Sabah kalkar kalkmaz refleks olarak televizyonu açıyorum ve daha günün programına bakıp plan yapmadan önce, o an ne varsa onu izliyorum. 3000 metre engelli seçmelerinden de, seçmelerde koşacak 3 adet Türk atlet olduğundan da haberim yoktu. Kadınlarda var mıydı böyle bir branş diye düşünürken, Pekin’de başladığını hatırlıyorum. Hatta dünya rekoru kırılmıştı. Yeni sayılabilecek bir branşa yüklenip oradan bir şeyler çıkarmaya çalışmak mantıklı. Önce ilk atletimiz geliyor, Binnaz. Yaklaşık bir tur fark yiyor. Arda Arşık’la muhabbet ediyoruz bir yandan. “Olimpiyat’ta koşup sonuncu olmak isterdim” diyor. “Açık ara sonuncu olmak en iyisi” diyorum. Binnaz da bu rüyayı gerçekleştiriyor ve en yakın rakibinden 36 saniye fark yemeyi başarıyor. Ardından Gülcan geliyor, Avrupa şampiyonu. Finale kalamaması sürpriz olur, dünyanın en iyi bilmemkaçıncı derecesinin sahibi. Finale kalamıyor ve sürpriz de olmuyor. Ardından üçüncü atletimiz Özlem geliyor. Bu kez beklentiler fazla değil. Sonuncu olmamak yeterli ve Özlem güzel bir Polonyalı kızı geride bırakmayı başarıyor.
Sonuç çok önemli değil de kötü olan röportajlar. Saçı başı dağınık bir adam her yarışın ardından kaybeden Türk atletle röportaj yapma sevdasında. Yabancı atletlerle neden röportaj yapılamıyor, o da ayrı bir konu. Röportajlarda matem var, neden ile başlayan sorular var. “Neden normal dereceni yapamadın?” Bu soru üçüne de geliyor. Biri sakat, biri havadan, biri tecrübesiz, bir şeyler söylemek zorunda tabi kızlar da. Normal derece? Bu derecenin çok daha iyisini yapabildiğini biliyoruz. Tabi ki biliyoruz, seninki de laf. Halterciler de antrenmanda kaldırdılar zaten o ağırlıkları. Sorun yok yani, iyiyiz. Tek sorunumuz Derya’nın 6 Olimpiyat’a gidip madalya alamaması.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane