Bazı şeyleri kelimelerle anlatmak zordur. Birine “Bak bu izlediğim şey, tanıştırayım” demek çoğu zaman iki taraf için de sancılı bir süreçtir. Birazdan yapacağımız şey, tam olarak bu. 2014 yılında sinemayla ilgilenen hemen herkesin kulağına çalınan, çoğumuzun festivallerde bilet bulabilmek için birbiriyle yarıştığı bir filmden bahsetmeye çalışacağız. 12 yılda çekilen ve sadece bir film değil, bir deneyim olarak da derinden sarsan Richard Linklater filmi Boyhood konuğumuz olacak. Bazı şeyleri kelimelerle anlatamazsınız dedik, bu o şeylerden biri. Yine de yazmayı denedik.
Bırak Zaman Aksın
En mutlu olduğunuz günü sorsam, bir anda cevap veremezsiniz. Klişelerin aksine ilk öpücüğünüzü, içtiğiniz ilk birayı da hatırlamayabilirsiniz. İlk aşkınızı sorsam bile neyin aşk olduğunu tanımlamaya çalışıp, nerede “aşık olduğunuzu sandığınızı” düşünmekten yanıta ulaşamazsınız. “Boyhood,” insanı büyütenlerin büyük anılar değil, küçük anların toplamı olduğu gerçeğini kavradığı için değerli. Richard Linklater, filmsel olanın değil yaşamsal olanın peşine düşüyor burada. Size 165 dakikalık değil, 12 yıllık bir hikaye anlatıyor. Ve o hikayede sinemasal büyüklüğün değil, gerçekliğin peşine düşüyor. Mason’ı küçük Mason’dan üniversiteli Mason haline getiren tecrübelerin toplamına bakıyor. Tanışılan insanlar, küçük kardeş kavgaları, değişen evler, gidip gelenler, ve hep orada kalanlar: İnsanı bugün olduğu kişi yapanlar bunlar. Evet, filmin yedinci sanatın tarihine geçecek radikallikte bir fikri var, ama aslında bu fikrin bir önemi yok. O fikir bir araç. Her yılı bir bölüme ayırıp bu fikrin altını çizmiyor, “Bakın, biz ne kadar harika bir şey yaptık” demiyor. Zaman ne zaman geçti, bir yıl ne zaman aktı, fark etmiyorsunuz bazen. Öyle akıyor hayat. Bazen kimsenin hatırlamadığı, sadece sizin aklınızda kalan, sebepsizce sizi mutlu eden ya da üzen, ya da bazen hiçbir his uyandırmadan belleğinizde kalan anılar vardır, işte “Boyhood” o anların filmi. Denir ya “Hayat ileriye doğru yaşanır ama geriye doğru anlaşılır.” Sinemanın imkanları kullanılarak bunu daha iyi yapan bir film; hatırlamıyorum. Mason’ın hikayesini ileri doğru izliyorsunuz. Ama değerini ancak bittiği anda anlıyorsunuz, geriye bakarak. Hatırınızda kaldığı kadarıyla. Belki de Mason’ın hatırladığı kadarıyla.
Linklater “Boyhood”da büyük patlamalar, büyük dramalardan kaçınarak büyük bir film yapılabileceğini ispatlıyor. Kendi sözleriyle: “Senaryolar sunidir. Hayatın bir senaryosu var mı? Karakterleri var, anlatısı var, ama senaryosu? Hayır.” İşte “Boyhood”un bugüne kadar görmediğim ölçüde evrensel bir hayranlıkla karşılanmasındaki sebep bu. Bugüne kadar hiper-gerçekçi çok film gördük, ama hayatı bu kadar gerçek anlatanını görmedik. – Çetin Cem Yılmaz
Yüzler Kulübü
Richard Linklater sinemasına aşık olanlar ünlü yönetmenin filmleriyle ilk tanışmalarını unutmazlar. Kimisi için Slacker, külliyata uygun biçimde ilk adımdır. Kimisi daha klasik bir yolu izler, bir trende, Before Sunrise’da Jesse ile Celine’in tanıştığı yerde ilk kez bu sinemanın bir parçası olur. Bazıları için de ilk tanışma bir lise mezuniyetinde, Dazed and Confused’un geçtiği o günde yaşanır. Fark tanışılan yerde değil, sonrasında başlar. Tamamen mükemmel bir filmografiye sahip değildir, her yönetmen gibi bazı hatalar yapmıştır ama Linklater’ın filmleri sizinle birlikte gelir. Sadece salonda, bilgisayarınızda, festivalde ya da gece yarısı bir televizyon kanalında kalmaz, bir söz, bir şarkı, bazen de bir yüz sizinle birlikte perdenin dışına taşar.
Güzel denemelerin yazarlarından Michelle Orange, daha sonra kitaplaştırdığı yazılarından birini Linklater sinemasına aşina bir yüzün, Ethan Hawke’un üzerine kaleme almıştı. “Theory on Receptivity and Some Thoughts on Ethan Hawke’s Face”1 adını taşıyan denemesi, basit ve aslında hayati bir konuya, Before Sunrise’de trende tanıştığımız ünlü oyuncunun Before Sunset’teki hâline dayanıyordu. Daha doğrusu yüzüne, dönüşümüne, olduğu adama. Yazarın ifadesiyle:
O, zayıf ve çökmüş duruyordu. Fakat esas yüzü –pürüzlü cildi, çukur yanakları, gözlerinin arasındaki kılıçla yarılmış hissi uyandıran kızgın, uyarıcı kırışıklıkları- beni hayretten donduran şeydi. Bazıları onun yeni boşanma sürecini geride bıraktığını, bunun bedelini ödediğini söylüyordu, hayat insana böyle davranırdı. Böyle şeyleri duymuştum ama daha önce benden yalnızca birkaç yaş büyük birinin yüzünde etkilerini görme fırsatım olmamıştı. Ethan Hawke’un yüzünde korkutucu ama aynı zamanda etkileyici, keskin, dokunaklı, gerçekçi şeyler vardı. (…) Hayat bunu bana da mı yapacaktı? Endişelenmiştim.
Ethan Hawke ile aramdaki yaş farkı birkaçtan fazla. Çok. Bu yüzden Before Sunset’i ya da Before Midnight’ı izlerken aynı duyguya kapılmadım. Her şeyi değiştiren Boyhood oldu. Aslında tam tersi olması gerekirken. Olağanüstü bir sinema deneyimine şahitlik etmiş olarak sinemadan çıktığım ve sürekli film hakkında konuşmak istediğim saatlerde kafamda bu vardı. Filmin ana karakteri Mason’dan 5 yaş büyüktüm ve gerçek zamanlı çekilen bu filmde 2002’den 2014’e kadar onun büyümesini izlerken bir şeye dikkat ettim. Yüzündeki ışığa.
Mason da kızkardeşi Samantha da filmde gözlerimizin önünde büyümüşlerdi. Anneleri ve babalarının ayrılığı, annelerinin evlendiği adamlar serisi, kötü ayrılıklar, kavgalar, okuldaki sancılar, büyüme kaygıları, arkadaşlar, sevgililer onlara bir şey yapmıştı. Yüzlerindeki ışık gitmişti. Boyhood’daki ve karşımda, benimle birlikte büyüyen bu çocukların hayatlarındaki yüzlerce mesele arasında en çok o ışık bana dokunmuştu. Eve geldim, Mason’ın fotoğraflarına, kendi Facebook profilime, başkalarının eklediği eski fotoğraflarıma ve aynaya baktım. Bu film bana bunu yaptı. Hayatın neler yaptığını ya da yapacağını ise bilmiyorum. Henüz. – İnan Özdemir
12 Yıl Süren Bir An
“Richard Linklater 12 yıla yayılan bir büyüme hikâyesi anlatıyormuş.”
Bu cümleyi ilk olarak 2007’de duymuştum sanırım. Boyhood’un hikâyesi başlayalı beş yıl olmuş ve hâlâ ne olup bittiğini pek anlayamamıştık. Sonra 2011 yılında bir arkadaş ile yaptığımız sohbet esnasında şöyle bir cümle kuruldu: “Yahu bu Linklater’ın Memlüklüler’den beri çektiği bir film vardı ne oldu o?”
Ne olduğunu görmek için üç yıl daha bekledik ve en sonunda geçtiğimiz günlerde ufak çapta efsaneleşen Boyhood’u izleme şansına kavuştuk. Geçen yıllar içinde oluşan beklenti “epik bir çocukluk filmi” şeklindeydi ama Linklater’ı az çok tanıyan herkes büyük hikâyelerle ya da kahramanlarla ilgilenmediğini bilir. Bilakis, büyük olmamak ya da kahraman olmamak için çabalayan karakterlerin kol gezdiği filmlerle doludur filmografisi.
Boyhood için “bir erkek çocuğunun büyüme hikâyesi” demek bir yere kadar doğru. Ama sadece bu noktada kalmak filme haksızlık yapmak olur. Linklater, büyümek denen şeyin başlayan ve biten bir şey olmadığını, daha ziyade süreklilik arz eden ve sürekli yenilenen bir süreç olduğunu söylüyor bizlere. Filmde büyüyen sadece Mason değil, kardeşi, annesi, babası ve bizzat Linklater’ın kendisi oluyor. Linklater, Mason ile birlikte kızı Lorelei Linklater tarafından canlandırılan Samantha’nın büyümesini de anlatıyor. Bu noktada Boyhood ile birlikte Linklater’ın kişisel bir kayıt tutma deneyimini de tecrübe etmiş oluyoruz bir bakıma.
Boyhood, bilinçli bir iddiasızlığa sahip bir film. Hikâyesinde kırılma noktası olabilecek, büyük bir meseleye temas edebilecek bir sürü nokta var ama Linklater bilinçli bir tercihle bütün bu “büyük anları” es geçiyor. Çünkü Linklater temelde bir sanatsal başarı ya da sinematik bir zaferden ziyade kayıt tutmak ile ilgileniyor. Filmin akışında rahatlatıcı bir unsur olarak görülebilecek “2 yıl sonra” “5 yıl sonra” gibi şeylere başvurmuyor. Zamanın geçtiğini popüler bir ikondan, siyasi bir gelişmeden ya da sadece bir şarkıdan anlayabiliyoruz.
Hüzünlü ya da karamsar değil sadece “öyle” olan bir film Boyhood. Büyümenin bir çözüm olarak sunulmadığı ve karmaşık bir hayatta ne yapacağını bilemeyen insanların filmi. Hepimiz gibi böyle bir dünyada hata yapan insanların filmi. Başlarda kaypak bir adam izlenimi uyandıran babanın 12 yıl içinde ailenin en aklı başında insanına dönüşmesinin ya da ailenin en aklı başında görünen bireyi olan annenin iki alkolikle yapılan başarısız evliliklerin sonucunda daha da kafası karışık bir insana dönüşmesinin filmi. Daha hayatta ne yapacağına karar verememişken ebeveyn olan insanlar, uzatılan saçlar, boyanan tırnaklar, takılan küpeler hepimizin şu ya da bu şekilde kıyısından köşesinden geçtiği durumların bir fotoğrafı Boyhood. Ne bir eksik ne de bir fazla.
Filmin tüm Linklater filmografisi için bir toparlama olduğunu tespit edebiliriz. Bir bakıma Linklater’ın tüm filmlerinin adı Boyhood olabilir. Çünkü yaşları kaç olursa olsun zaman, hayat ve mesafe ile ilgili problem yaşayan erkek karakterler her zaman ilgisini çekmiştir Linklater’ın. Before serisinde ilk iki film nazarında 9 yıl süren bir günün ağırlığı vardı. Boyhood’da ise sadece bir güne hatta bir âna sıkışan 12 yıl var. Filmin sonunda Mason’ın yeni tanıştığı ve büyük ihtimalle ileride sevgilisi olacak kıza geçip giden zamandan ziyade “yan yana gelen anlara” inandığını söylemesi biraz da bu yüzden. Çünkü büyümek, Boyhood özelinde tam 12 yıl süren ve henüz bitmeyen bir an. Tam da Mason’ın o dağ başında bir taşın üstüne oturmuş etrafına baktığı an. – Aras Keser
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane