Janet Frame ile tanışmamız şöyle oldu: Ben onun bir kitabını gördüm kitapçıda. Adı Bir Başka Yaza Doğru olan bir kitap. Raftan alıp karıştırdım biraz bu kitabı. Sonra da hemm deyip geri yerine koydum. Aradan aylar geçti. Bir gün bu kitabın adı aklıma takıldı. Yahu ben bu kitabı niye almadım ki, diye düşünüp yeniden kitapçıya gittim. Bir şekilde kitabı edinip, okumaya başladım. Şimdi uzun uzun kitabı anlatacak, övecek değilim. Ama Janet Frame başka bir yerden sesleniyordu, bundan emindim.
Geçen gün, film arşivi yapmaya çalışırken, Bertrand Blier filmlerinden yola çıkıp gizemli bir şekilde Jane Campion’ın filmlerine vardım. Sonra açtım klasörü, kalmış mı acaba izlemediğimiz Jane Campion filmi diye bakınmaya başladım. Piyano ile ortalığı kasıp kavuran, Bright Star ile bizi burkan bu kadın neler yapıyor acaba derken 1990 yılında çektiği bir filme denk geldim: An Angel at My Table.
Ne güzel bir film adıymış, ben bunu izlemedim mi yahu derken bir de baktım meğerse film Janet Frame’in hayatını anlatıyormuş. Daha doğrusu üç tane kitabı üzerinden (bu üç kitaptan ikincisi An Angel at My Table oluyor) bir Janet Frame biyografisi ortaya çıkarıyormuş. Janet Frame beni ikinci kez güzel bir isimle avlamıştı. Filmi izlemeye başlar başlamaz da tekrar Bir Başka Yaza Doğru geldi aklıma. Oradaki göçmen kuş durumunu, Grace’in hepimiz için sıradan sayılabilecek ufak bir yolculukta ne çileler çektiğini, kendi kendini nasıl tükettiğini hatırladım.
Janet Frame’in hayatı her zaman için kitaplarından daha ilgi çekici olmuş. İşte tam da bütün hayatını akıl hastanesinde geçireceğini zannederken yazdığı kitabın ödül aldığını öğrenen Frame, biraz da şans eseri hastaneden çıkıp hayatına geri dönüyordu. Tabii öyle “yaşasın hayat” türünde bir geri dönüş değildi bu. Ama hayatının geri kalanına baktığımızda epeyi mutlu bir durumdan söz ediyoruz aslında. Zira sürekli yanlış teşhis konulması nedeniyle şizofren olduğu zannedilen, bu sebeple uzun süre hastaneye kapatılan; fakat Londra’da adam gibi bir doktora görününce şizofren olmadığı anlaşılan bir kadından bahsediyoruz.
Janet Frame epeyi çekingen bir insan olduğu için biraz kişisel bulduğu Bir Başka Yaza Doğru’nun ölümünden sonra yayınlanmasını istemişti. Aslında film yani An Angel at My Table, Bir Başka Yaza Doğru’nun daha düz çizgisel hali. Ve bütün kitaplarını okumasam da, Janet Frame’in asıl yapmak istediği şeyi Bir Başka Yaza Doğru’da yaptığına inanıyorum: Gerçekliğin yapısıyla oynayıp yazmak denen şeyin öyle zannedildiği gibi bir serüven değil, köklü bir vazgeçiş olduğunu gösteriyor Janet Frame. Fakat bu, hayattan değil, hayatın gerçekliği denen şeyden vazgeçmek oluyor. İşte Jane Campion’ın filminin “eksik” olma nedeni de biraz bu. Jane Campion, Janet Frame’in yazarken yapmaya çalıştığı şeyden çok ne badireler atlattığına odaklanıyor. İlgilenenler için bu da değerlidir tabii ama sırf ilginç bir hayatı var diye Janet Frame’e odaklanmak büyük haksızlık olur. Jane Campion da az da olsa bunu yapıyor maalesef. Yine de, film Janet Frame’in acılarına odaklansa da, özellikle yazarın kitapları eşliğinde1 An Angel at My Table’a dalmak ilgilenenler için tatmin edici sonuçlar ortaya çıkarıyor.
Küçükken Brontë kardeşlere özenip kardeşiyle birlikte yazmaya başlayan Janet Frame hayatının sonlarına doğru bütünüyle bir ustalığa ulaşan yazarlardan biri oldu. “Neredeyse Virginia Woolf” denmesi bir açıdan doğru. Ama Frame’deki farkı yaratan o kırıklık Jane Campion’ın filminde net bir şekilde karşımıza çıkıyor. (Filmin tek başarısı da bu aslında.) İşte bu kırık durum, Janet Frame’in alâmetifarikası oluyor ve hiç eskimiyor. Zira kırık olan bitmez. Kırık hep bir yerde durur. Janet Frame’in her şeyiyle kırık olan hayatı ve yazarlığı merdivenlerden sonra başlayan küçük bir iç deniz gibi. Gördüğünüzde şaşırsanız mı, üzülseniz mi bilemiyorsunuz. Belki de ikisini birden yapmak lazım.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane