Euroleague için geri sayım devam ediyor, üçüncü partide baş altı takımlar sıralanıyor…
Part I: Sağ Baştan Say #24 – #19
Part II: Sağ Baştan Say #18 – #13
Caja Laboral’in sezonuna önden bakarken, hitap ettiğim okuyucuyu nerede konumlandıracağıma dikkatli bir biçimde karar vermeliyim. Eğer karşımdaki insan internette yayın avına çıkmaya üşenmeyen, görüntü kalitesine de pek takılmayıp ACB’yi yakın takibe alan biriyse ona söyleyecek fazla sözüm yok. Bask ekibinin nevi şahsına münhasır koçu hiçbir yere gitmedi, arka alandaki yenileme ve pota altı kuvvetlerine katılan -uzun süre de burada kalacakmış gibi gözüken- parlak bir Alman dışında kadro yapısında da konuşmaya değer fazla bir şey yok. Fakat takımı hala Bilbao’da kaybedip, liderlik elde etmesi beklenen bir grupta Top 16 harici kalma kaderiyle yüzleştiği o gecede bıraktıysanız bir durum tespitine ihtiyacınız var.
Bir kere bu sezon o Mirza Teletovic’in sırtında Final-Four’a kadar uzanabileceği sanrılarını gören takımın izine rastlayamayacaksınız. Doğrusu yeni yılda da bu takımı izlemeye devam etmiş olsaydınız, bunu çoktan bilecektiniz. Zira Dusko Ivanovic o kirli rüyalardan çabuk uyandı ve Pablo Prigioni’nin asli karar verici rolüne geri döndüğü daha paylaşımcı bir oyun düzenine geçiş yaptı. Bu sırada lokavt sonrası NBA’de ümit ettiği çapta bir değer göremeyen Andres Nocioni de acı vatana kesin dönüş yaptı. Maciej Lampe uzun süreli sakatlığından sonra yaşam emareleri vermeye başladı ve transferini daha mantıklı bir karar gibi gösterdi. Herkesin onun eline baktığı dönemlerde ilgisiz gözükerek takımın Euroleague bozgununa davetiye çıkaran Fernando “Sana Dün Bir Tepeden Baktım” San Emeterio da önceki sezonu hatırlatmaya başladı ve işler rayına oturdu. Futboldaki manzaraya benzer şekilde burada da yepyeni bir seviyeyi zorlayan Real-Barça rekabetinden sıyrılıp finale kafa uzatamadılar belki ama sezonun başından kalan o buruk tadı bir ölçüde unutturabildiler.
Bu coğrafyadaki en büyük yin-yang tılsımı artık onlarla birlikte değil ve NBA çemberlerine 12 metre uzaklıkta yeni kamplar kurma niyetinde. Fakat onları Bilbao’daki felaket gecesinden beri yoklamayanların düşünebileceği kadar büyük bir kayıp değil bu. Teletovic bir koçun yoluna çıkabilecek en tuzaklı oyunculardandı, Ivanovic de bir süreliğine onun albenisinden kendini alamadı fakat sonunda bunun elindeki yetenekli oyuncu grubuna haksızlık olduğunu fark etti. Yeni sezona girilirken belki de daha büyük kayıp, yazın en acayip transferini yapıp Knicks’e giden Prigioni olacak. Onun yokluğunda Galatasaray’da iken ayarsız eleştirilere maruz bırakıldığını düşündüğüm Taylor Rochestie, geçen sezon beklentilere hiç cevap veremeyen genç Fransız Thomas Heurtel ve daha güvenli bir yastık aradıklarında başvurabilecekleri veteran Carlos Cabezas ile çeşit yapmış durumdalar. Fabien Causeur de birçok oyuncu için sancılı olabilen Fransa-İspanya geçişinde, farklı olduğunu kanıtlama derdinde olacak.
Zaman kimseyi beklemez, her şey zaman alır. Havada asılı duruyor olduklarını düşündüğünüz arılar, o konumlarını korumak için çok hızlı bir şekilde hareket etmek zorundadırlar aslında. Nocioni NBA’de belirsiz rollerde geçirdiği zamanı telafi etmek zorunda ve kabul etmek gerekir ki, lokavt boyunca Arjantin’de oynamak pek parlak bir fikir değildi. Bunu Londra’daki oyunlarda da gözlemleyebildik, fakat Ivanovic ile geçirdiği yarım sezonun üzerine bu hazırlık dönemi ona yaramışa benziyor. Şu ana kadar adını zikretmediğim Brad Oleson ve Nemanja Bjelica da dahil, kadrodaki oyuncuların birçoğu farklı pozisyonlara kaydırıldıklarında da verimliliklerini koruyabilme yetisine sahip. Bu da Ivanovic’e hiçbir şeye değişmeyeceği bir esneklik avantajı sağlıyor. Kimi zaman Cabezas-Causeur ile topu yöneten iki oyuncuyu birlikte kullanabilir, kimi zaman Rochestie-Oleson ile iki yetkin skoreri. Forvet pozisyonlarını San Emeterio-Nocioni ile geçip rakip savunma için hayatı zorlaştırabilir. Ivanovic bu, geçen sezon belli bölümlerde Nocioni’yi 2 numarada kullandığını da gördük.
Pota altında Teletovic’in rolüne oturmaya aday isim Nemanja, soyisim Bjelica. Aynı dönemde Sırp basketbolunun yeni yüzleri olarak sunulan Keselj-Bjelica-Velickovic üçlüsünden hiçbirinin olayını tam olarak çözememiş, ama içlerinden en yukarı çıkanın Bjelica olacağını düşünmüştüm. Diğer ikisi hakikaten gittikleri hiçbir takımda bir istikrara kavuşamadılar, fakat aynı şekilde geçen yıllar Bjelica konusunda neden ümitli olduğumu sorgulamamı da zorunlu kılıyor. Geçen sezon küçük bir evrilme yaşasa da bu yeni rolde huzuru bulacağından da emin olamıyorum. Onu yedekleyecek Milko Bjelica’nın sağlık durumu şüpheli. Lampe onca sakatlıktan sonra yanında bir asteriskle dolaşıyor zaten. Fakat Ivanovic için en düşündürücü olanı muhtemelen Tibor Pleiss’a mononükleoz teşhisi konması.
Baskonia yine çok bilinmeyenli bir denklem sunuyor, çözmek için ellerinde bir R sabiti var. Ivanovic için her şeyin başladığı eylemin baş harfi: Koşmak. Benim gibi bu sistemin, sonuna kadar gitme amacındaki takımlar için ciddi kör noktaları olduğunu düşünmekte serbestsiniz. Fakat ne olursa olsun Ivanovic bu işin en büyük ustası. Elinde Rudy Fernandez ya da Sergio Rodriguez olmasa da, sanrılara kapılmadığı müddetçe dolaptaki malzemelerden iyi bir akşam yemeği çıkaracağından kuşkunuz olmasın. – Cem Pekdoğru
Panathinaikos taraftarlarını belki de hiç alışık olmadıkları kadar zor bir sezon bekliyor. Başarılı olup olmamak, hatta yıllar sonra Olympiacos’un gerisinde olduğunu bu kadar hissederek sezona başlamak bile asıl mesele değil. Girdikleri yeni döneme dair belirsizlikler, yoncaların belki de Avrupa’nın en başarılı kulübü haline gelmesinin en temel sebebi Thanasis Giannakopoulos’un geri çekilmesi bile değil… Zeljko Obradovic artık onlarla değil ve şartlar ne olursa olsun kendilerine olan güvenin sarsılması için bir sebep var artık.
Zor bir yaz oldu Atina’da. Bütçe yarı yarıya düştü ve bu zaten biliniyordu ama yine de kalması umulan efsane koçun ayrılığı, her şeyin sil baştan olmasına sebep oldu. Mike Batiste, Sarunas Jasikevicius gibi paradan önce onun varlığı için orada bulunan semboller dahi ayrıldı. Ve can sıkmak için bir sebep daha, çok fazla belirsizlik var.
Makedonikos’la ULEB Cup finali oynaması ve ülkenin değerli koçlarından biri olmasına rağmen1 Argiris Pedoulakis’in ortaya ne koyacağına dair bir belirsizliğin olması oldukça doğal. Yeni strateji doğrultusunda genç oyunculara yatırımın önemli bir sacayağı olduğunu göz önüne alırsak, deneyimsiz oyuncularla çalışma konusundaki referansı önemli bir nokta.
En büyük değişikliklerden birisi Pavlos Giannakopoulos’un oğlu Dimitris’in işleri ele alması. Amcası Thanassis kadar ateşli olma ama aynı zamanda koç başta takımla zaman zaman takışabilme potansiyelini de taşıyor.2 Saras’ın Obradovic sonrası takımın eskisi gibi Final-Four’a katılamayacağını düşünerek ayrıldığını söylerken, yoncaların Londra’da olacağını söyleyerek taş atmasından ve Olympiacos’un ligde ikincilik için mücadele edeceğini söylemesinden,3 PAO’nun haybeye bir sezon geçirme niyetinde olmadığını rahatlıkla anlayabiliriz.4 Final-Four’un en büyük adayı olmayabilirler ama bu onları hafife almak için yeterli bir sebep değil, playoff ve hatta 2000’lerin belki de en çok başlı Final-Four yarışında, Londra”ya ulaşmak imkansız değil.
Her şeyden önce, Avrupa’nın en iyi birkaç oyuncusundan biri olduğu su götürmez – ki bence en iyisi – Dimitris Diamantidis hala orada. Çok değil önceki sezon büyük erozyona uğramış bir takıma nasıl kupayı kaldırttığını unutmak pek akıllıca değil. Fenerbahçe’de iyice karın ağrısı haline gelen Roko-Leni Ukic’in de bu yapıda daha yararlı olma şansı azımsanmayacak düzeyde. En büyük sıkıntısı olan set hücumunu yönetme ve karar alma işlerini kaptanına devrettiği sürece, onun da ciddi katkı verme şansı var. Keza, A1’in en iyi guardlarından Vassilis Xanthopoulos da kadroya eklendiğine göre sıklıkla iki numara oynaması muhtemel. Nick Calathes’in paranın peşinden Krasnodar’a gidişi ile boşalan “Viva American”5 kontenjanını dolduran, yolu NCAA’de Florida sahillerinden geçmiş bir diğer yerli Michael Bramos da kenardan gelerek görev adamlığına soyunacak. İyi bir tamamlayıcı olan Jonas Maciulis kirli işlerle meşgul olurken, Avrupa kariyerine İsrail’de iyi bir başlangıç yapan Derwin Kitchen’in OAKA’daki performansı ise Panathinaikos’un bu sezonki başarı parametrelerinden biri gibi görünüyor.6
Şu ana kadar iyi görünen ve Maccabi’yle bir sezon önceki iyi performansına dönüş sinyalleri veren Big Sofo yazın en çok ses getiren hamlelerindendi. Sağlıklı olduğu sürece, çok istikrarlı olmasa da daha merkezde olacağı bu yapıda önemli katkı verebilir. Hilton Armstrong ve Stephane Lasme ise illa NBA’den adı olan, yıldız golcü transferi niyetiyle çıkılan seferde elimiz boş dönmeyelim diye alınan otogar pişmaniyesi tadında. Sahada eskisi gibi görünmese de varlığı önemli olan Kostas Tsartsaris, geçen sezondan devam eden iki kişiden biri. En önemli transfer ise kuşkusuz Andy Panko. Lagun Aro Gipuzkoa’da ACB’nin MVP’si olacak kadar özel bir performans gösterince yolu tekrar Yunanistan’a düştü. Hem içeriden hem de dışarıdan oynayabilen forvetin tanımı, sahada yüzü potaya dönük oyunun derslerini veren bir veteran olarak, Diamantidis’le iyi bir kimya oluşturabildikleri takdirde takımın en önemli hücum silahlarından biri olacak.
Zeljko Obradovic, hatta Thanassis Giannakopoulos sonrası yumuşak bir geçiş söz konusu dahi olamaz elbette. Yeni dönemde tekrar ayağa kalkmak için iyi bir yerli çekirdeği oluşturmak ve ligde tekrar üstünlüğü ele almak PAO’nun öncelikli hedefi. Euroleague’de ise tahmin edilmesi zor bir takım olacaklar gibi, kağıt üstünde göründükleri kadar kolay bir rakip olmayabilirler. – Çağrı Turhan
henüz genç bir takım olsa da ekonomik gücüyle kısa sürede rusya”nın kafa takımları arasına giren khimki”nin arkasında çok iyi bir sezonu bırakarak euroleague”e döndüğünü söyleyebiliriz. finalde lig şampiyonluğunu bir kez daha7 cska”ya kaybetseler de, avrupa”nın en üst seviyesine eurocup şampiyonu unvanıyla geri dönüyorlar. aynı başarıyı daha önce lietuvos rytas”la da yakalayan litvanyalı koç rimas kurtinaitis”in ilk euroleague tecrübesi pek hoş bitmemişti. rytas”la gruplara ilk 4 maçın 3″ünü kazanarak başlamışlar ancak kalan 6 maçın sadece birini kazanınca, grup dördüncülüğünü ikili averajla efes pilsen”e kaptırmışlardı. bu nedenle kurtinaitis”in de kendi içinde göreceği bir hesap da var.
beklendiği gibi bir transfer stratejisi izlemediler, belki para harcadılar ama büyük bir isim getirmediler. alışveriş sepetindeki en parlak isim, finlandiya”nın çok uzun süredir çıkardığı en önemli oyuncu olan ve ilginç olduğunu tahmin ettiğim 4 senelik virtus bologna8 deneyimiyle gelen oyun kurucu petteri koponen.9 koponen milli takımda oynamaya başladıktan sonra finlandiya”nın önce a klasmanına çıkması, sonra da, her ne kadar artık 24 takımla yapılsa da, üstüste ikinci kez avrupa şampiyonası oynayacak olması bence tesadüf değil.10 koponen”in yanında, daha önce onunla birlikte virtus”ta yarım sezon oynayan amerikalı şutör kc rivers”ı da11 getiren khimki bu iki oyuncuyla, takımdan ayrılan amerikalı guardlar thomas kelati ve chris quinn”in yerini doldurmayı planlıyor. bunun dışında planinic, fridzon, khvostov ve vyaltsev”den oluşan arka alanı korudular. özellikle geçen sene pas vermeyi hatırlayan taze eurocup final four mvp”si planinic ve olimpiyatlardaki iyi oyunuyla, takım arkadaşı monya ile beraber, rusya”nın bronz madalya kazanmasına oldukça yardımcı olan fridzon”un aynı formu tutmaları khimki için çok önemli. öyle ki bu iki guard da geçen sezon eurocup”u kazanırken P şut atmışlardı. pota altında ise rusya”da huzuru yakalayan12 hırvat uzun kresimir loncar yine takımın en önemli skor opsiyonlarından biri olmaya devam edecek. ona yardımcı olmak için geçen sezon takıma katılan uzunlar matt nielsen ve alexey zhukanenko”nun yanına, ispanya”da geçen sezonu iyi ribaund ortalamalarıyla kapatan amerikalı uzunlar james augustine ve paul davis”i ekleyerek pota altı rotasyonunu derinleştirdiler.
geçen sezon bilbao, galatasaray, unics kazan ve hatta cantu gibi beklenmeyen takımların performanslarını kopyalayabilecek takımlardan biri olabilir khimki. bu takımların ortak özelliği coaching”lerinin çok iyi olmasıydı. khimki”nin derin bir kadrosu, tecrübeli oyuncuları ve bahsettiğimiz üzere euroleague”de kendini kanıtlamak isteyen bir koçu var. grupta real madrid ve fenerbahçe gibi iki final four adayının arkasında kalmaları yüksek ihtimal olsa da, her ikisi de geçen sene ilk gruplardan çıkan panathinaikos veya cantu”dan birini top 16 dışına iteceklerini zannediyorum. ilk hedef elbette top 16, ilerisini, ileride düşünmek isteyecektir kurtinaitis. – Sedat Koç
İkinci Dünya Savaşı sonrası yıkılan, tarumar olan İtalya”nın yeniden inşası tarihteki en büyük başarı öykülerinden biri. 19. yüzyıl sonlarında Il Risorgimento”dan sonra (İtalya”nın birleşmesi) zaten endüstriyel gelişimin merkezi haline gelen Milano-Torino-Genoa üçgeni bu yeniden yapılanma döneminde de en büyük rolü üstleniyor. “Miracolo Economico Italiano” yani İtalyan Ekonomi Mucizesi denen savaş sonrası ABD”nin düzenlediği Marshall Planı”ndan gelen önemli parayla da beraber şirketlerin büyümesi ve ihracatın patlamasıyla şekillenen devasa ekonomik büyümeden bahsediyoruz. İtalyanların “Boom” diye dile getirdikleri… Aynı Vittorio de Sica”nın “Il Boom” filminde anlattığı gibi. Kapitalizmin altın çağı da denen Almanya”da Wirtschaftswunder, Fransa”da Trente Glorieuses, Japonya”da Japonya Muzicesi olarak tezahür eden savaş sonrası ekonomik patlamanın etkisiyle 1950-1970 arası İtalya devasa büyüme oranları gösterdi. Kuzey İtalya”da Fiat, Pirelli ve Olivetti bu gelişimin öncüleri olurken Zegna, Bracco, Zambon, Italcementi, Recordati, Marzotto, Piaggio, Cirio, Martini Rossi, Cinzano gibi çeşitli sektörlerden markalar çok büyüdüler. 1955-1971 arası 9.5 milyon insan savaş öncesi tarım toplumu olan İtalya”nın kırsalından ve daha çok güneyinden kuzeye, endüstriyel bölgelere devasa bir iç göçe mecbur kaldılar. Büyük iş gücü ile beraber ülkenin kuzeyi bambaşka bir büyüme oranına sahip oldu. Lakin İtalyan Mucizesinin bir farkı endüstriyel ihracatın yanı sıra zanaatkarlığın ve stil sahibi olmanın İtalya”da bir yaşam biçimini almasıyla beraber kültür, tasarım ve stil ihracatı da yaratılmıştı. Fiat”ın 600 modeli, Magnetti Marelli radyosu, Olivetti”nin daktiloları, Espresso kahve makineleri, Piaggio Vespa motorları, Innocenti”nin Lambretti”si, Iso”nun Isetta mikro otomobilleri, Gio Ponti mobilyaları, Nebiolo puntoları, sineması, müzikleri ve Giorgio Armani gibi modacıların tasarımları… Aynı dönemde bu şirketlerin spora yatırım yapmalarıyla beraber futbol, basketbol, voleybol ve daha birçok spor dalında aynı ölçekte kalkınma yaşandı. Küçük-büyük neredeyse kuzey şehirlerinde basketbol takımları öne çıktılar. Hangi şirket bu kalkınmanın içerisinde büyüyorsa o sponsorlukta öne çıkıyordu. Bu sponsorluk sistemiyle beraber de İtalyan takımları Avrupa basketbolunda büyük bir imparatorluk kurmuşlardı. Milano, Varese, Cantu, Bologna, Pesaro şehirlerinin takımları öne çıkıyordu. Olimpia Milano ise o zamanların önemli gıda markası Simmenthal sponsorluğunda 1966″da ilk Euroleague şampiyonluğunu getirmişti. Milano takımı ekonomik gelişimin merkezinde yıllar içinde farklı şirketlerin isim vermesiyle toplam 25 şampiyonluk, 3 Euroleague şampiyonluğu ve daha birçok başarı elde etti. Lakin sponsor sistemiyle ayakta duran takımlar 2000″lerde ekonomik gerilemeyle beraber toplam 13 şampiyonluk yaşadıkları Euroleague”de 2001″den beri (Suproleague-Euroleague senesi) şampiyonluk, 2004″teki Fortitudo (Skipper) Bologna”dan beri de final görmediler. Bologna denilen yıkılmaz kalenin, çifte imparatorluğun yerinde yeller esiyor. Takımların değişen sponsor isimlerinden anıtmezar oluşturulacak vaziyette. Montepaschi Siena olmasa hedefli takımları dahi olmayacaktı. Siena”nın son durumunu zaten İsmail güzelce anlattı. Sponsor değişiklikleri ile takım isimlerini takip etmenin zor olduğu, kafalarda karışıklık yarattığı, istikrarın kaybolduğu dönemin devamında İtalyan Mucizesinin en büyük isimlerinden Armani spora olan alakasını yine göstererek 2009″da uzun yıllardır sessiz olan Milano”ya 4 yıllığına 60 milyon euroluk bütçeyle güçlü bir destek ortaya koydu. Artık tekrar, bilhassa da bu yıl, İtalya”nın en güçlüsü olma yolunda ellerinde eski tahakkümü kurabilecek bir kadro var. Fakat stiliyle ünlü Armani”nin takımına koçluk yapan Sergio Scariolo”nun stili buna yeterli mi orası hep tartışılıyor. Geçen yıl yaşanan sorunlardan sonra bu yıl kredisi biraz daha azalmış durumda İtalyan koçun. Takıma yine istediği oyuncular transfer edildi. Artık ipler onun elinde. Geçen yılın ortasında olaylı ayrılan Drew Nicholas”ın yerine gelen Keith Langford takıma farklı bir boyut katacak. 1-2 numaralarda etkili olabilen top kullanmayı seven Langford”la ilgili en mühim husus oyun kurucu Omar Cook ile uyumları olacak. Cook sabit şutörü beslemeyi seven bir oyuncuyken Langford kendi yaratıcılığına güvenen bir skorer. Zmago Sagadin tornasından çıkma eski Zadar”lı Hırvat gard Rok Stipçeviç”in onlara vereceği destek de önemli. Lakin bu takımın en kritik ismi Malik Hairston. Çok yönlü savunma ve hücum yetenekleri ile Hairston bu takımın mendireği. Geçen yıl ikisi de çok parlak sezon geçirmeyen Yunan Adaları Fotsis ve Bourousis”in Scariolo kaos sisteminde kendilerine yer-yurt edinebilmeleri takım için paha biçilmez olacak. Langford”la Maccabi”den gelen Richard Hendrix “Rolling in the Deep” söylemek dışında da boyalı alanda yetenekleri olan bir kısa pivot. Hendrix”in bire bir savunması, blok hassasiyeti ve mücadele DNA”sı bu yıl Milano için hayati olacak. Geçen yıl aranan pota altı sertliğine çare olacak. Gianluca Basile geçen yıl son bir atımlık diye oynadığı Cantu”dan kariyer çeki ile yakındaki Milano”ya geçti. Geçen seneki formunu sürdürürse keskin şutör takımın geçen yıl saha içinde yaşadığı kişilik problemlerine çare olabilir. Scariolo”nun geçen yıl uzun süre peşinde koşup transfer ettirdiği Alessandro Gentile”nin bu yıl göstereceği gelişim ve adaptasyon rotasyona derinlik katacak. Türk basketbolseverleri rahat nefes alabilir, bu sene Mason Rocca takımda yok. Onun büyük boşluğunu bençten David Chiotti ve genç Nicola Melli doldurmaya çalışacak.
İtalya yeni bir kalkınma savaşının ortasında. Belki bir savaştan çıkılmadı ancak ülke ekonomik krizle beraber yorgun ve bitkin. Hatta hayatta kalmaya çalışan şirketler ve spor kulüpleri çoğunlukta. Dipten zirveye giden yolu daha önce yaşamış İtalyanlar için aynı döngü bir daha yaşanır mı bilinmez ama sponsor ilişkileriyle doğru orantılı giden basketbolda başarı konusunda EA7 Emporio Armani Milano kalan son kalelerden biri olarak gözüküyor. Koç Trinchieri”nin Cantu”yu daha mütevazı yollarla yeniden ayağa kaldırmasının ardından Armani de yatırdığı büyük paranın karşılığını Scariolo”dan bekliyor. 1990″da henüz 29 yaşındayken Scavolini Pesaro”da şampiyonluk yaşayan koçun kariyer başarılarına rağmen üzerinde hep bir şüphe bulutu oldu. “Hazır takımları başarıya ulaştırdı, kendi kurmaya çalıştığı takımlar hep problemler yaşadı” tezi ortaya konur. Geçen yıl kurmaya çalıştığı Milano”nun dağınık, ne yaptığını bilmekten uzak görüntüsünün yanı sıra zar zor çoğuna göre hak edilmeden çıkılmış bir Top 16″sı var. Elinde pahalı, yetenekli ve helva yapılmayı bekleyen bir kadro var yine. Scariolo için belki de son güvenoyu yoklaması olacak. Elinde ERARCO”nun onun için özel dizayn ettiği küçük taktik tahtasıyla çizecekleri onun ve takımın kaderini de belirleyecek. Anadolu Efes, Caja Laboral, Olympiakos, Zalgiris, Cedevita”lı grupta Milano gruptan çıkma konusunda problem yaşamayabilir. Lakin geçen seneye de F4 iddialısı başlanıp neler yaşandığını hatırlatalım. Scariolo”nun Milano”suna hem “Risorgimento” hem de “Unificazione” gerekiyor. Aksi takdirde hem casino onun için hem de Milano için “Miracolo” gerekecek… – Caner Eler
Tıpkı Siena gibi bir bankanın sponsorluğunu yaptığı Unicaja Malaga, Endülüs bölgesinin tek Euroleague temsilcisi. Henüz 20. yılını kutlasa da yıllardır yapılan istikrarlı yatırım, kurulan düzenli yapı ve taraftarın ilgisiyle sağlam bir basketbol geleneğine sahipler. Kulüp tarihi boyunca üç kez İspanya Ligi”nde final oynadı, bir şampiyonluk elde etti. Koraç Kupası”nda bir final bir de şampiyonlukları var. İspanyol olmasının da getirdiği etkiyle, kulübün A Lisansı bulunuyor. Fakat İspanya Ligi”ni dokuzuncu sırada bitiren Malaga, geçen sezon bu lisansı az kalsın kaybediyordu. 2011-12 kulüp tarihinin en başarısız sezonuydu.
Sil baştan yapmaya karar verdiler.
Chus Mateo zaten sezon bitmeden görevinden alınmıştı, yerine Jasmin Repesa geldi. Kulübün simgesi Jorge Garbajosa çift pota basketboldan emekli olup artık tek pota oynamaya karar verdi.13 Malaga”da bu sezon 10 yeni oyuncu var.
Repesa”nın ilk işi oyun kurucu transfer etmek oldu. Uzun süre manevi evladı Roko Ukiç”i kadroya katmak için çok uğraşsa da, istediği sonuca ulaşamadı. Bunun üzerine rota Marcus Williams ve Earl Calloway”e döndü. Williams, UCONN günlerinde muhteşem bir yetenek olarak biliniyordu. Solak, harika bir saha görüşü olan, top hakimiyeti ve pas yeteneği muazzam bir oyun kurucu. NBA”e büyük beklentilerle gitti, ancak saha dışındaki problemleri yüzünden bir türlü oyuna konsantre olamadı. Laptop çalma suçundan hüküm giymesi,14 bir türlü kontrol edemediği kiloları, tembelliği yüzünden Çin Ligi”ne kadar düştü. Çalışmadığı için oyununu bir türlü geliştiremedi ve topu fazla domine ettiği için karar vermekte zorlanan eski bir yetenek haline geldi. Kolejdeki hayranları, Repesa”yla ona bir şans daha verecek. Üstelik 27. doğum günü Aralık ayında. Hâlâ önünde bir fırsatı var. Euroleague”in asist krallığında üst sıralarda bir yerlerde olacağı kesin. Oyun kurucu pozisyonunu paylaştığı Calloway, Williams”ın eksiklerini kapatacak bir guard. Özellikle dış şutlarda Calloway Malaga”ya çok yardımcı olacak. Az top kaybetmesi ve takım arkadaşlarını oyuna katması da cabası…
Repesa iki ve üç numaralı pozisyonlarda büyük yıldız almadı belki ama dikkat çekici transferler yaptı. Txemi Urtasun gibi iyi bir şutör, Zoran Dragiç gibi iyi ve çok hareketli bir penetreci, Krunoslav Simon gibi geçen yıl kendini Euroleague”de göstermiş, pas yeteneği de bulunan bir üçlükçü ve Sergi Vidal gibi kazanmayı bilen bir tecrübe takımda. Hücumda sürekli hareket edecek, topu iyi paylaşacak ve çeşitli şekillerde sayı bulabilecek bir kanat rotasyonu var Repesa”nın elinde.
Fakat Malaga”nın en güçlü olduğu taraf uzunlar. Geçen yıldan kalan tek isim Luka Zoriç, hücumda geçen yıla oranla çok daha fazla sorumluluk almak zorunda. Zoriç belki çok top kaybediyor ama yüzdeli oyunu Malaga”nın işine yarayacaktır. James Gist, Fenerbahçe Ülker”in aksine daha düşük bir rolde oynayacağı için atletik yetenekleriyle Malaga”da oynayacağı basketbolla “bu adam geçen sene neredeydi” dedirtebilir. Liderlik sorumluluğunu almadığı ve sadece iyi yaptığı işlere konsantre olduğu zaman bu seviyede verimli olabilir. Brezilyalı Augusto Cesar Lima da müthiş fiziğinin yanı sıra “kenardan gelip ribaund alan oyuncu” rolüne bürünecek. Bu üç uzun da masaya farklı şeyler koyabiliyor ama takımın esas ses getiren transferleri Barcelona”dan gelen Fran Vazquez ve Kosta Peroviç. Sırtı dönük skorer Peroviç yine sınırlı dakikalarda etkili olacaktır ama Fran bu takımın nereye gideceğini belirleyecek isim. Malaga kadrosu sert savunmacılardan oluşmuyor ve Vazquez”in ortaya koyacağı sertlik tonu hayati önem taşıyor.
Bu kadar değişiklik yaptıktan sonra Unicaja”nın bir anda en üst seviyeye çıkmasını beklemek hayalcilik olur. Uyum süreci çok önemli ve tıpkı Siena”daki gibi ilk tur grubu onlara yardımcı olacak. Grubu Alba-Prokom-Chalon üçlüsünün üstünde herhangi bir yerde bitirip TOP 16″da gerçek güçlerini gösterecekler. – İsmail Şenol
Ülkenin en köklü basketbol kulübünün koçu ve asistanı, Haifa’nın en lüks otelinin en iyi manzaralı odasında oturuyorlardı. Hatırı sayılır bir göbek büyütmüş olsa da eski bir sporcu olduğunu kolaylıkla söyleyebileceğiniz asistan, dizinin üzerindeki MacBook’la uğraşıyordu. Hemen karşısında komutası altında olduğu adam vardı. Ellerini kenetlemiş, sıkıntıyla asistanını izliyordu. Vücut dillerinden aralarındaki hiyerarşiyi çözümlemek aslında çok kolay değildi ama odadaki enerji merkezinde sıkıntılı adamın durduğunu duyumsayabiliyordunuz.
“Hala yok mu? Haifa’nın en lüks oteline hoş geldiniz. Kıçımın beş yıldızı.”
“Paris’teki saray yavrusundan sonra öyle gelmesi normal Koç! Neyse, düzelmiş gibi görünüyor şimdi. Yine de yüklenmesi bir 4-5 dakika alır.”
Avrupa Ligi’ndeki ilk maçın başlamasına neredeyse bir hafta kalmıştı. Bir sene önce son toptaki dalgın bir hatayla Final-Four’dan olan kadronun yarısına yakını kaybedilmişti. Almanya ve Fransa’da geçen kamp döneminin ilk günlerinde Koç, karşısında bağımsızlığını yeni ilan eden bir ülkenin milli takımına ilk kez çağrılan oyuncular varmış gibi hissediyordu. Sezon öncesi son bir sınav işlevi görmesi umulan şu dandik ulusal kupalardan biri için Haifa’daydı takım. Fakat çok da umursadıkları söylenemezdi, bu tip kupalar belli bir sayıyı geçtikten sonra müzede bile sakil durmaya başlıyordu. Odada ilk hafta oynayacakları Malaga takımını etüt etmek için buluşmuşlardı, diğer asistan da takımla birlikte idman yapıyordu. İletişim çağının koçlar için en büyük yararı, bu rakibe hazırlanma sürecinde ortaya çıkıyordu. Binbir zorlukla kaydedilen VHS kasetlerini izlemek için bir odaya tıkılmaları gerekmiyordu. Bu dandik İsrail kupası maçlarını bile, medeniyetin ne ara uğradığını bilmediğin bir yerdeki bir nehir kenarında canlı olarak izleyen birilerini bulabilirdin.
Unicaja Malaga’nın 15 sayı farkla kaybettiği Real Madrid maçının ikinci yarı görüntüleriydi yüklenmesini bekledikleri. Odadaki geniş ekran televizyonda kulübün resmi kanalı açıktı, o sırada Koç konuşanın kendi görüntüsü olduğunu fark etti. “Herkesi şaşırtacağız” diye başlıyordu cümlesine Koç, yöneltilen sorudaki endişeli vurgulara karşılık olarak.
“Lior’a 3 numaradan da süre vermek zorundayız Koç,” dedi asistan, “o bunun farkında mı?” Kendisinin bile bu zorunluluğun farkında olduğu söylenemezdi, ‘nasıl’ der gibi kaşlarını çattı. “Kısa rotasyonu bu haldeyken bir de Devin ile gelen durağanlığa katlanamayız. David’e sezon boyu güvenemeyeceğini sen de biliyorsun. Bir de Yogev kafasını toplayamaz, takımdan kaçış yolları aramaya devam ederse işimiz var. Lior’u 3 numaraya kaydırırsak, işte o zaman çözülmesi zor bir denklem oluştururuz rakip için. Lior ve Nik’i birlikte üzerine saldığımızda, bunu savunabilecek parçalar hangi takımda var? Bir düşünsene Koç. Bu Malaga takımından falan bahsetmiyorum, daha büyük balıkları düşün. Madem yüksek tempo oynayacağız, olması gerektiği gibi yapalım.”
Guy konuşmaya devam ediyordu ama Koç daha fazlasını dinlemedi. Kimdi bu karşısında oturan adam? O sakatlanıp basketbolu bıraktığı dönemde Maccabi’nin A takımıyla yavaş yavaş süre bulmaya başlayan genç oyun kurucuydu, bundan haberi vardı elbette. Ama neden karşısında oturup, ona işini ‘olması gerektiği gibi’ yapması nasihatini veriyordu? Princeton’dan mezun olduktan sonra buraya gelirken nelerle karşılaşacağını biliyordu. Maneviyat düşkünü biri sayılırdı, ama o meşhur ‘köklere dönüş’ teranesi yüzünden taşınmamıştı bu ülkeye. Burada işler böyle yürüyordu, böyle kulüpler içinde hayatını sürdürebilmek için böyle tavizler vermek gerekiyordu. Çok fazla güç dengesi vardı ve bazen sana hiç danışılmadan alınan bazı kararlara göz yummak işin bir parçasıydı. İtalya’daki huzurunu bırakıp Rusya üzerinden Türkiye’ye geçtiğinde de tüm bunların bilincindeydi. Türkiye’den doğuya geçince daha fazla refah aramamalıydın. Tanrı biliyor ki, en kötüsü de Türkiye’ydi. Bununla birlikte artık o -yanlış kullanılan anlamıyla- üçüncü dünya ülkeleri muhabbetinin ne kadar geçerli olduğundan emin değildi. Yüzeye indiğinde problemlerin her tarafı sarmış olduğunu göreceğini biliyordu, burada olmasını bir ölçüde borçlu olduğu o cinnet geçirten Amerikalı cahillerden bir farkı kalmazdı aksi takdirde. Yine de çalıştığı kulüpler finansal açıdan kötü durumda gözükmüyorlardı ve hala geleceklerini nasıl olup da böylesine antika heriflerin insafına bıraktıklarını anlayamıyordu.
“Ne diyorsun Koç, sence de en mantıklısı bu değil mi?”
Ölü bir balığın gözleriyle bakıyordu asistanına.
“Yani Lior ve Nik ile başlasak,” diye devam etti eskinin oyun kurucusu, “bu sence de Repesa’yı şaşırtmaz mıydı?”
“Bak, şaşırtmak kelimesinden aynı şeyi anladığımızı sanmıyorum. Hem o hücuma ‘durağanlık’ getirdiğini söylediğin Devin olmasaydı, şu dünkü kıvırcık solağın bile bizi tek başına yenebileceğini biliyorsun değil mi?”
Geniş ekrandaki konuşan kafanın kendisine ait olduğunu fark etti. Aynı şeylerden bahsediyordu. Kulüp televizyonu gün boyu tek bir bant ile idare ediyor, onu döndürüp duruyordu. Söylediklerinde samimi olup olmadığını bilmiyordu. Aslında spesifik bir şeyden de bahsetmiyordu ve insanların bu sözleri neye yoracağından emin sayılmazdı. Muhtemelen beklentilerin üzerine çıkmaya yönelik bir iddia olacaktı algıladıkları. Halbuki insanları şaşırtmak çok kolaydı. Geçen sezon PAO önünde o kadar direnmiş olmaları hemen herkesi şaşırtmıştı. Bunu geçtiğimiz sezonun öncesinde tüm basketbol dünyası için adsız bir oyuncu olan Yogev’in, Avrupa’nın en iyi guardlarıyla aşık atması sayesinde yapmışlardı. O Yogev yaz boyunca takımdan ayrılmanın yollarını aradı. Guy’ın sözleri içinde onu gerçekten kaygılandıran tek şey de buydu: Yogev’in kafasını toplayamama ihtimali. Ama bununla bile birilerini şaşırtabilirdi. Geçen sene Yogev’in resitali sırasında, en iyi dönemlerini geride bırakmış dahi olsa transferi büyük yankı uyandıran Yunan bir efsaneyi yanında oturtmuştu Koç. İnsanlar en çok da buna şaşırmıştı, en yakınındakiler bile takım iyi gitmesine rağmen yanına gelip onun kararını sorguluyorlardı. Bu hiçbir halttan haberi olmayan adamları ‘en yakınındakiler’ olarak nitelemesi, belki de en acı verici olan buydu. Ve insanların şaşırması gereken esas şey de.
Beş ay sonra, yine çeyrek final serisinde, karşılarında bu kez Fenerbahçe Ülker vardı. Buraya kadar gelmeleri yine bir sürü otoriteyi şaşırtmıştı. Yogev geçen sene havalandığı yerden yeniden yeryüzüne iniş yapsa da takımı fena yönetmemiş, sezon boyunca geçiş hücumlarına can veren beyin olmuştu. Soluğu Rusya’da alansa, basketbol aklı ile ilgili son umut kırıntılarını da hiç eden David olmuştu. Pota altında ise -geçen sezon düşünüldüğünde çok şaşırtıcı olmasa da- Giorgi takımı sırtlıyordu. Kafayı ileri istatistikle kırmış otuzbirci Euroleague delilerinin sözlerine kulak asmayıp gerçek dünyaya döndüğünde, bu çocuğun çok özel biri olacağına daha en başından inanmıştı.
Hakemler ortadaki bir düdükte, en ufak bir cesaret gösteremeyip karşılıklı faul çaldılar. Serinin sonucunu belirleyecek maçta son 9 saniyeye giriliyordu ve tek hücum Maccabi’ye kalacaktı. Koç hakemlerin yanına gidip süreyi gözden geçirmelerini istedi. Düdüğe itiraz etmiyordu bile, zira bu dangalakların cesur davrandıklarına pek şahit olunmazdı.
Tüm başarılarına rağmen hala her açıdan sorgulanabilir bir teknik adamdı. Bir istisnayla. Avrupa basketbolunu birkaç yıl takip etmiş hiç kimse onun son toplardaki eşsiz dehasını inkar edemezdi. Oyuncularının yanına geri dönerken Guy dikkatini çekti. Tam o sırada, oturan Nik’e döndü ve aralarında nasıl bir iletişim olduysa eleman donuk yüz ifadesini bozmadan ayağa kalktı. Devin beşinci faulünü almıştı ve Guy sezon boyunca beklediği anla kucaklaşıyordu.
“Günü mü kurtaracaksın,” dedi asistanının karşısına dikilip, “o zaman bunu olması gerektiği gibi yap.”
Taktik tahtasını Guy’a doğru uzattı. Sanki karşısında duran Bar Refaeli ve elinde tuttuğu da az önce kopçalarını gevşetip kurtulduğu sütyeniymiş gibi bakıyordu ona. Molanın bitişine kadar bu ifadeyi izlemek istemiyordu, tahtayı göbeğine doğru itti ve Nik’in boşalttığı sandalyeye çöktü.
Sabaha karşı uyandığında saat beş buçuktu. Evinin uzun koridoru boyunca yürüdü, buzdolabının kapısını açtı ve sandviç ekmeklerine uzandı. Elindeki malzemeleri masaya koyduğunda eşinin gölgesini fark etti. Mutfağın girişindeki alçıdan kemere yaslanmış, onu izliyordu. “Ne oldu,” dedi gülümseyerek, “zor bir gece miydi?” Mahcup bir gülümsemeydi, neredeyse en ufak bir kabahati olmayan bir konu için özür diler gibiydi. Uykusunu bölmüşe benzemiyordu, zaten genelde gülümseyemeyecek kadar huysuz olurdu öyle durumlarda. “Basın toplantısında Coach K’e haddini bildirdiğim günden beri böyle huzurlu bir uyku çekmemiştim,” diye cevap verdi, “kısa ama huzurlu. Artık sen de gidip uyuyabilirsin.” Bu seferki gülümseme daha alaycı olanlardandı ve David’e kesinlikle daha tanıdık geldi. Aşık olduğu o kadını yeniden görmüştü ve o kadına yeniden aşık olmak için güzel bir zamandı: “İşte şimdi oldu.”
Bir saat sonra Büyük Patron’a telefon etti. “Günaydın Shimon. Bu saatte aramak istemezdim, kusura bakma. İstifamı açıklamam sanırım iki taraf için de en iyisi olacak. Misafirlerin olduğunu biliyorum ama öğleden sonra kulübe uğrayabilirsen sevinirim.”
Telefonun ucundaki mahmurluk yerini önce şaşkınlıkla karışık, kısa bir süre sonra ise saf bir öfkeye bırakmıştı. Takımı sabote etmekten bahsediyordu, Guy’a denyo diyor ve gerçekten Nik’in el üstü orta mesafesiyle seri kazanabileceğini düşündüyse asıl istifa etmesi gerekenin o olduğunu söylüyordu. Yalnızca bu kulüpteki görevinden değil, basketbola dair her şeyden, diyordu. Hatta bu kadar naif olabildiği için, belki hayattan bile, diyordu. Lior’un yaptığı perdeden daha sertlerini kadınlar liginde yapıyorlar, diyordu.
“Gel de istifa metnini hazırlayalım Shimon, bu işi olması gerektiği gibi bitirelim.”15 – Cem Pekdoğru
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane