yaptı, rekor 89. Kalan haftalarda Ligue 1 tarihinin en iyi sezonunu tüm rekorları kırarak bitirecekler. Peki ne önemi var bunun, hiç. “Yaz çok hareketli geçecek” demiş yönetim. Geçen sezon neden böyle hareketli geçmediğini sormak, bu sezonun kadro planlamasında hata yapıldığını da kabul ettirmek lazım sanırım. Seneye İbra, Cavani ve Pastore gibi oyuncuların gitme durumu var. Orta saha kan ağlıyor, yedek yok. Saçma sapan paralar dönecek yine. Caen’e gelince, nefes yetmedi. Üç hafta üst üste oldu mağlubiyet serisi ki, sanıyorum buradan toparlanmaları mümkün değil ki yeniden Avrupa’ya oynasınlar. Ben Garande’ın arkasındayım yine, hoca gibi hoca.
  • Üstte Boufal var. Origi’den sonra bir maçta üç gol atan ilk adam oldu 1 yıl sonra Lille formasıyla. Biraz gerizekalı olduğunu söylemem lazım, 25 kişiyi geçip gol attıktan sonra gaza gelip hakeme tekme atabilecek cinsten. Ne zaman güvenebilirsiniz, ya da güvenebilir misiniz büyük bir takım için, onu henüz bilmiyorum. Yeteneği evet, kafası hayır. Yine de Lille’in 6 maç üst üste galibiyet serisinde büyük payı var. Ajaccio da garip bir şekilde düşüyor. Garip dediğim şu; sezon başı Fransa Futbol Federasyonu “Artık 2 takım düşecek” demişti. Sonra galiba Ligue 2 takımları haklı olarak itiraz etti ve mahkeme sürecine gidildi. Ben resmileşene kadar 2 olarak kalacağını düşünüyordum ama mahkeme Federasyon’u haksız buldu ve yeniden resmi olarak 3 takımın düşeceği kesinleşti. Bu şu demek, Toulouse’un bütün çabası boşa gidebilir. Troyes’yı geç, Toulouse 33, Ajaccio 34, Reims 36 ve Montpellier-Marsilya 40’ar puanda. Marsilya lütfen düşsün be.
  • Toulouse demişken onlara geçeyim. 90’da attı Lorient, Ajaccio’yu geçmesini engelledi Toulouse’un. Pascal Dupraz geldikten sonra 6 maçta sadece 1 kez kaybettiler ve esas önemli olan, gol atabiliyorlar. Hatta tek bir adam üzerinden bakacak olursak -ki zaten tek adam var- Ben Yedder son 18 Toulouse golünün 12’sini attı. Kalırlarsa o tutacak, birkaç haftadır söylüyorum. Ama zor.
  • Angers’ye bak be. Tamam Bordeaux affedilmez bi oyun oynuyor ama ligin en fazla 0-0 berabere kalan takımının deplasmanda 3 atmasını da alkışlamak lazım. Üst düzey fiziksel kaliteye sahip bir takımın herhangi bir ligden düşmeyeceğini, sağlam durabileceğini gösteren bir örnek bu sezon için Angers. Cheikh N’Doye bu sezonki 5. kafa golünü attı, bu sezon ligdeki tüm oyunculardan fazla. Sloan Privat aktif oyuncular içinde en fazla Ligue 1 kafa golüne sahip oyuncu, ikinci sırada 1.76’lık boyuna rağmen Andre Ayew var ama zaten o da gitti. Neyse, Angers diyordum, efektif takım. 4 şut, 4 isabet, 3 golle aldılar maçı. 
  • St. Etienne sessiz ve derinden ve iğrenç bir oyunla gelmeye devam ediyor. Bastia’yı 1-0 yenip 4’te 4 yaptılar. Üç maçtır gol yemiyorlar ki bu konuda en iyi seriye sahipler. Bu maçla ilgili başka bir şey söylemem mümkün değil. Sadece benim değil, hiçbirimiz söyleyemeyiz.
  • Biri Rennes’i açıklasın. Bir maçlığına Montanier geçti sanıyorum takımın başına. Dembele’ye biraz fazla yüklenmeye başladılar zira Dembele’ye değmeyen atak görmedim. Grosicki ve Sio Dembele’ye alan açmaktan top oynayamıyorlar. Biraz Steph Curry gibi oldu Ousmane kardeşim. Topu aldığında arkadaşları kenara çekiliyor ve yaya kadar kimse yoluna çıkmıyor adamın. Ama tabii yetmiyor o ayrı. Bakın, Ousmane’ın ısı haritası:

Adsız

  • Haftanın kapanış maçıyla ilgili duygularım şöyleydi, fazla bir şey söylemeyeceğim. Dediğim gibi, umarım 10 maçtır kazanamayan Marsilya düşer. 
  • Hafta içinde Fransa Kupası yarı finalleri var. Lorient – PSG, Sochaux – Marsilya. PSG’den hata beklemek çok mümkün değil ama Marsilya’nın alttan alttan güvendiği tek şey olan kupa Sochaux deplasmanında giderse sanıyorum bu sefer taraftar toplantı değil kelle talebi yollar yönetime.
  • Haftaya 150 yaş ortalamalı Monaco defansının Dembele’yle mücadelesi, Ben Yedder’in Lacazette’e karşı kapatacağı bir hesabı var. Marsilya – Nantes maçında yine çok æcæyip protestolar mümkün.

Nisan 16, 2016

Perec’in Olimpiyatları #3

ağaoğlu1

“Şurası açık ki, W’deki spor hayatının temel örgütlenmesinin (bu örgütlenmeye ilişkin en basit örnekleri verecek olursak, köylerin varlığı, takımların oluşumu, eleme yöntemleri) biricik amacı rekabeti kızıştırmak, ya da, böylesi kulağa daha hoş gelirse, zaferi yüceltmektir. Bu açıdan, denebilir ki, W ile rekabete girebilecek hiçbir insan toplumu yoktur. Burada yasa struggle for life esasına dayanır; dahası mücadele o kadar önemli değildir, W erkeklerine hayat veren şey Spor için Spor aşkı, başarı için başarı aşkı değil, zafer susuzluğu, ne pahasına olursa olsun zaferdir. Statlardaki seyirci bir Atletin kaybetmiş olmasını asla bağışlamaz ama galiplerden de alkışlarını esirgemez. Galipler çok yaşasın! Mağlupların vay haline! Bir köyün yurttaşı olan profesyonel bir sporcu için zafer, olası tek çıkış, tek şanstır. Her düzeyde zafer: kendi takımı içinde, diğer köylerle karşılaşmalarda, son olarak da ve özellikle Oyunlarda.

W toplumunun diğer ahlaki değerleri gibi, zaferin bu yüceltilişi de günlük hayatta somut ifadesini bulur: Muzaffer Atletler şerefine muazzam törenler verilir. Doğru, galipler her yerde kutlanır, podyuma çıkarlar, milli marşları çalınır, madalyalar takılır, heykelcikler, kupalar, beratlar, taçlar verilir, doğdukları şehirde şeref yurttaşı payesi, hükümetleri tarafından nişanlar verilir. Ama bu kutlamalar ve onurlar, W Ulusunun kendine layık olanlara yaptıkları ve verdikleri yanında hiç kalır. Her akşam, gün içinde yapılan yarışmalar ne olursa olsun, her serinin ilk üçü, podyuma çıktıktan sonra, kalabalık tarafından uzun uzun alkışlandıktan sonra, kalabalık onlara çiçekler, konfetiler, mendiller attıktan sonra, resmi hattatların elinden başarılarını ölümsüzleştiren armalı beratı aldıktan sonra, köylerinin sancağını olimpiyat direklerinin tepesine çekme şerefli ayrıcalığını elde ettikten sonra, önlerinde meşale taşıyıcılar ve bayrak taşıyıcılar, güvercin uçurucular ve bando takımları olmak üzere, ana stadyumda kendileri için görkemle ve cömertçe hazırlanmış geleneksel davetin verileceği büyük salonlara kadar götürülürler. Eşofmanlarını çıkarırlar, muhteşem bir kostüm seçmeye davet edilirler, işlemeli bir giysi, şeritleri ışıldayan bir pelerin, nişanlarla süslü parlak renkli bir üniforma, bir frak, göğsü, yakası ve kolları dantelden bir cepken. Huzurlarına çıkarıldıkları Görevliler, onları kutlayarak kadehlerini onların sağlığına kaldırırlar. Şereflerine kadehlerin kaldırıldığı, konuşmaların yapıldığı ve içkilerin yere saçıldığı coşkulu bir sele kapılırlar. Şölen çoğu zaman gün ağarıncaya kadar sürer. Onlara en leziz yemekler, en başa vuran şaraplar, en nefis soğuk etler, en ağızda eriyen tatlılar, en sarhoş edici alkoller sunulur.

Büyük Oyunlar sırasında kutlanan şenlikler elbette ki klasman şampiyonalarının veya yerel şampiyonaların galipleri için verilen şenliklerden daha büyük ve şaşaalıdır. Ama bu fark, ne kadar belirgin olursa olsun, W’de geçerli olan değerler sistemini anlatmaya yetmez. Buna karşılık, çok daha anlamlı olan, hatta W toplumunun en özgün özelliklerinden birini oluşturan şey, mağlupların bu şenliklerden dışlanmaları değil –bu adil bir davranıştır– akşam yemeğinden düpedüz mahrum bırakılmalarıdır. Aslında şurası açık ki, eğer hem galiplere hem mağluplara yiyecek verilseydi, galiplerin tek ayrıcalığı, gündelik bir yemek yerine daha nitelikli yiyecek, bir bayram yemeği elde etmeleri olurdu. Organizatörler, haklı olarak, belki bunun Atletlere yüksek düzeydeki rekabetler için gerekli mücadeleciliği vermeye yetmeyeceğini düşündüler. Bir Atletin kazanması için, öncelikle kazanmayı istemesi şarttır. Atletin kişisel şan kaygısı, isim yapma arzusu, ulusal gururu, güçlü itici güçlerdir kuşkusuz. Ancak, en hayati anda, insanın elinden gelenin en iyisini yapması gerektiği sırada, gücünün ötesine geçmesi ve zafere ulaşmasını sağlayacak enerjiyi son bir hamleden alması gerektiği anda, o sırada kazanılması söz konusu olan şeyin temel bir hayatta kalma mekanizmasına, neredeyse içgüdüsel hale gelmiş bir savunma refleksine bağlı olması yararsız değildir. Atletin zaferinin ucunda elinde tuttuğu şey, en güçlü olmanın itibarından –bu ister istemez geçerlidir– daha fazlasıdır, sırf bu fazladan yemeği elde etmekle daha iyi bir fiziksel kondisyona sahip olma garantisidir, daha iyi bir beslenme dengesine ve dolayısıyla daha iyi bir forma sahip olmanın kesin inancıdır.”1

#1 #2

guclu-yarinlar

  1. W ya da Bir Çocukluk Hatırası, Georges Perec, Metis Yayınları (2001), Çeviren: Sosi Dolanoğlu []