– PSG istemezse gol yemez dedik, Trapp bayağı bir istedi bu hafta. Blanc bu sene hiçbir şey yüzünden eleştirilmese yine Sirigu-Trapp tercihi yüzünden eleştirilir. Oynattığı oyuna alışıldı. En büyük problemi savunmasına fazla güvenmesi. Sadece bir farkla önde olduğu maçlarda bile sanki 5-0’mış kadar çekiyor takımı. Kontra için harika silahları var, orta sahasında enerji ve teknik var evet ama, en iyi oynadığı maçlarda bile hata yapabilecek Thiago Silva gibi, David Luiz gibi ya da henüz en üst seviyeye çıkmamış Marquinhos gibi adamlara bu maçlığına bile olsa Trapp eklenince galibiyet yalan oldu. Valla Şampiyonlar Ligi grubunda Real Madrid var, adamı haşat ederler Laurent.
– Have no fear, Alessandrini is here! Her şey Velodrome’da Marsilya için. İstek, keyif, gol, iyi oyun… Geçen seneden beri böyle, Bastia maçında da aynısı oldu. Lass giderek maestroya dönüşüyor, Bielsa’nın geçen sezon son tercihi Alessandrini Payet’nin rolünü üstlenmek üzere ve Michy atmaya devam ediyor. Olimpiyakos’a kattığı en değerli şey istikrardı Michel’in. Marsilya’nın en büyük problemi de istikrar. Galiba doğru eşleşme oldu bu. Son 20 Velodrome maçının 17’sinde 2’den fazla gol attılar. Ha bir de, bu takım haftayı kapatmayı çok seviyor. Cuma oynamayı değil.
– Lyon’u Lille kitledi. Herve Renard yeni bir otobüs tekniği geliştirmiş durumda. 5 maçta tek gol atıp tek gol yediler ve ikisi de aynı maçta değil. İddaa’cılar değerlendiriyordur sanırım. Enyeama kariyer zirvesini oynadı. 6 kurtarış, 32 başarılı pasla oynamış maçı. Kurtarışların hepsi de refleks kurtarışı yani, acayip toplar. Lyon geçen sezon iki oyuncudan 40’a yakın skor aldı. Tolisso bonus adam olarak 10 gol yarattı, kritik anlarda N’jie çıkıp asist yaptı, Yattara bile maç kurtardı. Şimdiyse kapanan bir takıma karşı hücum hattının tamamı etkisiz kalıyor. Valbuena takıma çabuk uyum sağladı belki ama, onun önünde oynayan oyuncuların tamamı açık alan adamları. Artık bir Şampiyonlar Ligi takımı haline gelen bu kadroya karşı hiçbir takım alan bırakmıyor ve böylece en kötü ihtimalle puanı alıp gidiyor. Fournier’nin hücum işini çözmesi lazım. Lille de sezonu 10 atıp 7 yiyerek bitirir herhalde.
– St. Ettienne’e bak sen. Geçen sezon olmayan şey bu sezon var; mobil ve aynı zamanda gol atan topçu. Mevlüt alınmasın, ki geçen sezon randımanlı top oynayamadı zaten, Gradel forvet değildi, Van Wolfswinkel’i zaten saymıyorum, nihayet adamını buldu Galtier. Tabii ki Montpellier’nin pişmaniye sertliğindeki savunmasının da etkisi var Roux’unun hem alan bulmasında hem de golünde ama, bu sefer işler iyi gidecek gibi. İşin enteresan yanı, takım geçen sezona göre çok daha zayıf görünüyor kağıt üzerinde. Ölümcül üçlü Lemoine-Cohade-Clement henüz beraber oynayamadı, sağ bekte Clerc, açıkta Monnet-Paquet oynuyor ama takım daha ritimli. Galtier çok sağlam bir taktisyen ve yalnızca kendi taktiğinde işe yarayabilecek oyunculardan acayip bir şey yaratmak üzere. Pajot’nun da orta dörtlünün sağından Galtier’nin taktiğinde merkeze evrilmesi enteresan. Montpellier’ye acil şifalar.
– Ben Arfa ilk olayını çıkardı. Çok bir şey değil, hafif de haklı ama ben böyle enteresan bir olayı ilk defa gördüm. Neyse ki gol sayılmadı ofsayttan. Guingamp üst üste ikinci galibiyetini aldı. Nice, rakip aşırı zayıf gözükünce arka tarafı bırakıp cümbür cemaat gitmiş son dakikalarda. Ama herhangi bir takımın evinde Guingamp’a gol atamaması gerçekten acayip, ne olursa olsun. Tekrar söylüyorum, Guingamp çok kötü takım, Gourvennec çok büyük hoca. İlk golü yerlerse dağılırlar, tutarlarsa sürpriz. Ortası yok.
– Monaco’da tehlike çanları! Artık öldürücü futbol oynayamıyorlar. Ajaccio’nun muhteşem sempatik stadyumunda, ki hakikaten görmeniz lazım, etrafındaki manzara falan nefis, Ajaccio’ya o kadar fazla şans vermişler ki. Geçen sezon deplasmanda yediği gol içeride yediğinden daha azdı be bunların. Bir tane aptalca penaltı bulup öne geçmişler, sonrası komple Ajaccio’nun. Bu arada Ajaccio Avrupa’da sezon başlarına baktığımızda en acayip istatistiklerden birine sahip. 5 haftada 60 şut atıp henüz gol atamayan bir takım. Monaco’ya da 18 şut attılar. Olacak olacak.
– Nantes’ın tek olayı savunmaydı, Djilobodji’yi Chelsea’ye sattılar – tamam, gerçekten iyi stoper ama evet ben de anlamadım – ve alameti farikaları ortadan kalktı. Gol sıkıntısını çözsünler diye Adryan ve Kolbeinn Sigthorsson ikilisini getirdiler, onlarda takımın attığı gol kadar kırmızı kart gördüler daha sezon başından. Haftaya yoklar, üç puan St. Ettienne’e hayırlı olsun. Rennes nihayet oldu. Ntep artık forvet, yanında Sio, arkada muhtemelen seneye Premier League yapacak Mexer ve Doucoure, bir şekilde gidiyorlar. Tabii ki şu an olduğu gibi PSG’den bir sıra arkada bitiremezler sezonu ama Montpellier, Bordeaux ve Monaco’yu çok zorlayabilirler.
– Benjamin Jeannot ve Majeed Waris Lorient’ı ligde tutabileceklerini bu hafta gösterdiler. Rakip de Angers’ti ha, sezona 4 maçta 8 puanla başlayan takım. Jeannot hakikaten çok yetenekli, Waris de ligi bayağı iyi tanıyor. Yalnız bu geçen sezon ilk yarının en iyi çıkış yapan elemanı Raphael Guerreiro’yu göreniniz var mı ya? Yarı sezonluk adam mıydı şimdi o?
– Caen kazandıkça keyifleniyorum. Az bilinen süper 10 numaraların şahı Julien Feret’nin perdeyi açtığı maçta 10 kişiyle yendiler Troyes’u. Geçen sezonki 18 kişilik maç kadrolarından 10 kişiyi kaybettiler ama deplasmanlarda taş gibi oynamaya devam ediyorlar. Bir iki sezon kaza yaşamazlarsa Avrupa’ya oynamaya başlayacaklar. Kuzey’in altyapısı sağlamdır, erken kaptırmasınlar yeter.
– Her şeyi anladım, Reims’ı hala anlamadım. Bu sefer de Toulouse deplasmanında 2-0’dan döndüler. Sezon başından beri 5 maçta her senaryoya karşı planı olduğunu ve elindeki tırt kadroyla her şeye cevap verebileceğini gösterdi Guegan. Sevmeyelim de taşa mı dönelim?
Yıllar önce bir cumartesi sabahıydı. Sessiz sakin bir güne uyanan İstanbul, kısa sürede kana bulanmıştı. Olacaklardan habersiz, ibadet için Neve Şalom Sinagogu’nun yolunu tutanlar saat 09.17’de cehennemi yaşamıştı. Susmayan silahlar ve bombalar birkaç dakika içinde 22 kişinin canını almıştı. Ebu Nidal ile ilişkisi bulunduğuna inanılan iki saldırgan da ellerinde patlayan bombalarla parçalanmıştı. Tarihler 6 Eylül 1986’yı gösteriyordu…
Yine bir 6 Eylül… 1983’te New York’tan havalanan Kore Havayolları’na ait uçak Rus hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle düşürülüyordu. Moneron Adası’nın 55 kilometre kuzeyinde vurulan uçakta 269 kişi bulunuyordu. Başta konuyla ilgisi bulunmayan Sovyetler Birliği, sonradan hava aracının casusluk faaliyeti yürüttüğünü iddia etmiş, hattâ Amerika’nın kendilerini kışkırttığını ve savaşa hazır olup olmadıklarını denediğini açıklamıştı. Hasbelkader bir uçağa binmiş üç yüze yakın insandan sadece 13’ünün parçaları bulunabilmiş, geriye sahillere vuran ayakkabılar kalmıştı…
Filistinli teröristlerin 5 Eylül’de başlayıp ertesi güne taşınan eylemi kanlı bitmişti. İlk gün İsrail delegasyonundan bir sporcuyla antrenör öldürülmüştü, 6 Eylül 1972’de dokuz.
6 Eylül 1955… Bu topraklarda neler olduğu hepinizin malumu.
6 Eylül 2015… Söz hakikaten bitiyor.
Bazı günler ‘tarih’ yazıyor, bazı tarihler ölüm yazıyor.
Yıllar önceydi. Tüm dünya gözlerini Münih’e çevirmiş, Olimpiyat heyecanıyla yanıp tutuşuyordu. Derken gelen bir haber kanları donduruyordu…
5 Eylül 1972, spor tarihinin en karanlık gününe sahne olmuştu. Filistinli “Kara Eylül” örgütünün militanları İsrail delegasyonunun kaldığı bir binayı ele geçirip sporcu ve antrenörleri esir almıştı. Binayı işgal ederken çıkan arbedede militanlar yaralanırken, güreş antrenörü Moshe Weinberg ile halterci Yossef Romano öldürülmüştü.
Örgütün talepleri belliydi. İsrail’de hapishanede bulunan yaklaşık 200 tutuklunun serbest bırakılmasını istiyorlardı. İki de Almanya’daki Kızılordu mensubunu listelerine eklediler. İsrail, bu talebi bir saniye bile düşünmeden reddediyordu.
Pazarlıklar sürerken hiçbir rehinenin kılına dokunulmamıştı. Penceredeki İsrailliler Andre Spitzer ile Kehat Shorr’un yüzleri dünya televizyonlarına yansımıştı. Militanlar helikopterler istediler ve bu helikopterlerin kendilerini Kahire’ye götürecek uçağa taşımalarını beklediler.
Havaalanına gidildiğinde Kahire’ye uçacak uçağın bırakınız uçmaya hareket etmeye bile hazır olmadığı anlaşıldı. Bunu tespit eden saldırganlar keskin nişancılar tarafından öldürülmüştü. Aslında bu nişancılar da polisti zira Alman kanunları ordunun böyle durumlarda müdahale etmesine izin vermiyordu.
Kalan beş saldırgan karşı ateşe başladılar. Durumun umutsuz olduğunu anlayan saldırganlardan biri helikopterdeki rehineleri taradı. Bir de el bombası atarak helikopteri havaya uçurdu. Diğer helikopter de tarandı. Kovalamaca son bulduğunda bilanço ağırdı: 11 İsrailli sporcu ve antrenör, beş militan, bir Alman polis ölmüştü. Militanların cenazeleri Libya’da kahramanlar gibi karşılanmış ve devlet töreniyle gömülmüştü. Üç militan sağ olarak ele geçirilmiş, onlar da 29 Ekim’de kaçırılan bir Lufthansa uçağının içindeki rehinelere karşılık serbest bırakılarak Libya’ya gönderilmişti.
Arap Ülkeleri içinde sadece Ürdün’ün kınadığı katliamdan sonra oyunlara devam edilip edilmeyeceği dünyanın merak konusuydu. 5 Eylül 1972’de oyunlar durdu. Bir gün sonraki cenaze törenine 80 bin seyirci ve 3 bin sporcu katılmıştı. IOC Başkanı Avery Brundage’ın konuşmasında İsrailli sporculara nerdeyse hiç yer vermemesi tepkiyle karşılanmıştı. Spitzer’in eşi Ankie, Moshe Weinberg’in annesi ve kuzeni merasimde yerini almıştı. Kuzen Carmel Eliash’ın kalbi törene dayanamamış ve durmuştu.
6 Eylül’de Münih Organizasyon Komitesi oyunların durdurulmasını istese de, Brundage kararlıydı ve Olimpiyat devam edecekti. İsrail hemen, karşı tepkilerden korkan Mısır da bir gün sonra oyunlardan çekildi.
Dünyada birçok insan belki de Filistin’den böylece haberdar olmuştu. Örgüt tarihe geçecek kanlı bir eylemle adından bahsettirmişti. İsrail uçaklarının Lübnan ve Suriye’deki kampları bombalaması için sadece birkaç gün gerekmişti…
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane