Bundesliga’da Bayern ezici bir üstünlükle 24. şampiyonluğuna doğru gidiyor. Bir nevi çok merak ettiğimiz bir filmin sonunu önceden bize söylerek heyecanımızı bitiriyor. Ellerindeki kadroya güçlü demek bile az kalıyor. Biz de Bayern’in oyunundan ve başarılarından çok sıkıldık ve bu seferki Bundesliga muhabbetinde Bayern’in sinir sistemimize etkisini, ikinci yarı Ribery’nin rakip takıma geçmesi veya Bayern’in maçlarına 8 kişi devam etmesi gibi gereklilikleri konuştuk.
Hallo Fräulein, gelangweilt von Bayern auch?
Barcelona’yı Rivaldo’dan ötürü severdim. La Liga Türkiye’de en uzun süredir yayında olan liglerden. Gördüğümde seyrederdim hep. İşin kötüsü, hem yaştan, hem de sosyal medya falan olmadığından hangi taktikle oynarlar, oyuncuların karakteri nasıldır, kim nedir ne değildir pek bilmeden severdim. Sonra Rivaldo, Hakan Ünsal’a kırmızı kart göstertti. Önce Rivaldo’ya küfrettim, işin içine girdikçe Barcelona ve La Liga’yı sevmemeye başladım. La Liga sevmememde Valencia’nın artık hiçbir şey kazanamamasının da etkisi var. Dur burayı uzatmayayım çünkü yazıyla alakası yok.
Pep’in Barcelona’sı kadar sıkıcı takım görmedim hayatımda. Ceza sahası çevresine gelen oyuncuya gayrı ihtiyari “VUR” diyen neslin evladı olarak, Xavi’nin veya Iniesta’nın yayda aldığı topla beklerin savunma arkası koşusunu kollaması, hücumda sadece pas üçgeninin bir köşesi olmakla görevli olan, futbol yeteneği aşırı az görünen ama taktiğin en önemli adamı olarak yükselen Busquets’in abartılmasını sevmedim. İnanılmaz, tıkır tıkır işleyen, bir parçasını kıpırdattığınızda dağılabilecek sistemleri hiç sevmem zaten.
Pep’in Barcelona’sı başarı odaklıydı. “Neye odaklı olacak anasını satayım” diyeceksiniz, haklısınız. Ama başarı için her yol mubah düsturuyla savunmada Eto’o’yu mini sol bek gibi kullandığında Mourinho, herkes Inter’e küfretmişti. Benim için Mourinho’nun kilitleyen savunmasıyla şimdilerde Lahm’ın ortada kullanıldığı, Pep’in 232356 üçgene sahip pas sistemi arasında fark yok. İkisi de sıkıcı. Birinde rakip oynadığını zannediyor, pozisyon bulamıyor, ötekinde sadece seyredebiliyor işte.
Pep’in Bayern’de yaptığı şeyin Barcelona zamanına göre çok daha büyük olduğunu düşünüyorum. Pokal-Lig-Şampiyonlar Ligi üçlemesini yapmış hayvan gibi bir takıma kendi oyununu oturtması ve dünyanın en dominant takımını daha üst düzeye çekebilmesi inanılmaz bir olay. Pep ve takımları inanılmaz, Pep sıkılmazsa tarihin en başarılısı da olur. Bunları söyleyeyim ve meramıma geçeyim.
Bayern en sevdiğim ikinci ligi mahvetti. Bunu periyodik olarak yapıyorlardı zaten yıllardır. Şişko Nuri gibi o sezonun en formda 2-3 oyuncusunu yazın transfer edip rakibi zayıflatıp şampiyonluğa gitmek her zamanki işleri. Altyapı var olmasına var, ki şu andaki takımdan dünya yıldızı 3-4 adam altyapıdan zaten. Ancak en alakasız insanların bile “ya kardeşim Lewo’yu da almayın artık, başkasını alın be” diye söylenmesinin bir sebebi var herhalde. Artık Dortmund’dan kimseyi almayacaklarını açıkladılar da, birincisi dayanamazlar, ikincisi bu Draxler’i alıyoruz demek galiba.
Bayern’in geçen sezondan bu sezona taşıdığı “şey” çok acayip. O “şey”in ben sadece form ya da kalite olduğunu düşünmüyorum. Olsa olsa überlik bu. Şampiyonlar Ligi’nin bile keyfini kaçırma potansiyeline sahip bir takımdan bahsediyoruz sonuçta. İkinci sezon üst üste, Bundesliga’yı aylar öncesinden bitirdiler. Celtic’in Rangers’sız İskoçya Ligi’nde yaptığı şeyi Almanya’da yapabilmek, Pep’in Barcelona’sının zirve dönemindeki performansından daha iyi olabilir mi? Bence kesin öyle.
Pep için buradan sonra ne var bilmiyorum. Ya da Bayern için de öyle. Bu sezon yine üç kupa yapıp “sıkıldık biz kapatıyoruz, stadı da birahaneye çevireceğiz” deseler haklılar. Haklılar da, ben onların kulübü kapatmasına feci sevinirim. Keşke yapsalar da Bundesliga kurtulsa. Bayern varken ben 5 sene içinde herhangi bir kulübün sezon sonu tek haneli farkla geriden takip edebileceğini bile düşünmüyorum. Sıkıcı işte be.
Du bist der Killer von en güzel duyguların Bayern.
Bayern böyle giderse takımı kapatıp 1860 Münih’in elinden kaptığı stadyumu birahane mi yapar bilmem ama benim bir teklifim var. Kendi benzerlerini de alıp bir lig kursunlar, orada istedikleri kadar top çevirsinler. Adına da artık rüya ligi filan derler. Hatta bunu yapacaklarsa ben de Yazıhane’nin her şeyi Kubilay’a yalvarır, kurulacak bu lig için tikitakabokgibipara.com adlı bir site yapmasını sağlarım. Tek bir şartla, bir kural olsun ve bu lige transfer olan futbolcu bir daha normal lige dönemesin.
Futbolun izleyicileri çeşit çeşit olur. Bunlardan bazıları sadece TV’de yorumları izler. TV yorumlarının çoğu da taraflı veya popüler olanı konuştuğundan, bu grubun durumu kötü bir Dungeon Master’la FRP oynamaktan farksızdır. Bir kısım insan da bir adım ileriye gider ve 5-6 dakikadan fazla olmamak şartıyla özet görüntü izler. Özetlerde gördüklerini futbolun kendisi zannederler, kalan dakikalarda neler olduğunu önemsemezler.
Arsenal – Bayern maçının sadece özetleri izlendiğinde, “Kroos ne gol atmış”, “Çok iyi takım abi, yenmek imkansız”dan ileride bir yorum duymak imkansızdır. Arsenal’in ilk 30 dakikadaki futbolu önemsizdir. Boateng’in maç 0-0’ken oyundan atılması gerektiğine özetseverler inanmaz, yenilgiye bahane bulunduğunu düşünürler. Maçta Arsenal’i destekleyen birisi “ikinci yarısı izlediğim en sıkıcı maçtı” dediğinde kıskançlık yaptığını sanırlar. Toni Kroos’un veya Thiago’nun yaptığı 55 bin tane pasın inanılmaz olduğunu söylerler. Evet bir uyku ilacı olarak düşünülürse inanılmaz etkilidir. Ama yan etkisi var, feci sinir yapar.
5 yıldır Stuttgart’ın iç saha maçlarını tribünde takip ediyorum. Bu arada birçok Bayern Münih maçı izledim. Stuttgart hepsini kaybetti. Hatta Bayern’e karşı en güzel kaybeden takım olabilirler. Bu sene, dünya kulüpler şampiyonası yüzünden Ocak ayı sonuna ertelenen bir maç daha oynandı. Stuttgart resmen direniyordu. Aradaki oyuncu kalitesi farkı o kadar fazlaydı ki her oyuncu 3-4 kişilik oynamak zorunda kaldı. 65. dakikaya kadar Bayern bir ileri iki geri pas yaptı ama pozisyona giremedi. Sonra ne oldu? Mandzukic ve Pizarro aynı anda oyuna girdi. Zaten yorulan Stuttgart bir de ligin belki de en güçlü iki forvetine karşı mücadele edecekti. 75’te maç 1-1 oldu. 90+3’te Thiago’nun estetik golü geldi. Bir Bayern maçında ilk defa bu kadar üzüldüm. Bu yenilgi diğerleri gibi değildi, çünkü karşımızdaki takım futbol filan oynamıyordu. Mahallenin bütün iyi adamları toplanmış, zaten genç ve tecrübesiz olan çocukları yeniyorlardı, yenmeyi bırakın topu bile vermiyorlardı. İşin daha da kötü tarafı, bu sezon Bayern’e karşı en iyi oynayan takım bu Stuttgart olabilirdi ama kapanmakla, defans yapmakla suçlandı. Mahalle adamları dedim ama, sokakta böyle tipler topu alıp bize vermezlerse ya çeker gider, ya da bir temiz döverdik.
Bayern taraftarları da en az takımları kadar sıkıcı oldu. Arkasında “nefretiniz gururumuzdur” yazan tişörtlerle tribüne gelen bu taraftar Bayern gollerinden sonra dakikalarca “hey hey Süper Bayern Süper Bayern hey hey” diye bağırıyor. Takım sahada tiki takayla herkesin esnemesine sebep olurken bu yaratıcılıktan yoksun taraftar da insanda eve gidip, bir bardak sıcak sütle battaniye altında Flash TV izleme isteği uyandırıyor.
Bundesliga’nın son senelerde sevilme nedeni oynanan dikine, hızlı futboldu. Şampiyonluk mücadeleleri son haftalara kalıyor, 2-3 senede bir Bayern yine şampiyon olsa da Wolfsburg, Stuttgart, Dortmund gibileri arada şampiyonluk alabiliyordu. Şu anda bu ligi Almanya dışından takip eden birinin her haftasonundan yaklaşık 2 saat ayırıp bir Bayern maçı izlemesi anlamsız. Onun yerine 4-5 takımın üst sıralarda kapıştığı Premier League çok daha cazip. Tiki taka’yı bir ara Brezilya’nın oynadığı Beautiful Game/Güzel Oyun’a benzetenler vardı. Hatta Mourinho’ya kaybeden Barcelona’nın durumunu, o Brezilya’nın İtalya’ya kaybetmesiyle karşılaştıranlar bile oldu. Brezilya futbolu tiki taka değildi, hızlıydı, güzeldi ve direkt olarak kaleye gitmek ana hedefti. Ona benzeyen bir oyun oynandıysa da, o futbolu Pep’in takımları değil, Löw’ün Almanya’sı, Klopp’un Dortmund’u oynadı.1
Bayern Neuer’i, Pizarro’yu, Mandzukic’i, Götze’yi; tıpkı geçmişte Kahn’ı, Mehmet Scholl’u, Klinsmann’ı, Podolski’yi, Klose’yi aldığı gibi aldı.2 Herkesi topladı. Ama benim inandığım bir şey var. O Güzel Oyun’un gerçek sahibi olan takımın en güzel adamı, çok sesliliğe hayatını adamış Socrates bu takımda oynamazdı.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane