Ramón Sánchez Pizjuán Stadyumu’nda ısrarla topu şişirmeden, ayağa paslarla oyun kurmaya çalışan bir Başakşehir vardı. Bunu izlemek gerçekten büyük zevkti. O sıralarda maçı anlatan TRT 1 spikeri Erdoğan Arıkan ise bu durumdan rahatsızdı, bu kadar riskli oynamamaları gerektiğini söylüyordu. Bu oyun anlayışındaki ısrarın neticesinde gelen harika gol sonrası ise Barcelona yakıştırmaları yaptı. Oyuncu yetiştirme konusundaki düşüncelerimiz ve beklentilerimiz bir bu kadar çarpık olabilir. Ulaşmak istediğimiz yere nasıl gideceğimiz konusunda bir fikrimiz olduğundan emin değilim. Onun olmasını istiyoruz, hemen olmasını istiyoruz ve arada tökezlemek istemiyoruz. Bu arada hazır olanı da parmakla göstermekten çok hoşlanıyoruz.
Uzaktaki hakkında konuşmak pek çok yönden daha kolay oluyor. Yorum yapmak için çok daha hafifsiniz, çünkü belki de bir başkası o uzaktakini sizin kadar takip etmiyor. Ama daha önemlisi, insanların o uzaktakiyle duygusal bağı çok da fazla değil ve dolayısıyla çok daha objektif bir platformda iletişim kurabiliyorsunuz. Premier League izlemeyi seviyorum, ama bu hafifliği hissetmesem Premier League hakkında konuşmak istemezdim. Aynı hafifliğe, televizyona çıkan yorumcularda da rast gelebilirsiniz. Arıkan’ın yaklaşımından benim kadar rahatsız olan birileri, belki de bir Guardiola örneği verebilir. Çünkü 25. saniyede El Clasico tarihinin en hızlı golünü yemesine rağmen ısrarla ayağa oynamaya devam eden Victor Valdes, maç sonunda bir Guardiola övgüsüne mazhar olabiliyor. “Bu oyun böyle oynanır!” diyebilir stüdyodaki yorumcu. Çünkü Barcelona hakkında konuşmak çok daha kolay. Ben de meselenin etrafından dolanacağım izninizle.
Aslında bu yazı için fitili ateşleyen biraz önce Tottenham’a ait Excel sayfamdan Cameron Carter-Vickers’ın adını silmem oldu. Evet, böyle şeylerle uğraşıyorum. Spurs, Carter-Vickers’la beş senelik yeni sözleşme imzaladığını ve onu Sheffield United’a kiraladığını açıkladı. Çok tanıdık, değil mi? Sanki Chelsea’nin kitabından çıkma gibi. Birkaç hafta önce de bir diğer el üstünde tutulan genç oyuncu Josh Onomah’ı Aston Villa’ya kiralamışlardı. Tüm bunlar çok normal gelebilir. Ama Spurs için değil ve burada aydınlatmamız gereken bir mesele var.
Tottenham’daki dördüncü sezonuna giren Mauricio Pochettino için bir genç oyuncuyu kiralamanın ne anlama geldiğini artık aşağı yukarı biliyoruz. Nabil Bentaleb, kiralandı ve dönmedi. DeAndre Yedlin ve Alex Pritchard da öyle. Diğer pek çok antrenörün aksine, Pochettino değer verdiği genç oyuncuları başka takımlara kiralamaktan itinayla kaçınıyor. Futbolu başka hocaların elinde öğrenmelerindense; burada, kendi direktifinde kalmalarını istiyor. Pochettino felsefesini tam manasıyla kavrayabilmek, hem mental hem fiziksel açıdan fazlasıyla zorlayıcı bir süreç. Kendini kanıtlamış oyuncular için bile. Morgan Schneiderlin, onun pres oyununu anlayabilmelerinin 6-7 aylarını aldığını söylemişti. Ama sabırlı olmalısınız. Gol kralı olarak transfer olan bir oyuncu sabırla kulübede bekliyorsa1 henüz hiçbir şey başarmamış bir genç oyuncu olarak şikayet edemiyorsunuz.
Harry Winks, koca bir sezonu 17 dakika süre alarak geçirdi. Artık kariyerinin ne yöne gittiğini bilmiyordu bile, ama sonraki sezonda başka bir takıma kiralanmasına izin yine çıkmadı. O sezon Kasım ayında ilk kez bir Premier League maçında ilk 11’de başladı. Muhteşem oynadı, bir de gol attı. Sonraki güven testi, onu maçların zor anlarında sahaya sürmekti. Son yirmi dakikalarda oyuna girdiği maçlarda topun Tottenham’da kalmasını sağladı ve ayrıca benim gibi sadık izleyiciler kazandı. Winks, her zaman için takımın en teknik oyuncularından biri olmuştu ama o sezon başı yapılan fizik kondisyon testlerinden biri olan Gacon testinde de takımın son ayakta kalanlarındandı. Zor bir gelişim süreci, ama başardı.
Benzer deneyimleri Harry Kane ve Eric Dier’ın gelişimlerinde gözlemleyebilirsiniz. Kane önceleri Avrupa Ligi’nde yıldızlaşmıştı, sonra Premier League’de gollerini atmaya başladı ve en sonunda ligin en iyisi oldu. Winks gibi ilk maçında gol atma şansına erişen Dier ise harika geçen bir ilk sezon sonunda, muhtemelen Diego Costa’yla boğuşmasından zararsız çıkması sonrası takımdaki demirbaşlar arasındaki yerini aldı. Mutlu sonla biten bu hikayelerin yanında Tom Carroll, Ryan Mason gibi kariyerine başka takımlarda devam eden oyuncular da var. Belki de onların üzerinde durmamız daha değerli olacak.
Gelecek vaat eden akademi oyuncularına A takımda bir kez dahi olsa şans verebilmek, Pochettino’nun çalışma biçiminin temel öğelerinden biri. Ama bu şanslar eskisi kadar kolay gelmiyor veya eskisi kadar uzun süre sabretmesi mümkün olmuyor. Çünkü Tottenham artık yarışmacı bir kulüp ve yarışmacı kulüpler haklı sebeplerle risk almaktan kaçınıyorlar. Yarışmacı kulüp ile yetiştirici kulüp ayrımını yapamamak ne gibi sonuçlar doğurabilir? Bunu tam olarak anlayamadığınızı düşünüyorsanız, Arsenal’e bakın. Yıllar yılı sorunun stadyum inşaatı sebebiyle fazla para harcayamamak olduğunu düşünmüştük. Wenger’in tüm aksi koşullara rağmen insanlara bir şans daha verme ısrarıysa, Emirates onuncu yılını doldururken hâlâ dinmiş değil.2 Toplumsal düzeyde bakınca bunun bir problem olmadığı, aksine harika bir davranış olduğu ortada. Ama tanrı aşkına, bir futbol kulübü yönetiyorsun Arsène! Üstelik de yarışmacı olduğunu iddia eden birini. Böyle olduğunu iddia eden kulüpler, daha kesin adımlar atıyorlar. Tottenham, Carroll’a Premier League’de bir 503 dakika daha veremiyor.
Tekrar Onomah ve Carter-Vickers’a geliyoruz. Peki bu oyunculara ne olacak? İyi bir kiralık dönemi geçirip geri dönseler dahi her şeye yeni baştan başlamaları gerektiğini kabullenecekler mi? Yine yedek kalabilir ve kendilerini bir sezon öncekiyle aynı konumda bulabilirler. Ama belki de bu kez buna mental olarak daha dirayetli ve de şans bulduğunda değerlendirmeye daha hazır bir biçimde dönecekler. Ya da böyle olmayacak. Gemileri yakacak ve kendilerine başka bir yol çizmek üzere takımdan ayrılacaklar. Onlar da haklılar, ne diyebilirsiniz ki? Bu arada futbol kamuoyu da bu kulüplerin elindeki oyuncuları nasıl kaçırdığından yakınacak. Ne yaptığını bilmeyen, işe yaramaz kulüpler! Ama sürekli kazanmanızı, hiç pas hatası yapmamanızı ve hep göze hoş gelen futbol oynamanızı istiyoruz, olur mu?
Bundan sonrasını Jose Mourinho’nun genç oyuncularla o kadar da problemi olmadığına3 ve Manchester City’nin, Chelsea’nin en azından haklı sebeplerle bu işlere girdiğine ayırmayı düşünüyordum. Belki başka şeylerden de bahsedebilirdim. Sonra gereksiz geldi. Meseleyi zaten anladınız, değil mi?
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane