Güncellenecek olabilir.
14.08
Rio 2016’ya mülteci sporcular davet etmek harika bir fikir. Onları tek bir takım altında yarıştırmak, dünyadaki mülteci gerçekliğinin altını çizerken tarihte de kalıcı bir iz bırakıyor. Yusra Mardini’nin Rio’da olması dünya için bir kazanç; onun Mart ayında neşredilen bir portresinin şimdi yeniden dolaşıma girmesi ve daha fazla kişiye ulaşması da öyle. Ancak bir noktada o portreye takım elbiseli adamlar giriyor ve Mülteci Olimpik Takım (ROT) bir IOC başarısı olarak o bildiğimiz branding/rebranding tornasına sokuluyor. Thomas Bach, dünyanın mülteci sorunundan sorumlu değil elbette. Ama barış üzerine, sosyoekonomik eşitsizlikler üzerine nutuk atacak biri de değil. Atıyor. Bu güçlü Mardini portresini sağmak için onu evcilleştirmeye kalkıyor. Dave Zirin bunun için “green-washing” ya da “white-washing” gibi “refugee-washing” tabirini de literatüre sokmayı önermişti.
Açılış töreni sırasında tüm bu olanlar bana Fatih Afrika Kupası’nı hatırlatmıştı. Turnuvanın varlığından haberdar olduğum günü unutmuyorum, çünkü o sırada Festus Okey’in ölüm haberini okuyordum. O günden sonra rastladığım haberlerde de kendi kendine yeten bir turnuva izlenimi vermişti bana. Belki aksilikler oluyordu ama öyle tahmin ediyorum ki, İstanbul’un Afrika Kupası’nın yolculuğunda sevinenler yalnızca gol atanlar değildi. Böyle özel bir toplanmaya yardım edenlerin, bunu mümkün kılanların duyduğu bir haz da vardı. Dört sene önce ise bu haz, Fatih Belediyesi tarafından kamulaştırıldı. Afrikalı kâğıtsızlar artık belediyeci hamilerinin gözetiminde top tepiyorlar; final maçlarını Cüneyt Çakır yönetiyor, kupa törenini Ertem Şener sunuyor. Artık Festus Okey’in değil, Mustafa Demir’in turnuvası…1
Mülteci Olimpik Takım’ın yıllar sonra Yusra Mardini’nin takımı olarak anılmasını ümit ediyorum. Thomas Bach’ın değil.
– Cem
08.08
Roland Barthes klasiği Camera Lucida, bizleri “studium” ve “punctum” kavramları ile tanıştırır. Studium’un işaret ettiği, fotoğrafı çeken ve fotoğrafa bakan arasında kurulan ortak alanı –Latinceden çevirisiyle– “delen” punctum, fotoğrafın bizde, yani seyircide bıraktığı kişisel izdir. Yine kitaptan hareketle; Barthes’ın “Bu öğe sahneden yükselir, bir ok gibi dışarı fırlar ve bana saplanır” diye tariflediği kavram, fotoğraftaki herhangi bir detay olabilir ve zaman içinde biz fotoğrafa tekrar tekrar baktıkça değişebilir.
Novak Djokovic ve Juan Martín del Potro’yu odağına alan yukarıdaki fotoğrafı ele alalım. İlk bakışta, maç puanıyla birlikte kortta bulunan onlarca kişinin benzerlerini çektiği, sıradan bir maç sonu kucaklaşması gibi görünüyor; ama işte, nasıl desem, farklı bir şeyler var… Durum çok ciddi. Studium sadece hoşlanma düzeyindedir; punctum ise kalbimizin orta yerine saplanır kalır. Ve ben son birkaç saattir defalarca baktığım bu fotoğrafta kalbimin orta yerine saplanıp kalan birden fazla öğe olduğuna yemin edebilirim.
– Emre
08.08
Çağı tarif ederken lafı çoğu zaman sinizme getiriyor, bazen sırtımızı “Schadenfreude” sözcüğüne yaslıyoruz. Buna karşılık, bir dünya rekoru kırıldığında, o anda havuzda, pistte –rekortmenin hemen yanındaki kulvarlarda yarışanlar da dâhil– ya da sosyal medya akışlarımızda rastladığımız, bu rekora bir yerinden dokunup şahitlik etmiş insanların mutluluğunun bir benzerini bulmak güç. Mutluluğun evrenselliği açısından. Dopingin, hilenin hurdanın her türlüsünü görmüş olmamız da bunu pek değiştirmiyor. Adeta bu 3:56.46, Katie Ledecky’nin tüm insanlıkla, en azından tüm çağdaşlarıyla paylaştığı bir rekormuş gibi. “Eski muhafızları hep birlikte dize getirdik.”
– Cem
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane