Bir filmin seyircisinde bıraktığı etkinin sebepleri oldukça çeşitlidir. Bazen filmin geçtiği mekan, öykündüğü olgu, oyuncu kadrosu, müzikleri gibi pek çok sebep sayılabilir. Louis Malle’in ilk uzun metrajı İdam Sehpası, bütün bu olasılıkları bir araya getirerek bir anlamda Fransız Yeni Dalga Sineması’nın da kapılarını aralayarak detaylara önem veren, mükemmeliyetçi ve ileri görüşlü bir yönetmeni seyirciyle tanıştırıyor.
İdam Sehpası yayınlandığında François Truffaut’nun 400 Darbe filmi henüz tamamlanmamıştı. Jean-Luc Godard’ın film noir denemesi Serseri Aşıklar’ın yayınlanmasına ise henüz üç yıl vardı. Adı sık sık André Bazin ile anılan sinema dergisi Cahiers du cinéma ise yedinci yılına girmişti. İdam Sehpası’ndan önce Jacques Cousteau’ya yardımcı yönetmenlik yapan Malle’in ilk uzun metrajı için doğru bir zamandı: Fransız sineması, kısa filmlerle ve eleştiri yazılarıyla çeşitli denemelerde bulunan müstakbel yönetmenlerini selamlamaya hazırlanırken çıkarılan dergilerin, yazılan yazıların bir tür akıma dönüşmesi ise an meselesiydi.
Film noir’ın tipik örneklerinden biri olan İdam Sehpası’nın; bir femme fatale, işlenen bir cinayet ve bir araya gelen tesadüfi olaylar zincirinden oluşan senaryosu, filmin Yeni Dalga’ya ilham kaynağı olmasının en büyük sebebi. Amerikan film noir’a ve Orson Welles, Alfred Hitchcock, Nicholas Ray gibi kendi tarzlarını yaratmayı başarmış, auteur sıfatına erişmiş yönetmenlere duydukları hayranlık, Yeni Dalga yönetmenlerinde hissedilebilir bir durum.
Döneminin ve bu dönem içindeki değerinin yanı sıra oyuncularıyla da tekrar tekrar konuşulması gereken bir film İdam Sehpası. Jeanne Moreau ve Maurice Ronet ikilisine emanet ettiği başrolleri iki oyuncunun hakkıyla kotardıkları söylenebilir.1 Filmde Jeanne Moreau’yu zengin bir iş adamıyla evli, femme fatale Florence Carala rolüyle izleriz. Evli olmasına karşın Maurice Ronet’nin canlandırdığı Julien Tavernier karakterine aşıktır. Bu aşk, Tavernier’i iş adamını öldürmeye iter. İşler planlandığı gibi gitmez ve bu cinayete işin içinde olmayan başka cinayetler eklenir.
Julien’ın cinayete dair izleri temizlemeye çalışırken asansörde kalması, Florence’i kendisinden bihaber bırakır ve belki de Fransız sinemasının büyüsü tam olarak burada devreye girer. Jeanne Moreau’yu Paris sokaklarında koşuştururken izleriz. Bu sekansları büyüleyici kılanlar yalnızca Paris, Jeanne Moreau ya da Louis Malle değildir; Miles Davis’in film için hazırladığı müzikler eşlik eder Moreau’nun çaresiz yolculuğuna.
Bu eşsiz görüntüler, yönetmenin filmografisinde sonraları pek karşımıza çıkmayacaktır. Yıllar geçtikçe Louis Malle filmografisi daha çok diyaloglara dayanan filmlerle dolar. My Dinner with Andre tamamen bu amaç doğrultusunda, uzun zaman sonra bir araya gelen iki dostun akşam yemeği boyunca konuştuklarını seyirciye taşır. Le feu follet ise intihar etmeyi düşünen bir doktor olan Alain Leroy’un düşüncelerini seyirci ile buluşturur. İdam Sehpası’nın başında Julien, “Sesini duymasam sessizlikte kaybolur giderim” der Florence’a.
Katillerin her zaman cinayet mahalline döndüğü film noir İdam Sehpası, Moreau’nun ve Ronet’nin oyunculuk performanslarıyla, Davis’in adeta tüm Paris’i saran müzikleriyle akıllarda yer eden, kısa süre sonra usta olarak anılacak bir yönetmenin ustaca çektiği ilk filmi.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane