– Peki bir motivasyonun kaldı mı geriye? Kazanabileceğin her şeyi kazandın şimdiden. Rüya gibi olmalı…
7 Ocak 1990’da, Avusturya’nın İnnsbruck şehrinin Fulpmes kasabasında doğan kocakafalı, sol kulağı doğuştan sağır, çelimsiz bir çocuk… Avusturya’nın en büyük kış sporcularını çıkaran tesislere bayağı bir yakındır doğduğu yer, e doğal olarak o da daha 5-6 yaşlarındayken kayakla haşır neşir olacak, sonrasında da Avusturya Kayak Federasyonu’nun seçmelerine katılıp kayakla atlama takımına girecektir, kaçışı yoktur, bir nevi kaderidir bu. Doğuştan gelen mini fiziksel dezavantajlara rağmen, çok hareketli, yerinde durmayan, sürekli oradan oraya zıplayıp duran bir hiperaktiftir. Zaman geçip büyüdüğünde ise sadece fiziksel anlamda değil, her anlamda diğer çocuklardan farklı olduğu anlaşılacaktır Gregor Schlierenzauer’in…
“Arkadaş benim de öyle soyadım olsa ben de farklı hissederim” diyorsunuz, biliyorum. Baştan diyeyim, “şıliğğınsaua” diye okunuyor, boğulma efekti gibi. Bambaşka bir adamın hikayesini anlatacağım size. 21 yaşında, kazanabileceği her şeyi kazanmış bir adamın, bir çocuğun, Schlieri’nin…
Evet, akıllı adamın yapacağı iş değil kayakla atlama. 90 kilometre/saatle 150 metre yüksekliğinde bir yerden zıplayıp, ortalama 130-145 metre uçup, iki koca kayağın üzerine iniyorsunuz… İşin kötüsü bu sonradan başlanan bir iş değil, daha 6-7 yaşında başlamanız gerek. Kim izin verir ki oğlunun hayatını 150 metre uçmaya çalışarak kazanmasına? Anjelika ve Paul Schlierenzauerler…
Gregor Schlierenzauer’in amcası ve menajeri, beş kez dünya şampiyonluğu ve üç olimpiyat madalyası sahibi Luge sporcusu Markus Prock, Gregor’un farklı bir çocuk olduğunu anlar daha küçük yaşlarda. Avusturya Kayak Federasyonu’nda doğru adamları tanıyordur ve Gregor’u seçmelere sokmaları için Paul ve Anjelika’yı ikna eder. Çok zorlanmaz Gregor seçmeleri kazanmakta, ancak önündeki yol çok uzundur. Antrenmanlar ve okul ergenliğini yiyecektir, ancak meyvelerini çok çok erken alacaktır Schlieri.
Henüz 16 yaşına bastıktan 1 hafta sonra katıldığı Dünya Gençler Şampiyonası’nda normal tepe yarışını kazanır. Herkesin gözü bir anda ona çevrilmiştir, zira bu şampiyonada şampiyon olanlar genellikle birkaç kez Dünya Kupası’nda yarışmış, 18 yaşındaki hafif tecrübeli çocuklardır. Derhal A takıma alınır ve şampiyonluğundan bir ay sonra, Dünya Kupası’nda, kayakla atlamanın zirvesinde yarışır. İlk yarışı Oslo’dadır, yani kış sporlarının doğduğu yerde. “Biraz heyecanlanmıştım tabii. İlk yarışımı sporun doğduğu yerde yapmak tuhaftı, sanki yeni doğuyormuşum gibi geldi” der o gün için. 24. olup ilk Dünya Kupası puanlarını aldıktan sonra bir daha yarışmaz ilk senesinde, ancak antrenörü Alexander Pointner’in gelecek sezon için büyük planları vardır, bir süperstarın geldiğini anlamıştır zira…
2006-2007 sezonunu yine Norveç’te, bu kez Lillehammer’de açar Schlieri. İlk yarışta podyumu ufacık bir farkla kaçırır, bir sonraki gündeyse, henüz 16 yaş 10 aylıkken ilk yarışını kazanır. Tarihin en genç kazananları listesinde beşinci sıraya yerleşecektir ama esas önemli olan şey, daha bu yaşta bir şampiyon gibi atlamaktadır, kendine müthiş bir güven duyarak… Nereden mi biliyoruz? Çünkü kayakla atlama tarihinin en büyük turnuvası olan Dört Tepe’de 2. olmuştur ve Sapporo’daki Dünya Şampiyonası’nda altın alan müthiş Avusturya takımının bir parçasıdır artık. Dünya Kupası’nda ise sezonu dördüncü sırada bitirir Schlieri. Artık bütün Avusturya ona odaklanmış, onun şampiyonluğunu beklemektedir. Öyle ki, daha 17 yaşındaki bu çocuk, Avusturya Altın Devlet Nişanı alır. Gerçi sadece Avusturyalılar değildir artık onu bekleyenler, bir anlamda kayakla atlama camiasının Macaulay Culkin’i olmuş, 17 yaşında bitirdiği sezonun sonunda kendisi için forumlar, fan sayfaları açılmaya başlanmıştır…
2008 ve 2009 seneleri onun zirve yaptığı zamanlardır. Artık çocukluğunu geride bırakmış, 18’ine basmış, liseyi bitirip spor akademisine girmiştir. Televizyon şovları, imza günleri ve ödül törenlerine katılmaya başlar. Başarılarsa katlanarak gelmeye devam ediyordur bu süreçte. İki sene içerisinde 21 galibiyet alır ve sezonun sonunda Dünya Kupası’nı şampiyon bitirmeyi başarır. Aynı sezonda Dünya Kayakla Uçma Şampiyonası Şampiyonluğu ve Kayakla Uçma Dünya Kupası da onundur. Artık bir fenomendir Schlieri… Ancak sezon sonunda her kayakla atlamacının korkulu rüyasını yaşayacaktır, diz bağı sakatlığı.
2008-2009 sezonunun bitişinden birkaç hafta sonra ekipman sponsorunun getirdiği yeni ekipmanları denemek için Ramsau’daki rampadan atlayış yapan Schlieri, diz bağlarndan sakatlanır. Tüm Avusturya medyası “Çok lazımdı, kırdınız yepisyeni çocuğu!!!” tepkisini verirken derhal tedavi sürecine başlar. Yaz dönemi bitmeden iyileşecektir, ki bu da ayrı bir yazı konusu ya, hadi neyse.
2010, onun için bir şeyleri ispatlama senesidir. Vancouver’daki olimpiyatlar onun için bir ilktir ve herkes onun kazanmasını bekliyordur doğal olarak. 20 yaşında, o zamana kadar hiç başarısızlık yaşamamış bir adamın altın madalya alamadığını düşünmesi… “Üzerimde ilk defa bu kadar çok baskı hissettiğimi hatırlıyorum. Sakatlığımın etkileri geçmişti ama bu kez başaramamaktan korkuyordum ve bu benim için bir ilkti” der Schlieri o dönem için. Takımla olimpiyat altını ve bireyselde iki bronzla tamamladığı Vancouver Olimpiyatları sonrası geriye tek bir eksiği kalacaktır: Dört Tepe Turnuvası.
Dört Tepe Turnuvası çok babayiğidin aklını yemiştir tarihte… Her şeyi defalarca kazanıp, Dört Tepe’ye ulaşamayanlar ve kariyerini eksik kalarak sonlandıranlar… Yılbaşı günü ve yılın ilk günü de dahil, bir hafta içerisinde dört yarış, dört büyük heyecan. Ancak 2 kez çok yaklaşıp başaramadığı şeyi, doğum gününden bir gün önce tamamlamayı başarır Schlieri. 6 Ocak 2012’de biten 60. Dört Tepe Turnuvası’nı kazanır ve 7 Ocak’ta, doğum günü sabahına uyandığında kariyerini tamamlamış bir şampiyondur…
Peki bu kadar genç bir adam, bu kadar fazla başarı ve şöhreti nasıl kaldırdı? 17-18 yaşında ülkesindeki, hatta Avrupa’daki tüm genç kızların sevgilisi olan, bir popstarmışçasına ilgi gören bir çocuk, nasıl aynen devam edebildi? İki büyük diz sakatlığı ve birkaç ameliyata rağmen performansı neden düşmedi? Antrenörü Alex Pointner’in fikri açık: “Şampiyon ruhlu olmak bambaşkadır. Henüz bir çocukken onu gördüğümde farklı olduğunu anlamıştım. Kazanmak için yetişmiş bir adam, orası açık. Aynı zamanda neleri feda etmesi gerektiğini bilen ve gözünü kırpmadan feda edebilen bir çocuk. Kazanmak onun ruhunda var, hiçbir şey ona engel olamaz…”
Tarihin gördüğü en büyük kayakla atlamacı olmaya giden yolunda onu izlemek büyük keyif… Aynı Roger Federer’in, Michael Jordan’ın, Leo Messi’nin ya da Usain Bolt’un tarihe geçişini izlediğimiz gibi…
-Rüya evet… Motivasyon? Tabii ki motivasyonum var. Hem, daha kazanacak o kadar çok şey, kırılacak o kadar çok rekor var ki…
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane