“Futbola odaklanmanın zor olduğu bir hafta” klişesini kullanmadı Fransa. Andılar, saygı duydular, hatırladılar, evet belki korktular ama devam ettiler. Hayatı yaşamak, her şeye rağmen devam edebilmek demek zaten.
7 maçlık yenilmezlik serisiyle gitti liderimiz Lorient’a. PSG’nin yabancı oyuncularının “ya şimdi nasıl döneceğiz Fransa’ya” minvalli moral bozuklukları, sakatlıklar sebebiyle Ongenda ve Kimpembe’nin 11 başlaması, Lorient’ın iç saha performansı falan derken, puan kaybı muhtemel gözüküyordu yalan yok. Benim esas merak ettiğim şey, Blanc’ın Marquinhos’u neden sildiği. Geçen sezon van der Wiel’a yaptığı gibi Marquinhos’u da yedeğe sapladı, ne olursa olsun öne almıyor. Neyse, Hervin Ongenda Lavezzi’ye “çok istiyorsan gidebilirsin dedi. Lorient deplasmanda maçın ikinci adamı olmak gerçekten kolay değil ama perdeyi açtı, elini rahatlattı takımının genç oyuncu. Bu arada 763 gün sonra ilk kez ilk 11’de başladı, onu da söyleyeyim. Matuidi yine Matuidi zaten, maçın adamı. Benim için hayal kırıklığı Jeannot oldu. Biraz top oynasa son haftaların en yakın PSG maçı olabilirdi. Olmadı, Lorient 5 maç sonra içeride kaybetti. Yalnız Moukandjo yine attı. Son 9’da 7.
10 maç, 3 beraberlik, 7 mağlubiyet. 14 maç, 4 galibiyet, 3 beraberlik, 7 mağlubiyet. N’aptınız Galyalı iksiri mi içirdiniz Ajaccio’dakilere? Korsika derbisini geriden gelip kazandı Ajaccio. Bastia için, özellikle de Ghislain Printant için geçen sezon eline geçirdiği kredi bitiyor. Brandao belki bu maç gol attı ama, onun Çin ya da Katar zamanı gelmiş bence. Fazla zorlamayın.
Lyon’u ne tokatladılar be. Son 15 maçında sadece 2 mağlubiyeti vardı aslanların, çıktılar, aslan gibi kaybettiler. Ben Arfa ve diğerleri özellikle Mapou Yanga-Mbiwa’ya “acaba başka bir mesleğe mi yönelsem” dedirtmiştir. Saydım, kendi kalesine bir gol attı, 4 uzun topu yere değmeden taca gitti, 3 kere yerden top kaptırdı, bayağı fazla çalım yedi. Yalnız Hubert Fournier’ye burada bir sual yöneltmek istiyorum, ligin en tokatçı takımına karşı en iyi ön liberonu stopere çekip saçmalaman hiç yakıştı mı? Yakıştı aslında, ben Fournier’nin bir üst düzeye çıkamayacağını, Lyon’dan sonra orta sıraya döneceğini düşünmeye başladım. Bu arada Valere Germain Ligue 1’de attığı gollerin %73’ünü ilk yarıda atmış. Vurup kaçıyor. Tüm ilgi Ben Arfa’da olunca onu sağ kenara attı Puel, Germain’in boşluklarına bu kez Seri girdi. Çok daha farklı olabilirdi maç. Bu arada, Beauvue Bidone D’or olmaya gidiyor.
Lille’de Herve Renard’ı nihayet kovdurdum da gene bir şey değişmedi. Bence kulüpte sorun var, bu sefer de sonuncuyla 1-1 berabere kaldılar. Yani bir takımın sezon başından beri oynadığı 14 maçın sadece birince 3 gol olabiliyorsa, ben Lille kombinesine sahip olsam paramı geri isterim. Yeter da. Bu arada teknik direktör olarak Frederic Antonetti’yi getirmişler. Kim olduğuna baktım, kimse değil anladığım kadarıyla. Lille’de işkence sürecek, takipte kalın.
Ooooo Montpellier, yenilmezlik serisi falan… Vay, vay, vay… Özete baktım, 20. dakikadan sonra Reims’a tekme tokat girmişler. Reims’ın özgüveni şu an magmada. Üst üste altıncı maçlarını kaybettiler, serbest düşüş devam ederse ve Toulouse da eşek değilse – ki eşek – yer değiştirirler.
Toulouse’e eşek dedim ama, bir kişi eşek değil orda, Ali Ahamada. Çok adı geçmez Avrupa’da ama son 5 sezonda çıkardığı 7. penaltı oldu Guingamp maçındaki. Ha neye yaradı diye sorun, hiçbir şeye. Ama olsun. Guingamp 5 maç sonra, nihayet kazanmış.
Ya ben bu Rennes’i anlamıyorum. Son beş maçta üst üste aynı sonucu alamadılar. Süper oynayıp kazanıyorlar, sonra amatör küme takımı gibi oynayıp yeniliyorlar, şimdi de Bordeaux’yla 2-2 berabere kaldılar. İki kez öne geçmelerine karşın hem de. Hatta olmayınca kazanamadıkları Ntep’in de geri döndüğü maçta. Galiba bu sezonki planlarında Avrupa’ya gitmek yok. İstemiyorlar, çok açık. Phillippe Montanier’nin hesaplarında istikrarlı bir takım kurmak yok anladığım kadarıyla.
Caen bu sezonki ilk beraberliğini aldı. Son üç sezonda Avrupa’nın en az berabere kalan takımı Caen ancak karşılarına ayıboğan Angers gelince dayanamadılar tabii. Angers’in 1980’den sonra Ligue 1’daki ilk 4 maç üst üste gol atamama serisi olmuş bu sezonki. Bence kendi rekorlarını da kırarlar. Takımın genlerinde gol ya da keyif yok. Fransız Stoke City işte.
Monaco – Nantes maçını neden izlemediğimi maçkolik yorumlarına bakarken anladım. “Beyler maçı izliyorum, hiçbir şey olmuyor” yazmış birisi. Bir tarafta “Hayatın boyunca tüm maçları 1-0 kazanabileceksin, asla keyif veremeyeceksin, karşılığında da hep ilk beşte olacaksın, kabul mü” diye sorsalar “Nereyi imzalıyoruz” diye soracak Jardim, diğer tarafta “Abi Monaco aradı, maça 7 kişi çıkabiliyorlarmış, bi puan teklif ediyorlar kabul edersen” deseler “Getir getir” diyecek Der Zakarian. Özet bitti.
Son sekiz maçta rakibini sadece bir kez yenebilmiş şekilde çıktı St. Etienne, Marsilya karşısına. Geçen sezondan sonra bir anda nasıl bu noktaya gelindi bilmiyorum ama, Velodrome’da oynayamayıp, deplasmanda takır takır galibiyet alan bir Marsilya var. Evet belki oyuncular, teknik direktör, oyun tarzı falan değişti ama, Velodrome’daki seyirci değişmedi. “O kazandıklarınızı buraya getirin lan” diye kulübü basarlar gene, benden söylemesi. Batshuayi 9 gole ulaştı. Şu an Lassana Diarra’yla birlikte Marsilya’nın elle tutulur tek oyuncusu o. Sezon başında da dediğim gibi, Premier League gerçekten çok yakın. St. Etienne’inse alıcılarıyla nasıl oynandıysa, 14. haftada -2 averajdalar. Yani bir Christophe Galtier takımı nasıl sezonun üçte biri geride kaldığında eksi averajda olur, aklım almıyor. Nolan Roux’nun korkunç oynaması, en uçta Hamouma’yı falan denemesi de Galtier’nin panik olduğuna işaret. Bereket, ilk dört PSG hariç felaket. İsteseler de uzaklaşamıyorlar Avrupa kupalarından. Bu arada, St. Etienne’in yukarıda gördüğünüz bu maça özel forması çok şık hareketti.
Çok moral bozan bir haftanın ardından, pek elle tutulur bir şey çıkmadı bu hafta maçlarda. Nice hariç, Nice iyi. Haftaya Marsilya – Monaco var. Marsilya kazanırsa ilk beşle puan farkını ikiye indirebilir. Ha bir de, Jardim kovulur.