Skip to content

Ağustos 1, 2012

Aciu Ruta

Litvanya’nın milli sporu ne bilmiyorum açıkçası, basketbol din bile değil, daha fazlası orada. Ama bir süreliğine yüzme olabilir, hatta 100m kurbalağama. Ruta Meilutyte’nin antrenörü John Rudd, olimpiyatlardan 15 gün önce finale çıkabileceğini belirtmişti. Ruta’nın planlarında bir hedef olarak bundan fazlasının olduğunu sanmıyorum, elinden gelenin en iyisini yapmak ve keyif almak dışında. İlk eleme serilerinin en iyi derecesini yaptığına inanamayan Ruta’nın gözyaşlarına da havuzdaki sunucu ona hoşgeldin diyerek karşılık vermişti. Basketbol maçı öncesi ekranın karşısına geçen Litvanya halkına bu sefer de Olimpiyat rekorunun kıyısından geçen bir Avrupa rekoru ile cevap vererek umudu beklentiye çevirdi. Yaşadığı şokun ve rüyanın son noktaya ulaşması için hatalı çıkıştan olumsuz etkilenmediği bir yarışın sonunda, favori Rebecca Soni’nin son metrelerdeki atağına rağmen kazanacağı altın gerekliydi. Malum kendisi 15 yaşında ve bu Litvanya’nın Virgilijus Alekna ile Atina’da aldığı altından sonraki ilk altın madalya aynı zamanda. Bir gün önce Arjantin tarafından paramparça edilmiş milli takımlarından sonra herkes için büyük bir moral kaynağı olmuş durumda. Litvanya’da en azından şimdilik Sarunas Jasikevicius’tan bile daha büyük bir kahraman. Kaunas’lı Ruta için BC Zalgiris de basketbolu bir kenara bırakmış, sürekli ondan bahsediyor. Ve hayır, henüz Lietuvos Rytas bundan ekmek yemeye çalışmadı, üç büyüklerin taraftarlarının Kemal Sunal’ın kendi takımlarının formalarıyla resimlerini yayınlaması gibi bir işe girişmiş değil taraftarları.

Öte yandan Olimpiyatlar’ın en sevdiğim yanlarından olan atletlerin ülkeleri adına yarışan diğer sporcuları desteklemeye gelmesi olayının, ülkeden çok dev bir aile havasını andıran Litvanya adına olmaması mümkün değildi elbette. Basketbol takımının yarısı ve devlet başkanı Dalia Grybauskaite de oradaydı. Ama o gecenin en hoş anekdotu, Litvanya’nın basketboldaki en büyük umudu Jonas Valanciunas’ın yanına gelip onunla resim çektirmek istediğinde, Valanciunas’ın “Hayır, asıl ben seninle bir resim çektirebilir miyim?” demesi. İlk altınlarına bugün ulaşan Britanyalıların da çok sahiplendiği bir hikaye oldu Ruta, iki yıl önce Plymouth’a taşınıp, çocukluğundan beri adanın bir süperstarı olan Tom Daley’le aynı okula gidip, Britanyalı bir antrenör tarafından yetiştirilmesi sayesinde.

Ağustos 1, 2012

‘Ata Sporu’nda Sıfır Çekenler

Olimpiyatlar’da ilk hafta Türkiye için “üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke nasıl oluyor da üst düzey yüzücü çıkaramıyor” münazaralarının start verildiği haftadır. Bunun “her Türk asker doğuyor ama bir atıcılık madalyamız yok” veya (Kış Olimpiyatları için) “dağlarla çevrili bir ülkede kış sporları gelişmiyor” versiyonları da üretilebilir elbette. Neyse ki yalnız değiliz. “Futbolun Beşiği” İngiltere’nin kazandığı tek Dünya Kupası var, Almanlar senkronize yüzmede başarısızlar, İrlanda’nın ise üç adım atlamada aldığı tek altın madalya yok. Wall Street Journal, Olimpik sporları onları bulan ülkelerin başarılarına göre sıralamış. Yazıya buradan, tabloya da buradan ulaşabilirsiniz. Takım sporlarında dağıtılan madalyalar açısından bir hata yaptıklarını fark etmişler, dolayısıyla yöntemi biraz sakat, ayrıca bazı sporların mucitleri konusunda tartışmalar olduğunu da kabul ediyorlar, ama yine de okuması ilgi çekici bir araştırma.

Temmuz 31, 2012

Wieber Fever

Kadınlarda Pazar günü başlayan jimnastik elemeleri, madalya tablosuna çok hızlı bir giriş yapamayan ABD için önemli bir umut kaynağıydı. 2008’de kendi evinde takım madalyasını kazandıktan sonra düşüşe geçen Çin, sahneyi eski günlerdeki gibi ABD ve Rusya’ya bırakmıştı.

Bireysel genel tasnifte Amerikan takımının en iyisi olarak, geçtiğimiz yıl dünya şampiyonluğunu alan 17 yaşındaki Jordyn Wieber öne çıkıyordu. ABD elemelerinde Gabby Douglas’ın arkasında kalmasına rağmen, altın madalya için en büyük adayın Wieber olduğu fikrinde herkes birleşiyordu. Belli ki, Bieber Fever bir süreliğine yerini Wieber Fever’a bırakacaktı. Eskiden beri ona en çok zorluk yaşatan denge tahtasında yine çok güçlü sayılmazdı. Yine de kendisini finale atabilecek konumda gözüküyordu. Yer hareketlerinde alanın dışına çıkması ise telafi edilebilecek bir hata değildi. En azından Pazar günü için bu böyleydi. Zira aynı odayı paylaştığı, kamptaki en yakın arkadaşı Aly Raisman asimetrik paralelde -koçu Mihai Brestyan’a göre- kariyerinin en iyi gününü geçiriyordu. Wieber toplamda en iyi dördüncü dereceyi elde etmişti ama Olimpiyat kurallarına göre finalde aynı ülkeden üç sporcuya izin verilmiyordu. Perşembe günü ABD adına yarışacak ikili, Viktoria Komova’nın ardından ikinci ve üçüncü sıraları alan Douglas ve Raisman oluyordu. Bu da 1984’te ülkesi Los Angeles’taki oyunları boykot ettiği için dışarıda kalan Sovyet sporcudan beri ilk kez, bir dünya şampiyonunun final dışı kalması demekti.

Yarışma sonunda kameralar Raisman’a döndüğünde, arka planda omuzları düşmüş Wieber’ın silueti de gözüküyordu.1 Bu seneki oyunları 10 saat gecikmeyle yaşayan ABD basınında, bayatlayan Phelps-Lochte rekabetinin yerini bu iki genç kızın hikayesi aldı. Takımlar yarışması için saatleri sayarken Amerikalılar bu gerginliğin boyutlarından endişe duyuyor. Rusya her an bir Yannick Agnel çıkarıp, 1996’dan beri takımlardaki altını bekleyen ABD’nin hayallerini yıkabilir.

  1. Yukarıda da Raisman’ın rutini sırasında ailesinin tepkileri var. “I have a cool dad!” []

Temmuz 31, 2012

Küçük Prens

“Büyükler sayılara bayılırlar. Yeni bir arkadaş edindiniz diyelim; onun hakkında hiçbir zaman asıl sormaları gerekenleri sormazlar. “Sesi nasıl?” demezler örneğin, ya da “Hangi oyunları sever? Kelebek koleksiyonu var mı?” diye sormazlar. Onun yerine, “Kaç yaşında?” derler. “Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?” Ancak bu sayılarla tanıyabileceklerini sanırlar arkadaşınızı… Eğer büyüklere, “Güzel bir ev gördüm, kırmızı tuğlalı; pencerelerinden sardunyalar sarkıyor, damında ise kumrular var” derseniz, nasıl bir evden söz etmekte olduğunuzu bir türlü anlayamazlar. Ne zaman ki onlara “Yüz milyonluk bir ev gördüm” dersiniz, işte o zaman size, “Oo, ne kadar güzel bir evmiş!” derler gözlerini koca koca açıp.”

Şüphesiz birçoklarının hayatına dokunmuştu Küçük Prens. Bazılarımız çocukken tanıştık onunla, kimimiz biraz büyümüşken. Defalarca okuduk, her seferinde kendimizden yeni bir şeyler bulduk o çocuğun büyülü dünyasında. İşte bazılarımızın kahramanının yaratıcısı Antoine de Saint-Exupéry, 68 yıl önce Korsika’dan havalanmıştı, bir meçhule doğru.

2008’de yaşlı bir Alman, Küçük Prens’in uçağını vurduğunu söyleyerek manşetleri süslemişti. ZDF’de yıllarca muhabirlik yapan ve sekiz Olimpiyat, üç Dünya Kupası gören Horst Rippert, “Uçaktakinin kim olduğunu bilsem, ateş etmezdim” diyerek günah bile çıkarmıştı. Bu itirafa birçokları hâlâ şüpheyle yaklaşıyor ya neyse…

Aslen pilot olan yazar, uçağıyla 1935’in sonunda Sahra Çölü’ne düşmüş, mucizevi bir şekilde bir Bedevi tarafından kurtarılmıştı. Bu kazanın izlerini başyapıtına taşıyan Saint-Exupéry, onu New York’ta kaleme almış, savaşın sonlarında orduda yine görev yapmıştı. Ta ki 31 Temmuz 1944’e kadar.

Son söz yine ufaklığın olsun: “Yıldızlardan birinde ben yaşıyor olacağım. Ben gülüyor olacağım bir tanesinde. Ve geceleyin gökyüzüne baktığında bütün yıldızlar gülüyor gibi olacak… Yalnızca senin gülen yıldızların olacak!”

Temmuz 30, 2012

Marker

Christian François Bouche-Villeneuve, yani, bilinen ismiyle, ki o da pek bilinmiyordu, Chris Marker hayata gözlerini yumdu. Dün 91. doğumgününü kutlamıştı. Bugün, Ingmar Bergman ve Michelangelo Antonioni’nin 5 sene önce öldüğü 30 Temmuz’da aramızdan ayrıldı. Bellek, tarih, zamanda yolculuk gibi kavramlar üzerine hayatını kuran biri için şaşırılmayacak bir haber. Zamanında şöyle demişti:

“İnsanlar öldüğünde tarih olur. Heykeller öldüğünde sanat olur. Bu ölümler kültür dediğimiz şeyin mimarıdır…”