Ben Onur, Arsenal taraftarıyım ve Manchester United”a bir gram sempati beslemiyorum.
Zamanınızı aldım ama bu girişi yapmak zorundaydım. Zira bugünlerde fikir alışverişine girmek, güvenlikli plazalara girmeye benziyor; insanların ne söylediğinizle ilgilenmesi için, girişte bir de kimlik bırakmanız gerekiyor. Neyse…
Alex Ferguson”ın emekli olacağına dair herhangi bir inancım yoktu, “Bu kunduz bizi de gömer” diyordum hep. Yanılmışım.
Şimdi burada oturup, uzun uzun, yirmi küsur yıllık kariyerinden, ne kadar büyük bir teknik adam olduğundan bahsetmek isterdim. Ama hem bunları benden çok daha iyi ve layıkıyla yapacak insanlar var, hem de dedim ya; hazırlıksız yakalandım. O yüzden, benimki daha çok “Rakip takım taraftarı gözünden Ferguson portresi” olacak.
Size 90″ların başından itibaren kurulan bir hegemonyadan, hakkı yenen takımlardan, kollanan United”dan, Fergie Time”dan, Howard Webb”den, Mike Riley”den, kibirden, son dakika penaltılarından, zoru görünce başlatılan demeç savaşlarından, nadiren yönünü şaşıran adalete tepki olarak oynanan mağdur rollerinden bahsetmek istiyorum ama bunun yükünü tamamen Ferguson”ın omuzlarına yükleyecek kadar da insafsız değilim.
Hayat biraz böyledir; talih, kudret ve adalet gibi kavramlar her zaman güçlüden yanadır ama güçlü olabilmek de ayrı bir meziyet gerektirir. Ferguson”ın bu meziyetlere sahip olduğunu görmek için futbolu geçtim, herhangi bir şeyden anlamanız gerekmiyor. Ortada inkar edilemeyecek kadar büyük bir gerçek, başarılarla dolu bir tarih ve döneminde en az üç-dört kez kabuk değiştiren “modern futbol” anlayışına her seferinde kusursuzca uyum sağlamayı başarmış huysuz bir ihtiyar var. Sırf bunun için bile, fazlasıyla takdiri hak ediyor.
Ama madem fırsat verildi; bir Manchester United taraftarının buraya yazamayacağı birkaç şeyi hatırlatmayı borç biliyorum. Arsenal”ın üç sezonu kapsayan 49 maçlık yenilmezlik serisini bitiren maç var mesela; Mike Riley”nin, üç puanı göstere göstere United”a verdiği.1 Riley”nin sabıka kaydı bununla da sınırlı değil; zamanında, bugün Ferguson”ın yerini alan David Moyes”u bile isyana sevk etmişti. Moyes, 2009 FA Cup yarı final maçı öncesinde Riley”nin United taraftarı olduğundan şüphelendiğini söyleyip, bu yönde bir soruşturma talep etmişti.2
Sonra Mark Halsey var, Martin Atkinson var, Michael Oliver var; United”ın kaybettiği maçları yöneten, sonrasında kimi altı ay, kimi bir yıl United maçı yönetemeyen ve daha sonra çıktıkları maçlarda terazilerinin dengesi hep United”ı gösteren. Bunları ezberimden yazmıyorum, henüz mürekkebi kurumamış bir yazıdan parçalar hepsi.3
Doğrudur; Alex Ferguson”ın ve kurduğu imparatorluğun karanlık taraflarını sıralamak işime geliyor. Objektif değilim, rakip takım taraftarıyım, tuttuğum takım yıllardır kupa kazanamıyor ve böyle bir durumda, başkalarını suçlamak her zaman için daha cazip görünüyor. Buraya kadar hepsi tamam, hepsine hak veriyorum ama Ferguson”ın yaratıp yönettiği bir imparatorluğun izlerini görüyor olmam da basit bir sanrıdan ibaret değil sanki. Bu bir sanrıysa bile, bir tek ben görmedim. Yalnız olmadığımdan eminim.
Kapatırken, Alex Ferguson”a bundan sonraki hayatında başarılar diliyorum. Ne yapacağından emin değilim belki ama ne yapmayacağını biliyorum; “En kötü spor yazarlarının bir kısmı eski futbolcu ve antrenör. Kendilerinden söz ettirebilmek adına vaktiyle beraber top oynadıkları kişiler hakkında verip veriştirmeleri utanç verici. Benim böyle bir şey yapmam söz konusu olamaz” demişti zamanında, takdir ettiğim ve kendisine saygımı artıran bir cevaptı. Diğer birçok cevabı gibi…4
Bir itirafla nokta koyayım; Arsene Wenger, benim için özeldir, sevgi ve saygının toplamından fazlasını ifade eder. İnsanlığının, birikiminin ve hayata bakışının da bu yazıda bahsi geçen Alex Ferguson”dan fersah fersah ileride olduğuna inanırım ki bu düşüncelerimin hala arkasındayım.
Ama Ferguson”ın teknik adamlığı, Wenger”den daha büyük. En azından bu dünyada. Giderayak hakkını teslim etmiş olayım.
Onur Erdem
Sir Alex Ferguson… Şüphesiz modern çağın gördüğü en büyük futbol ikonlarından biri.5 Üstüne yazılabilecek o kadar şey var ki… Sadece ona dair hatırladıklarımızı alt alta sıralasak sayfalarca süren bir çalakalemin içinde buluruz kendimizi.
Müsaadenizle bir parantez…
Futbol benim için babam demek. Her fırsatta yazıyorum bunu. Her ne kadar bu sene onu kaybedişimin 20. yıldönümü de olsa, hâlâ onunla geçirdiğim birçok an zihnimde pek berrak. Evet, kuvvetle muhtemel bazıları işlemeli; hafif yaşla beraber inceden süslemeli…
Uzaktaki bir babanın oğluyla iletişim kurma aracıydı futbol. Majörlerden minörlere yolculukta anlatılan onlarca hikâye, aslında bir aşkın haykırılmasıydı. George Best’i sahada izlediği günü saniyesi saniyesine hatırlayan bir adamın gönlünün Ada’daki sultanına çok da şaşırmamalıydı.
Babamın Manchester United sevgisiydi belki de benim Liverpool’a gönül vermenin esbab-ı mucibesi. Yurtdışındaydı; yılda bir kez görebiliyordum. Ufacık olduğumdan tepkimi belki de onun tuttuğu takımları tutmayarak gösteriyordum.
Şanslıydım, o zamanlar Avrupa’yı Liverpool sallıyordu. Annemi ekran başına oturtup oyuncuların adlarını öğrenmiştim. Kimilerini yanlış öğrendiğimi anlamam da yıllarımı almıştı. Yalan yok tuttuğum takımın renklerini bile yazın babamdan öğrenmiştim. Neden İngiltere’de hep kırmızılar var diye sorduğumda beş yaşındaydım; tahmin edebileceğiniz gibi Ada sahillerinde mavi mavi saatlerce babam öykü anlatmıştı.
Hep Matt Busby diyordu rahmetli. Bizim Bill Shankly’ye selam duruyor, Manchester’ın da bir gün yükselişe geçeceğine inanıyordu. Her yaz oğul babaya takılıp duruyordu. Ferguson, Düşler Tiyatrosu’nun rejisörü olduktan sonra telefonda konuşmuştuk. Pek umutluydu…
Hiç unutmam Mayıs sonuydu… Romanya’dan arayan babam müjdemi isterim demişti. “Geliyor musun” demiştim, gülerek bir maçı anlatmaya başlamıştı; Nick Hornby’yi6 mest eden unutulmaz karşılaşmayı.
Malum 1988-1989 sezonunun finalinde Arsenal’e Anfield’da iki farklı skor gerekiyordu. Son dakikada ikinciyi bulan Londralılar şampiyonluğu Liverpool’un elinden koparıp almıştı. İşte bizim rahmetlinin müjdesi de buydu. Oysa Arsenal sadece kumraldı…
1992’nin yaz sonuydu. Yapılan biyopsinin sonucunu almaya beni göndermişlerdi laboratuvara. Dayanamayıp bakmıştım. Latince’den aşina malign kelimesinin anlamını yanlış hatırlıyor olmalıyım diye eve koşmuştum. Sözlüğe baktığımda gözyaşlarına boğulmuştum…
Çok değil, 30 Mayıs’ta filmin bilinen sonunu izlemiştik. Hani Galatasaray’ın Ankaragücü’nü 8-0 yendiği o gün var ya onda…
Hep Busby demişti, Ferguson’ın ilk şampiyonluğunu gördükten kısa bir süre sonra nefes vermişti. O gün telefonda dediğini asla unutamadım galiba defalarca da yazdım: “Ada futbolunu İskoçlar şekillendirir. Bunu unutma!”
Ali Murat Hamarat
2009’un ikinci haftası. Yeni yıla zirvede giren takımın sezon sonunda ipi göğüslemeye en büyük aday olduğuna inanılan Premier Lig’de Liverpool, 1 Ocak’ta herkese tepeden bakma lüksüne sahip. Manchester United menajeri Sir Alex Ferguson, “Liverpool teklemeye başlayabilir” diyor. İki gün sonra, bu cümleyi Rafael Benitez’e soru olarak naklediyor bir gazeteci. Rafa rahat olduğunu göstermeye çalışarak gülümsüyor, “Şaşırtıcı, ama ben gerçeklerden bahsetmeliyim” diyor. “Bence biz lider olduğumuz için stres altındalar. Ama ben zihin oyunları oynamak istemiyorum.” Söylediklerini bir kenara bırakın, gerçek tam tersi: Liverpool lider olduğu için stres altında ve Alex Rafa’yla zihin oyunlarına, daha İspanyol farkına bile varamadan başlamış. Rafa tüm toplantı boyunca İngiltere’de çok nadir görülen bir şekilde Manchester United lehine yapılan hakem hatalarını, es geçilen cezaları ve avantajlı fikstür yerleşmelerini sayıyor ve kendi kulübünün nasıl haksızlığa uğradığını anlatıyor.7 Daha günün sonuna varmadan “Rafa outburst” veya “Mad Rafa” internette birer anahtar kelime haline geliyor. Liverpool’un hocasının stresi kaldıramadığını ve delirdiğini yazıyor medya. Ferguson’ın bir şey demesine bile gerek yok, düğüm çoktan çözülmeye başlamış, Rafa”nın kafasının içine girmiş bile. O güne lider giren Liverpool, sonraki üç haftada Stoke City, Everton ve Wigan’la berabere kalarak ikinciliğe geriliyor. Manchester United aslında o gece ligi kazanıyor.
O Liverpool, benim gördüğüm en iyi takımlardan birisiydi. Bahar aylarına gelindiğinde Manchester United, Real Madrid, Arsenal ve Chelsea’ye dörder gol atabilen bir takımdı. Ama o Liverpool’a düşen, lig tarihinin en yüksek puanlı ikincisi olmak oldu. Sebebi, benim hep Terminatör’e benzettiğim Sir Alex Ferguson’dı. Nasıl T-800’e darbe işlemez, kurşun zarar vermez, patlama vız gelirse, parçalansa bile kalan parçalarıyla yine hayatta kalmayı başarırsa, Ferguson da asla kaybetmezdi. Bunun hatırı sayılır bir kısmının hakemler, federasyon, casino online medya ve hatta rakip üzerindeki çok yoğun bir psikolojik etkisinden kaynaklandığını tartışmıyorum. Rakibin lehine hakem hatalarını sanki ilk haksızlığa uğrayan kendisiymiş gibi ağlayarak dile getirişini, kendi takımı bundan kar ettiğinde “Olur böyle şeyler” gamsızlığını, işine geldiğinde “Oyuncum ölebilirdi” ağlaklığını, yeri geldiğinde “Uzatmanın da uzatması olur, orada da oyun durdu” gibi şark kurnazı savunmalarını hep nefretle hatırlıyorum. Ama bunun ötesindeki başarılarını da itiraf etmeyeni futbol tanrısı çarpar. Alex Ferguson’ı tanımlamak için hep şunu söylerdim: “Bir yerlerde futbolun bir sırrı varsa onu bu adam bulmuş.” Bir United maçını izlerken skor ne olursa olsun kırmızıların yine de hayatta kalacağını biliyor olmanız gibi. O çok kolay görünen golleri yıllarca her futbolcusuna attırıyor olduğu gerçeğini kabul edişiniz gibi. Futbolun belki de en dramatik değişimleri gösterdiği 26 yılda hep ayakta kalması çok büyüktü. Elinden Eric Cantona, David Beckham, Cristiano Ronaldo gibi “franchise” oyuncuları gittiğinde bile her seferinde yerlerini doldurma becerisi inanılmazdı. Farklı oyuncu gruplarıyla farklı felsefeleri benimsemesi çok öğreticiydi. Ve 26 yılda, elinden dört farklı kuşakla (Bryan Robson’ın takımı, Cantona’nın takımı, Roy Keane’in takımı, Cristiano Ronaldo’nun takımı) çok etkileyiciydi.
Ferguson’ın çok parlak sezonları oldu, 1999 en akla gelen. 1996’da 12 puan geriden gelip Newcastle’ı alt edişi, ya da 2008’de Chelsea önünde Şampiyonlar Ligi’ni kazandığı sene gibi. Diğerlerinden bir şey almak istemem, ama benim için bu sene, Ferguson’ın neden en iyi olduğunun kasidesi olarak kalacak. Önceki sene acı verici şekilde kaybedilmiş bir şampiyonluktan sonra çok kritik ve zekice bir RVP hamlesiyle ligin dengelerini değiştirmesi, hem zirvede bırakmak, hem de takımı emin ellerde teslim etmek adına müthişti. Daha etkileyici olan ise, şu Manchester United kadrosunu kendisinden başka kimsenin bu kadar farkla şampiyon yapamayacağıydı. Güçlü ya da zayıf kadrolarla, hep istediğini aldı. Belki güvenli bölgesinin dışına çıkmadığı için “dünyanın” demek kolay değil, ama ben yine de diyeceğim, zamanımızın en winner, en yenilmez adamıydı.
Ben, Ferguson’ın ilk geldiğinde tahtından indirmeye yemin ettiği taraftaydım, hayatım Manchester United şampiyonluklarını uzaktan, hasetle ve “bizi yakalayacaklar mı?” korkusuyla geçti (yakaladılar ve geçtiler). Bıraktığına çok seviniyorum, ama bir yandan da futboldaki en büyük keyfim olan, sinirden (biraz da viskiden) kıpkırmızı kesilmiş Sir Alex Ferguson yüzünü daha fazla göremeden gittiği için üzgünüm.
Aptal dostun olacağına akıllı düşmanın olsun. Benim düşmanım cin gibiydi.
Çetin Cem Yılmaz
Sir Alex Ferguson’ın ilk kez bırakmaya çok yaklaştığını düşündüğüm zaman Wayne Rooney’nin ayrılma isteğini belirttiği basın toplantısıydı.8 Normalden çok daha yavaş konuşuyordu. Sesinden orada bunları söylemenin ne kadar canını sıktığını anlamak zor değildi. Rooney’nin gitme isteğini falan unutup, bu adamı niye bu kadar üzdüğüne takılmıştım. Nereye isterse oraya defolup gidebilirdi ama bu adamın canını niye bu kadar acıtmıştı… Wayne Rooney’nin gözümde pek değeri yok o günden beri, arsızca Real Madrid diye sürekli ağlayıp, kulübüne, kendisini bu konuma getiren insanlara ve taraftarlara saygısızca davranan Ronaldo’nun da… En son ne zaman onu bu kadar üzgün gördüğüm geldi aklıma yine. Cüneyt Çakır, neyse…
Artık yeni bir tanesini daha duyduğumda bir futbol kulübü için dahi hiç şaşırtmayan saçma sapan gelir kaynakları ile dolu olan bir yerin hala taraftarla arasındaki en güvenilir bağ artık yok. Onun yeni bir jenerasyonu daha adım adım ilerletip, transfer şımarıklarını yine alt edeceğini görememekten daha büyük bir sorun bu.9 Endüstriyel futbol anlayışının belki de zirvesindeki kulübün içindeki hala geleneksel bakış açısını da sürdüren en güçlü figür artık yok. Glazer’lar kulübün içini boşaltmaya daha rahat mı devam ederler başka saçmalıklara mı başlarlar bilmiyorum.
İtiraf etmeliyim ki bu sefer hazırlıksız yakalandım. Son on yılda birkaç kere bırakmasını beklediğim oldu ama bu sefer hiç sinyal vermeden yaptı. Spekülasyona sebep vermeden, sonrasını da planlayarak üstelik. En azından Mourinho gelmiyor diyeceğim de birkaç sezon sonra ne olacak bilemiyorsun. Hayatımda gördüğüm kesinlikle en iyi birkaç orta sahadan biri Paul Scholes da gidiyor bugün, ne olursa olsun eski zamanları hatırlatacak birinin daha olmayacak olması insanın içini rahatlatmıyor. Bugün ağlamamak çok zor olacak.
Çağrı Turhan
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane