Ortaokul yıllarındaki sportif hayallerim çoğunlukla iki farklı senaryo üzerinden yürürdü. Birincisinde, hoşlandığım kızın hoşlandığı çocukla ayrı takımlarda olurduk ve basketbol ya da futbol, her ne oynuyorsak, hoşlandığım kızın da dikkatle takip ettiği maç boyunca bana çirkef fauller yapardı. Bu faullerle canım yanar, kâh dizim döner kâh burnum kırılırdı; ama ben yılmaz, seke seke/topallaya topallaya devam eder ve maçı kazandıran basketi/golü atardım. Oldukça yaratıcı.
İkinci senaryo tamamen futbol temelliydi. Çalımlarla herkesi ipe dizer, en sonunda hoşlandığım kızın hoşlandığı çocuk olan karşı takımın kalecisiyle burun buruna kalırdım. İlk birkaç denemede Genzo Wakabayashi vs. Tsubasa Oozora merasimi gerçekleşir, en sonunda –bir şekilde- Wakabayashi’yi geçmeyi başarırdım. Hemen ardından hoşlandığım kız da benden hoşlanmaya başlardı, evlenme teklif ederdim, evlenir krediyle ev ve araba alırdık, çocuk yapardık. Daha da yaratıcı.
Senaryolarımı, özellikle de ikincisini klişe bulmuş olabilirsiniz. Uzak Doğu dövüş filmlerinin veya kimi aksiyon filmlerinin sıkça beslendiği Ters Ninja Kanunu da işte bu klişe üzerinden işler: Kötü adamların (karşı takımın defans oyuncuları) sayısı arttıkça kahramanımıza (bana) zarar verme (ataklarımı kesme) ihtimalleri de o kadar düşer. Kahramanın (benim) karşısında tek bir düşman (hoşlandığım kızın hoşlandığı çocuk) kaldığındaysa, meydan okumanın (ceza sahası içindeki olgun atağın) şiddeti artar, savaş uzar (gol olur).
Elbette ki gerçek hayatta bu kural her zaman işlemez. Yaklaşık 20 yıl önce bir atari salonunda köyün “delikanlı”sına atar yapmaya çalıştığımda, kötü adamların sayısıyla beraber, yediğim dayağın miktarı da artmıştı. Ters Ninja Kanunu’nun başlıca prensibi olarak kötü adamları (köyün zibidileri) hızlıca azaltma imkânı bulamadığım gibi, esas kötü adamla bir final mücadelesine de doğal olarak girişememiştim. Böyle maçlarda deplasmanda en az bir gol bulmak gerekir.
Dün gece Avrupa kıtasının çeşitli merkezlerinde bunu yapabilenlerden biri Gökhan Töre’ydi. Özellikle Kill Bill’de Uma Thurman’ın Crazy 88 mensuplarıyla kapıştığı sahnede tarihin en iyi örneklerinden birini veren Ters Ninja Kanunu’nu zihninde yeterince renkli bir şekilde canlandırabilenler, neden Gökhan Törentino’nun golle sonuçlanan hücumunu tek başına bir yazının odağına yerleştirdiğimi de anlamışlardır.
Bir kanat klasiğidir. Topu istersiniz, alırsınız, kaleye paralel bir iki çalımın ardından önünüzü boşaltıp herhangi bir köşeye plaseyi bırakıverirsiniz. Buraya kadar çok bilindik bir sahne. Gökhan’ın Club Brugge’a attığı golün beni bu kadar şaşırtmasının ve hatta büyülemesinin nedeni ise daha topu alırken Ters Ninja’yı görmüş olmasıdır. Topu aldığında yakınında bir kötü adam (defans oyuncusu) olan kahramanımız (Gökhan Töre), kötü adamların (defans oyuncularının) sayısının dörde çıkmasıyla kavganın (atağın) kolaylaşacağını fark etmiştir –işte büyüleyici kısım tam da burasıdır!
Kill Bill’deki o meşhur sahneyi hatırlayın, Gelin Uma’nın düşmanlarının nasıl hızlıca azaldığını… Şimdi de Gökhan’ın karşısındaki o kalabalık Brugge defansını… Son olarak, Gökhan’ın karşısında dört kötü adam yerine sadece tek bir kötü adam (güçlü bir defans oyuncusu) olduğu bir senaryoyu düşünün… Bu kadar kolay geçebilir miydi? En sondaki o en güçlü düşmanıyla baş başa kalmamak için vasıfsız düşmanlarının sayısını özellikle arttıran ve bu kalabalığın içine dalan Gökhan’ın planı o zaman tutar mıydı?
Ne ben hayatımda ilk kez futbol maçı izledim ne de böyle bir gol Gökhan ya da bir başkası tarafından ilk ya da son kez atıldı. “Yıldız/yetenekli oyuncuların etrafına çok doluşmayın” şeklinde bir defansif devrim inşa etmeye çalışmıyorum. Messi’nin kalabalık defans içinde attığı gollerin bug’ını keşfettiğimi de iddia etmiyorum. Ben sadece görüş yeteneğiyle Ters Ninja’yı bir futbol sahasına taşıyan ve Club Brugge defansını Crazy 88’e bağlayan Gökhan Töre gibilerin sınırsız hayal gücünün ve yaratıcılığının keyfini sürüyor, karşılarına dikilen “düşmanlarının” sayısının her gün daha da artmasını diliyorum.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane