Londra’da Handel fırtınasının estiği yıllardı. Almanya’daki patronu bir anda İngiltere Kralı olunca, üzerinde güneş batmayan imparatorluğun kapıları kendisi için sonuna kadar aralanmıştı. Kraliçe Anne’in ölümünden sonra tahta geçecek bir Protestan bulunamayınca, Alman Georg Ludwig olmuştu I. George; bizim Händel saray bestecisi.
İngilizce bilmeyen çiçeği burnunda İngiltere Kralı’nın gözbebeğiydi besteci. Thames Irmağı’nı turlayan saltanat kayıklarında, belki de Almanca konuşmaktan kaynaklanan dostluk bir efsaneyi yaratmıştı. Dahinin operaları Kral’ın Tiyatrosu’nda sahnelenedursun, besteler sıradan vatandaşa fazla geliyordu, halk başka tatlar arıyordu…
1727’de vatandaşlık alıp imzasını George Frideric Handel olarak atmaya başlayan müzisyen, aynı yılın sonlarında hamisinin yerine geçen oğlu II. George’un taç giyme töreni için de besteler yapmıştı. Her şey yolunda gidiyordu ta ki…
Farklı bir tadın peşindeki John Gay ile Johann Christoph Pepusch üç perdelik bir yapıtın peşinde koşturmaya başlıyordu. O günün popüler melodilerini alan, onları nakış gibi işleyen ikili, oldukça popüler bir yapıta imza atmıştı.
29 Ocak 1728’de küçük bir tiyatroda sahnelenen The Beggar’s Opera (Dilenciler Operası) ortalığı kasıp kavurmuştu. Arka arkaya 62 temsil, o tarihlerde görülmemiş bir şeydi. Prodüksiyon o kadar başarılı olmuştu ki turnayı gözünden vuran tiyatronun sahibi John Rich, günümüzün Kraliyet Operası’nın öncülü olan Covent Garden’daki yeni tiyatrosunu inşa edecek parayı bulmuştu.
Eserin ilk icrasının üzerinden 200 yıl geçmişken, başka bir ikili operayı yeniden uyarlıyordu. Berlin’deki gala o kadar başarılı olmuştu ki… Fahişeler, pezevenkler, katilleri gören insanlar dehşete kapılsa da başyapıttı ortaya çıkan. İşte o Dilenciler Operası’nın can verdiği, Bertolt Brecht’in kelimeleriyle Kurt Weill’ın notalarının dans ettiği şaheser, Üç Kuruşluk Opera’dan başkası değildi.
Ertesi sene tüm Almanya’yı yakmaya başlayan “ateş”i Naziler söndürmeye çalışsa da iş işten geçmişti. 1933’te yasaklandığında çoktan 18 dile çevrilmiş, 10 binden fazla kez Avrupa’nın değişik sahnelerinde sergilenmişti.
Savaşın bitimini müteakip başyapıt yine Almanya’da sahneleri renklendirmeye başlıyordu. Söylemeye gerek yok bir ömürdür tüm dünyada da sahneleniyor…
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane