Skip to content

Şenol Elini Yumruk Yap ve Servisi Kullan — I

Pazar akşamı itibariyle Kadınlar Dünya Voleybol Şampiyonası sona erdi. Yani, sanırım… Üç haftanın ardından emin olmak güç.

Başat sporlardan voleybol, 2000’lerin ikinci yarısıyla beraber, özellikle de bu sporun NBA’i sayılan Pallavolo Serie A yani İtalya Ligi’nin ülkedeki ekonomik krize istinaden çökmesi sonrasında hızla kan kaybederken Türkiye yeni düzenin en kilit aktörlerinden. Geride kalan Kadınlar Dünya Şampiyonası ekseninde, yönetsel omurgaların hatalarını, çağa ayak uydurmak için yapılabilecekleri ve ligdeki devasa yatırıma rağmen isteneni veremeyen Filenin Sultanları’nı ayrı ayrı inceleyeceğim üç günlük bir yazı dizisi kaleme almak istedim.


Pazar akşamı itibariyle Kadınlar Dünya Voleybol Şampiyonası sona erdi. Yani, sanırım… Üç haftanın ardından emin olmak güç. En son baktığımda kupa ABD kaptanı Harmotto’nun ellerinde yükseliyordu ama bir daha kontrol etmekte fayda var, hâlâ bir yerlerde maç oynanıyor olabilir.

Koca olimpiyattan dört gün daha fazla süren bir organizasyon… Öyle hilkat garibesi bir format ki açıklamaya dahi yeltenmeyeceğim. Ve toplamda 102 maç. Yüz iki! Bizim milli takımın başarısızlığı ile ilgili de bir şeyler yazma niyetindeyim ama tabii hatırlayabilirsem! Zira biz turnuvada şansımızı kaybettiğimizde Berlin Duvarı henüz yıkılmamıştı.

Bir turnuva uzun olabilir, benim derdim bunla değil. Hatta birçok sporda bazı bayrak organizasyonların hafiften uzatılması taraftarı olduğumu bile söyleyebilirim. Ama Uluslararası Voleybol Federasyonu FIVB’nin yaptığı bambaşka bir şey. Başkan Ary Graça önderliğindeki güruh o kadar ucube işlere imza atıyor ki bir noktada voleybolu bitirmek için içeri sızmış ajanlar oldukları bile iddia edilebilir.

Geçen sene bizde kadınlar ligi 20 Ekim’de başlayıp 3 Mayıs’ta perde indirdi. 6 Haziran’da Avrupa Voleybol Konfederasyonu CEV’in “Avrupa Ligi” start aldı ve 19 Temmuz’a değin sürdü. Bu görece daha küçük turnuvada, yaklaşan yoğun haftalar nedeniyle birçok as oyuncumuzu kullanmadık.

Peşinden FIVB Dünya Grand Prix’si 25 Temmuz’da başlayıp tam 1 ay sürdü ve örneğin bizim milli takım bu dönemde Ankara, Rusya ve Japonya’da maçlarını oynadı.

Ve nihayet 23 Eylül’deki Dünya Şampiyonası… Yanılmıyorsam Polen Uslupehlivan, Kübra Akman ve Meliha İsmailoğlu milli takımla bu üç turnuvaya da giden üç oyuncu. Hazırlık kampları da düşünüldüğü zaman bu çok ağır bir yük. Euro 2012’nin resmi şarkısı vardı hani, Endless Summer. Yani…

Bu, sadece bu seneye özgü bir şey değil. Ya da sadece kadınlara. FIVB’nin son icraatlarından biri erkeklerde Grand Prix’nin muadili olan World League’i yaz boyu tam iki aylık bir süreye yaymak oldu! Yok, daha fazla ülkeyi işin içine dahil edip başka pazarlara açılmak değil bunun sebebi. Katılan takımlar aynı, yalnız kendi evinizde konuk ettiğiniz rakiple üç günde iki tane maç yapıyorsunuz, fark burada!

Peki neden? Turnuvaları bu kadar arttırmanın, bu kadar uzatmanın arkasında tek bir mantık var, Uzakdoğu marketi. FIVB’nin berbat yönetimine istinaden voleybolun son yıllarda giderek azalan global popülaritesinin aksine Asya hâlâ çok aç. Kadınlarda Çin ve Japonya zaten her zaman iddialı takımlara sahip, erkeklerde ise Güney Kore tutkulu. Sermaye ve nüfus şartları da denkleme eklendiğinde bu basiretsiz FIVB’nin plan proje üretip yeni kaynak yaratmaya çalışmak yerine kolaycılıkla Asya’ya abanması da doğal sonuç oluyor. FIVB Dünya Grand Prix’lerine son 8 yılda Japonya, Çin ve Macau’nun ev sahipliği yapması durumun özeti.

Şöyle düşünün, FIFA Dünya Kupası’nın olduğu yaz, misal FIFA Konfederasyon Kupası olur mu bir ay öncesinde? Voleybolda da Dünya Şampiyonası dört senede bir yapılıyor. Takımlar taze gelsin, teknik kadrolar taze gelsin, seyirci voleybolu özlesin, voleybolun yüzü bu kadar eskimesin. Ama yok. Dört senede bir kadınlarda Grand Prix’yi, erkeklerde World League’i oynatmazsa FIVB batar. Çünkü başka planı, projesi, geliri yok. Asya’dan gelecek sponsor ve TV ücretlerine muhtaç. Her yaz kaç tane yıldız ağır sakatlık geçiriyor, vitrin organizasyonlar olan dünya şampiyonalarında voleybol kalitesi ne durumda, umurlarında değil. Üç hafta sonrasında şampiyon takıma kupasını doğru dürüst vermeyi bile beceremeyen bir yapıdan bahsediyoruz.

Dünyada bu kadar geniş bir coğrafyada bilinen, yapılan, pazarlanabilirliği yüksek bu kadar köklü bir sporu marjinalize olma eşiğine getiren bu politikaları revize etmek şart. Bu konuda ne FIVB ne CEV’den bir hayır geleceğine inandığım için bunu dünyanın en pahalı ligi olarak kendi başımıza yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Ya da belki birkaç ortakla.

Bir sonraki yazının konusu bu olacak…