Yola çıkmadan birkaç gün öncesine kadar hiçbir plan program yapmadan, koştur koştur gittiğim Saraybosna’da stadyumdan izlediğim futbol maçından da sadece bir gün önce haberdar olmam normaldir sanırım. Saraybosna’ya vardığım cumartesi günü, Baščaršija’nın (Başçarşı) biraz dışında Alipašina civarlarında amaçsızca dolanırken bir ilan gördüm. Sadece zaman zaman adını haberlerde gördüğüm FK Željezničar ile adını bile duymadığım FK Radnik futbol takımları karşı karşıya gelecekmiş, ertesi gün öğleden sonra 5’te. Zaten özellikle görmek istediğim fazla bir yer olmadığından maçın önemini araştırdım. Premijer Liga’nın son haftasıymış, normal sezonun ardından şampiyonluk grubuna kalan 6 takımdan 3 tanesi, son haftaya şampiyonluk iddiasını taşımış. (Mostar Hırvatlarının takımı, son şampiyon HŠK Zrinjski Mostar 61 puan, Željezničar 60 puan ve şehrin diğer takımı FK Sarajevo 59 puanda.) İlk iki takım kendi sahalarında nispeten zayıf rakiplerle oynayacaklarından açıkçası şampiyon belli gibiydi, yine de son düdük çalmadan hiçbir şey bitmiş sayılmaz elbette. Geçen sene Hollanda’da olanları hala hatırlıyordum.
Maça yarım saat kadar kala Grbavica Stadı’na gittim. Şehir merkezinin dışında, nehrin güneyinde yer alan stada insanlar ya yürüyerek, ya benim gibi 500 metre ötede durağı olan 3 numaralı tramvayla, ya da stadın tam önünden geçen troleybüs ile geliyorlardı. Ortada duran küçük gişeden en ucuz biletten (5 KM, yaklaşık 11 TL) aldım. ‘Jug’ tribünüymüş benim yerim (Boşnakça güney demek). İnsanlarda forma, atkı gibi takımla ilgili ürün taşıma oranı beklediğimden yüksekti açıkçası, ortam da hareketliydi, yine de haddinden fazla polis koymuşlardı bence. İçeri girerken büyük seyahat çantamın her köşesini didik didik aradılar, yanımdaki büyük su şişesini içeri almadılar.
Stada girip tribünleri görünce biraz hayal kırıklığı yaşadım. Bu kadar hazırlık ve önleme, maçın önemine rağmen 6-7 bin kişi ancak vardı. Herhalde şampiyonluk umudu olan pek yoktu. Grbavica’nın kapasitesi 16 bin, UEFA maçlarında kapalı tutulan, benim de yer aldığım Jug tribünü hariç tutulduğunda 13 bin kişi yaklaşık. Jug’un neden UEFA tarafından kabul edilmediğini söyleyeyim, çünkü stadın 3 tarafı normal stat yapısındayken güneydeki kale arkasında yer alan Jug (adından da anlaşılacağı üzere) eskiden kalma taştan bir tribün, koltuksuz yerler var. Üstü tamamen açık, arkası yeşillik ve evlerden müteşekkil. Anladığım kadarıyla ‘ultra’ gruplar buradan maç izlediği için sadece burada file var. Stadın zemini gayet iyiydi bu arada.
Bu ortamda ve güzel bir havada maç başladı, Jug’daki fanatikler de tezahürata hemen başladılar tabii. Maçın başında Željezničar fazla etkili olamadı, topu ayaklarında tutsalar da son paslarda bir türlü becerikli olamadılar ve 15. dakikada ani çıkan Radnik’te Damir Peco ceza sahası önünde boş kaldı ve yerden köşeye vurarak golü attı. Jug tribünü olaydan hiç etkilenmişe benzemiyordu, tezahüratları aynen devam etti. Radnik hızlı çıkarak ara ara pozisyonlar bulmaya devam ederken, Željezničar bir türlü son pasları yapamadı ve 40. dakikaya kadar tehlikeli pozisyon bulamadı. Bulduklarını da çok kötü kaçırdılar. Željezničar taraftarı ciddi anlamda ayrılmış göründü maç boyunca, diğer tribündekiler sessizce otururken Jug’dakiler tezahüratları kesmedi, sadece 40. dakika gibi herkes sustu ve muhtemelen mesaj içeren bir pankart açtılar. İlk yarı 1-0 bittiğinde oyuncular ciddi olarak yuhalandı. Düdük çalar çalmaz taraftar benim bulunduğum hafif çaprazdaki yere hücum edince dönüp baktım ki arkamızda 7-8 tane seyyar tuvalet varmış, söylediğim gibi bizim taraf gerçek tribün değildi ya, tuvalet sorununu böyle çözmüşler. Bunun dışında devre arasında yapılan sponsor anonsları feci şekilde yuhalandı. Ayrıca aklıma gelmişken hem stadyum dışında hem de maç devam ederken tıpkı Türkiye’deki gibi külahlanmış çekirdek, meyve suyu vs. satan amca ve teyzeler ortalarda zaman zaman göründü. Bir de Bosna genelinde çok karşılaştığım küçük sinir bozucu sinekler burada da yakamı bırakmadı, bütün memleket bataklık üstüne kurulmuş gibi sanki.
İkinci yarıya Jug tribünü sessiz girdi, 52. dakikada öyle bir meşale yaktılar ki sislerin ardında tamamen görünmez oldular resmen. Diğer tribünler maçla ilgili pozisyonlarda daha doğru tepkiler veriyordu açıkçası. İkinci yarıya daha etkili başlayan ev sahibi takım, arka arkaya gelen kornerler ve kaçan 1-2 pozisyonun ardından 57. dakikada bir korner karambolünde golü, ligi de gol kralı olarak bitiren Hırvat Ivan Lendrić’le attı.1 Jug tribünü yine pek tepki vermeden tezahüratına devam etti. Açıkçası Jug’un (ki buraya hakim ultra grubun adı Manijaci imiş, ‘Manyaklar’ demek) maç boyunca açtıkları değişik pankartlar, yaratıcı bayrak ve şovlarıyla maçın kendisinden daha ilgi çekici olduklarını söylemeliyim ama asıl icraatları daha sonra gerçekleşecekti. Zaten golü atan Lendrić ve kaptanı Zajko Zeba oyundan çıktığında, takım da sezona havluyu atmış gibiydi. İki takım da çok acele etmediler, oyun çok durdu. Her ne kadar diğer maçın skorundan haberim olmasa da, artık pek umut kalmadığını o aralar ben de fark ettim. Yine de çıkanlar alkışlandı, maç da dostane bir havada geçti, gerçekten formalite maçı gibiydi. Özellikle son 20 dakikada herkes bitse de gitsek kafasına girmişti. Maçın son dakikasında Radnik kalecisinin uzaktan gelen şutu tutamamasının ardından Goran Zakarić’in ayağından gelen golle Željezničar 2-1 kazandı.2 Oyuncular hiç de son dakika golüyle şampiyon olmuş havasında olmayınca işin bittiğinden emin oldum. Sonradan öğrendim ki diğer maçta Zrinjski ilk yarıda 2-0 yapmış, maçı rahat bir şekilde 3-0 alarak şampiyon olmuş.
Bundan sonra gördüklerim ise futbol maçlarında pek rastlamadığım türden olaylardı. Asıl kaptan çıktıktan sonra oyunda kalan kaptan, bütün takımı Jug tribününe götürdü. Bütün maç boyunca tribünlere gaz verip yönlendirici olan amigo (bu aşamada elinde megafon değil mikrofon olduğunu gördüm), oyunculara bir şeyler anlatmaya başladı. Ne dediğini elbette anlamadım, ama söylediği bir şeyin ardından bir anda bütün oyuncular formalarını çıkardı, üstleri çıplak şekilde, başları öne eğik, hocalarından azar işiten, kabahatlerinin farkında haylaz öğrenciler gibi kaderlerine razı şekilde beklediler. Amigo biraz daha konuştu, sonra bir tezahürata başladılar, biraz sonra sinirlerini çıkarmış olacaklar ki susup kapıya doğru yöneldiler, oyuncular da içeri gittiler.
Bu olayla ilgili yapabildiğim tek yorum, “formayı çıkarın çıplak oynayın” tarzında bir geyik dönmüş olabileceğiydi. Bu sayfayı çevirince gerçekten öyle bir olayın olduğunu anladım.3 Şampiyonluğun kaybından dolayı böyle bir protesto gerçekleştirmek istedikleri muhakkak, bu maçtaki oyundan ziyade geçmiş haftalarda saçma sapan kaybedilen puanlara kızmış olmaları mümkün. Ayrıca gol kralı olmasına, o maçta da golünü atmasına rağmen Ivan Lendrić’e de bir tepki olduğunu çıkardım. Ama bu olay, methini çok duyduğum bir protesto şeklini ilk kez kendi gözlerimle görüşüm oldu.
Açıkçası ilk başta Bosna Hersek gibi farklı etnik grupların bulunduğu ve ülkeyi enkaza çeviren bir savaştan yalnızca 20 yıl önce çıkmış bir ülkede rakip takım sadece rakipten, oynanan oyun sadece futboldan ibaret olmayabilir, yakın geçmişin düşmanlarına karşı başka türlü bir savaş belki de. O andaki tahminlerim o yöndeydi ama Željezničar’ın Saraybosnalı demiryolu işçilerinin kurduğu bir kulüp olduğunu, etnik değil ideolojik bir tabandan geldiğini, taraftarları arasında her kökenden insanın olduğunu öğrenince bu varsayımım çöktü. Şu anki durum nasıldır onu tam bilemiyorum. Tabii sonradan takımın beş yıldır şampiyon olamadığını, teknik direktörün koltuğunun sallantıda olduğunu, yerine kulübün efsanelerinden birinin adının geçtiğini de okudum. Türkiye’deki olaylara çok benziyor bütün bunlar, görmediğimiz ya da gördüğümüzde şaşıracağımız şeyler değil hiçbiri. Maç kaybeden takımın otobüsünün basılıp kalecisinin tartaklandığını daha bu yıl gördük. Bu ‘Manijaci’ gerçekten pek normal değilmiş, ama o kadar yakın mesafeden oyunculara bir şey atmamalarını en azından takdir etmek durumundayım.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane