Skip to content

Mart 13, 2013

Zirbes Raus!

fleming-brose

Maik Zirbes, nihayet bu sezon şeytanın bacağını kırıp Euroleague’de Top 16’ya kalan Brose Baskets’in en istikrarlı oyuncularından, üstelik genç yaşında, ilk kez bu seviyelerde yer almasına ve alışılmadık şekilde bu sezon çok fazla değişikliğe gittiği için aradığı istikrara bir türlü kavuşamamış bir takımda. Sürekli oyununun üzerine koyan biri olarak gelecekte de Alman milli takımının değerli parçalarından biri olmaya aday görünüyor. Yine de bunlar Avrupa’da parmakla gösterilen bir taraftar topluluğuna sahip bir takımın taraftarlarının yirmi sayı farkla kazandıkları bir maçta “Zirbes raus!” (Zirbes dışarı) tezahüratlarını yapmasına engel olamayabiliyor. Takımın en çalışkan ve iyi performansa sahip bir oyuncusuna karşı oldukça şaşırtıcı bir tutum. Olayın bir yönü, başarıya endeksli olmayan, her koşuldaki destekleriyle tanınan bir taraftar grubunun bile takımları Bundesliga’yı domine etmeye başlayınca, daha fazlasını istemenin ötesine geçip böylesine nankör bir tutum içerisine girebildiği. İnsana ve hayata dair her şey elbette tribünün de bir parçası.

Konunun bir başka yönü koç Chris Fleming’in konuya yaklaşımı. Zirbes’le ilgili olarak söylediklerinin bir kısmı şu şekilde:

“I would hope that our fans support Maik. I have never had a player here who has received as little support. And that’s disappointing because the kid is the first who’s at training and he’s the last to leave. He works so incredibly hard. We signed him for three years because we believe in him. And we do. He will make mistakes. And he can make mistakes. And we will have his back.

Maik must grow up as part of this process. When you think about how long he was in Trier with a protected surrounding. He’s a classical late starter. He played for a team that was more worried about staying in the league. It’s understandable that he also has to take a big step off the court. But he has done that. He’s working on that. I think that Wolfgang supports that off the court. And it was taken wrong by the fans. I saw some games by Tibor from the past where he didn’t look good and I never heard anyone say “Tibor raus” (Pleiss). I cannot understand that.”

Chris Fleming’in, genel menajer Wolfgang Heyder’in özensiz açıklamalarını toparladığı, taraftara doğru mesajı verdiği ve taraftarların aklında pek çok soruya aklı selim yanıtlar verdiği, kulübün kendi platformundan yayınladığı röportajın içeriğini şurada bulabilirsiniz. Yıllardır pek çok oyuncuyu daha yukarıya taşıyan bir organizasyon olarak bu işin nasıl başarıldığını da anlatıyor aslında biraz. Geçen sezon iki oyuncusunu NBA’e, bir diğerini Real Madrid’e yollamış bir organizasyon ve koç sonuçta.

Bir başka nokta da üst seviyede koçluk yapmanın taraftarlarla araya çok mesafe koymayı gerektirmediği, samimi bir şekilde pek çok şeyi de onlara ilk ağızdan açıklayarak, onların bu teknoloji devrinde artan bilgi talebini karşılamaya çalışarak, aynı yolda yüründüğünün daha da fazla hissettirilmesi. Medyanın söylenenleri saptırmaya çok daha meyilli olduğu ülkelerde belki bu daha da gerekli bir durum. Düzenli ve aktif olarak kullanmasa da mümkün olduğunca bir şey söylememeye çalışan, en ketum isimlerden biri olan Oktay Mahmuti’nin profesyoneller vasıtasıyla kullandığı bir twitter hesabına sahip olması ya da Efes şartlarında gerçekçi bir şekilde taraftarın gururunu okşarken, standardın dışına çıkarak biraz daha detaylı bilgi vermeye çalışan yardımcısı Emir Alkaş’ın Cedevita maçı öncesi açıklamaları,1 ya da fırsat buldukça samimiyetle taraftarlarla iletişim kurmaya çalışan Gençlerbirliği teknik direktörü Fuat Çapa, Türkiye’den aklıma gelen nadir iyi örnekler. Bu arada taraftar kavramına hazırladığı videoların aksine yıllardır takındığı tutumla pek değer vermediğini gösteren Anadolu Efes’ten böyle örnekler çıkması ayrı bir ironi.

Taraftara önem vermek, onları gerçekten ciddiye almanın kulüpler ve ligler için nasıl fark yaratacağını ilerleyen yıllarda göreceğiz sanırım. Taraftarlarını merkeze koyabildiği için 70,000 nüfuslu bir şehirdeki bir takım taraftarlarına web sitesi üzerinden video aboneliğini 25€’ya satabiliyor Brose Baskets Bamberg. Gerçi bu örneklerin çoğunlukla Almanya’dan çıkması da şaşırtıcı değil elbette. Futbol liginin promosunda başrolleri taraftara verirken, basketbol liginin yayın haklarını da ürünün değerini arttırmak için paradan çok daha önce daha geniş kitlelere doğru şekilde ulaştırmayı kendine dert edinebiliyor. Umut Sarıkaya’nın devrin en vizyon sahibi adamlarından biri olduğuna şüphe yok.

  1. Geçen sezon Galatasaray’da çalışırken de taraftarların sorularını detaylı analizlerle cevaplamaları bu ülke için oldukça uç ve güzel bir örnekti. http://www.gsbasket.org/forum/soru-cevap/ []

Mart 12, 2013

Bir Tanrı Var

yehudi-menuhin

1929 yılıydı… Berlin’de 13 yaşındaki bir çocuğun solist olduğu konsere giden Albert Einstein, ufaklığın yeteneği karşısında küçük dilini yutmuştu: “Şimdi biliyorum, gökyüzünde bir Tanrı var!”

Dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük keman ustası Yehudi Menuhin, 83 yaşındayken 12 Mart 1999’da ölmüştü. Dünyanın dört bir köşesini arşın arşın dolaşan, Ravi Shankar ile bizi başka bir diyara taşıyan1 virtüözün yolu Türkiye’den de geçmişti.

1973’te kemanın ilahı ilk İstanbul Müzik Festivali’ne katılmak için geldiğinde olanlar olmuştu. Tercüman gazetesi “Musevi Menuhin Türkiye’de” manşetini atmıştı. Evet, büyük usta Museviydi de, başlığın esbab-ı mucibesi başkaydı.

Bir gazeteci haberi yapmış, “Yehudi Menuhin Türkiye’de” demişti. Dizgi veya düzelti aşamasında haberi yazanın imla hatası yaptığı düşünüldüğünden Yehudi olmuştu Yahudi. Fakat küçük bir sorun vardı. Tercüman’ın sahibi Kemal Ilıcak, Yahudi kelimesinin kullanılmasını yasaklamıştı. İzin verilen formül kullanılınca, Bab-ı Ali’nin kahkahalara boğulduğu manşet ortaya çıkmıştı: Musevi Menuhin Türkiye’de.

O talihsiz gazeteci, yakın aile dostumuz da…


charlie-parker-cemetery

Tam 58 yıl önce bir New York’ta bir otel odasında ölü buldular onu. Dante’nin hesabına göre hayat yolunu daha yarılamamıştı. Yapılan otopsi -aşırı uyuşturucu ve alkol nedeniyle- bu vücut 60 yaşında dese de, sadece 34 idi.

Biraz çocuksu, öfkeli… Parmaklarının düşünce hızına kimsenin yetişemediği caz tarihinin unutulmazı, saksafonun ustası Charlie Parker, 12 Mart 1955’te son nefesini vermişti.

O da birçoklarına Menuhin’in Einstein’a tattırdığını yaşatıyor, sanki ruhani bir dünyadan sesleniyor. En büyük hayranlarından Miles Davis’e göre zaten caz dört kelimeyle anlatılıyor: Louis Armstrong, Charlie Parker.

  1. http://www.youtube.com/watch?v=q4HXvB5nxok []

Mart 10, 2013

Hattın Diğer Ucu

AGBell_Notebook

10 Mart 1876, Boston.

Bir odada Alexander Graham Bell, diğerinde yardımcısı. Amerika’yı mesken tutan İskoç mucit, hattın diğer ucundaki yol arkadaşına “Bay Watson, buraya gelin. Sizi görmek istiyorum” der. Söylenen her kelimeyi duyan Watson, heyecanla odaya koşar…

1876 yılının Sevgililer Günü’nde Patent Bürosu’na telefon için iki başvuru olmuştu. Bell’in avukatı Marcellus Bailey binaya ilk girerken, iki saat sonra gelen Elisha Gray, aslında çok daha doyurucu olan dosyayı kendi elleriyle teslim etmişti.

İncelemelerden sonra patent 7 Mart 1876’da Bell’e verilse de aradan geçen 137 yıla rağmen hâlâ İskoç mucidin Gray’in fikrini çaldığı, onun çizimlerini dosyaya ekleyen patent memurunun rüşvet aldığına inanılıyor.

Avukatın askerlik arkadaşı olan patent memuru Zenas Fisk Wilber, 1886’da Bailey’e borcu olduğunu, üstlerine Bell’in dosyasının erken geldiğini söylediğini ve Bell’in bürosuna geldiği bir gün Gray’in çizimlerini ona gösterdiğini ve para aldığını itiraf etse de iş işten geçmişti. 150 bin kadar Amerikalı zaten evinde telefonu kullanıyordu. Bell milyoner olurken, Gray belki de bilim kulvarında alt ettiği rakibinin anlatıldığı kitaplarda yaşamıştı. Hâlâ da yaşıyor! Kesin olan bir şey varsa o da tam 137 yıl önce telefonun hayat bulduğu; hattın iki ucunun birbirine bağlandığı…

Mart 8, 2013

Karma

Rudy Fernandez’in Kaunas macerasının olaylı geçeceği aşikardı. Dünya üzerindeki en sevilen oyuncu olmadığı zaten malum ama Madrid’deki ilk maçta durumu kötüye götürmekten başka bir şey yapmayınca, Kaunas’ta özel karşılama hazırlıkları yapılmıştı. Hazırlanan pankartların (1, 2) ötesinde gördüğüm en fantastik saha anonsçularından biri ile Rudy’nin isimleriyle türetilen enteresan sözcüklerin de olduğu özel bir şarkıyla, Telegol ve Ve Gool’ü bile kısmen kıskandıracak bir goygoy ortamından kesitler de alttaki videoda mevcut. Haliyle maç boyunca Zalgirio Arena, Tümer Metin’in Dolmabahçe’ye Fenerbahçe formasıyla geri dönüşünü andıran bir yer oldu.

Asıl olaysa maçtan sonra Rudy Fernandez’e birinin kafa atıp yaralaması hadisesi. Saldırganın Lavrinovic biraderlerin aşırı fanatiği olan ikizlerden birinin olması da olayın fantastik boyutlarından bir tanesi. Haliyle Nicolas Batum’un Juan Carlos Navarro’ya Olimpiyatlar’daki hareketi geliyor akıllara. Nefret konusunda popülaritesi gittikçe artan İspanyol sporculara karşı bir yaptırım, bir tutum olmadığı sürece, onlar da tavırlarına devam ediyor. Sonunda da adaleti sağlamakla görevli kişilerin tutumuna karşı insanlar kendilerince bir tepki vermeye kalkınca böyle şeyler ortaya çıkıyor belki de. Ne kadar nahoş durumlar olursa olsun, bir yandan birilerinin kendince bir tepki vermesi çok beklenmedik değil, pek çok kişinin de bundan rahatsız olmak yerine hoşnut olması gibi.

Rudy Fernandez’in olay sonrası ortaya çıkan bir resmindeki ağlamaklı görüntüsüne bile “Gerçekten ağlıyor mu yoksa onda da mı numara yapıyor?” tepkisi veriliyor. İlginç olansa ilk maçta sürtüşme yaşadığı Paulius Jankunas’la olan bu resminde sorun yok gibi görünüyor.

Mart 2, 2013

Büyük Ayı Malikanesi

6d7fb4493d1d6d00_large - Kopya

Wilt Chamberlain’in Los Angeles’taki evi, II. Dünya Savaşı’nda uçaksavar amacıyla kullanılan bir tepeye inşa edilmiş.

Life Magazine‘e göre evin tamamı, Wilt’in alengirli ve zevke düşkün karakterini yansıtıyor. 5 metrelik helezonî bir avizenin aydınlattığı silindir şeklindeki yemek odasının ortasında, etrafına forma numarasını temsilen 13 sandalye yerleştirilmiş bir masa duruyor. +18 isimli oval bir odanın duvarları aynalarla, zemini sedirlerle kaplı, merkezinde üstü kürkle zırhlanmış bir su yatağı var. Ana yatak odasının üçgen şeklindeki aynalı tavanı açılıp kapanabiliyor. 4,5 metre uzunluğundaki giriş kapısından iç ve dış havuzlara dek tüm malikanenin geometrisi üçgenler oluşturacak şekilde tasarlanmış zaten.1

Ursa Major Malikanesi bir dağın tepesinde. Etrafı, uçsuz bucaksız gökyüzüyle kaplı. Şehre ve ileride uzanan Pasifik’e tepeden bakıyor.

Wilt kariyeri sona erince Los Angeles’tan ayrılmak istemedi. California’da özgürce yaşayabiliyor, her renk ve mezhepten kadınla beraber olabiliyor, malikanesine girer girmez dünyanın tasalarını dışarıda bırakıp kendi inşa ettiği hayatı yaşayabiliyordu. Big Dipper, ölene dek Ursa Major Malikanesi’nde yaşadı.

  1. Başka ayrıntıları merak edenler, Ebony ve Life dergilerindeki Ursa Major’den bahseden yazıları okuyabilirler. []