Pazartesi akşamüstü okuldan geldikten sonra en büyük zevkim Avrupa’dan Futbol. Her kanalın bir Avrupa’dan Futbol’u var. Bazıları geniş özetli, bazıları grafikli, alengirli, bazıları geniş kapsamlı… Tercihim yok, hepsini izliyorum. Sırası var.
Annemin yaptığı sandviçi çantadan çıkarıp öğle teneffüsünde yemek o dönemde basit kaçıyor. Rezalet kantin sosislisi – umarım yazıhane takipçisi değilsindir Muharrem Abi – yiyerek ergenlik sivilcelerimin içine biraz daha mayonez katmak daha klas güya. Sandviç eve kalıyor, Avrupa’dan Futbol izlerken iyi gidiyor. En güzel yerini Valenciennes özetine bırakıyorum. Steve Savidan atıyor, ben bir ısırık alıyorum.
Avrupa’dan futbolla başladı Valenciennes sevgim. Aslında Steve Savidan’ın 12-13 golle tamamladığı sezonların ikişer dakikalık kısa özetlerini izleyerek başladı. Savidan klastı, sarı-kahve saçları boynuna kadar, fit, Steve isminde, Fransız. Steve diye Fransız olması şimdi olduğu kadar garip gelmiyordu o zaman. Ceza sahası civarına top indiğinde daha önceki özet tecrübelerime dayanıp “aha atmış” diye Nostradamus’çuluk oynuyordum kendi kendime. Atıyordu zaten Steve özette göründüğü zaman, kaçırdığına denk gelmemiştim.
Valenciennes’i takip etmek bayağı zordu ama henüz icat edilmemiş hipsterlığın keyfini almaya başlamıştım. O dönem herkesin en fazla değer biçtiği şey olan Facebook’ta beğenilen kulüplere Valenciennes’ı eklemek üzerimdeki ekstra ilgi demekti, her Pazartesi hafif dalga geçilerek Fransa’nın bana sorulması demekti ya da Fransa ligi iddaa uzmanı olmam demekti.
“Savidan iyi topçu” ile başlayan Valenciennes sevgim, Valenciennes içeride maç vermezle devam etti. Savidan haricinde kimseyi bilmiyordum gerçi ama, Nungesser’de maç vermezdi Valenciennes. Bu cümleyi stadın ismini bilerek söylemek beni hayatımın en mutlu adamı yapıyordu o zamanlar. Savidan atıyordu, Valenciennes içeride yenilmiyordu. Savidan ligi 13-15 gol bandında bitiriyordu, Valenciennes ilk sekiz yapıyordu. İlk sekiz diye bir şeye sevinebilmeyi o dönemde öğrendim. Şimdi Arsenal sayesinde dördüncülüğe seviniyorum mesela. Neyse, stream olayıyla da ilk o zamanlarda tanıştım. Valenciennes’ı izlemeyi başardığım ilk akşam piksellerden Savidan’ı, zerre anlamadığım Fransızca’nın gırtlağından da neler olduğunu çözmeye çalışıyordum.
Savidan beni Valenciennes taraftarı yapıp Caen’e gitti. Avrupa’dan futbol ve Fransa ligi benim için bir ikileme dönüşmüştü. Sandviçin en güzel yerini Savidan’ı izlerken mi, yoksa Valenciennes özeti yayındayken mi yemeliydim, karar veremiyordum bir türlü.
Sevdiğim takımları saydığımda ne zaman Valenciennes desem, “Valencia?” diye geri dönüş yapıyor insanlar bana. Değil. Aslında babalarımızın anlattığı gibi, televizyonda zor yakaladığım maçı izlerken dikkatimi çeken adamı, adamdan dolayı da takımı sevdim, fazlası değil.
Ligue 1’ı bana sevdiren adam Steve Savidan. Kendisini milli takıma çağırıp çocukluk rüyasını gerçekleştiren adam Raymond Domenech gibi bir yetersizi bana sevdiren de Steve Savidan. Hala maçlarını izlerken “n’apıyorum lan ben” diye kendimi sorguladığım takım Valenciennes’ı da bana sevdiren Steve Savidan…
Şampiyonlar Ligi’nde, Euro’da, Dünya Kupası’nda oynayacak diye sevinirken kalbi var dediler, emekli oldu. Eurosport’a futbol danışmanı olunca sanki aynı ofiste çalışacakmışız gibi sevindim. Meslektaştık bir yerde. Ona kendimi en yakın hissettiğim zaman, Twitter’da “bio”larımıza Eurosport yazdığımız zamanlardı. Jübile maçını gözlerim yaşlı izledim, galiba Henry’nin Arsenal’dan ayrılmasından sonra ilk kez futbol için bu kadar duygulanmıştım.
Bu Steve Savidan’ın kim olduğunu anlatan bir yazı olmadı, çünkü bundan sonra gerek yok. Ha bu arada, Uğur Meleke’yi sevdiren adam da Steve Savidan, atlamayayım. Bir gün Angers’teki restoranına gelip formamı imzalatacağım Steve abi, sandviçimin en güzel yerisin.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane