bir dost kardeşini toprağa verdi
onu eski amatör günlerden tanırım
tek ortak yanımız basketbol değil
bilâder-abi muhabbeti
birbirimiz için belli belirsiz önemimiz vardır
ilâveten, bir ayrıntı – önemsiz bir sosyal kâfiye olarak
kardeşlerimizin adı aynıdır
kardeşler zamanla kaybedilir ama
kardeşlik bâki kalır
bu yazının içinde ölüm var
çünkü sebebi o
niyeti ise
acının koluna girmek
güneş biraz açmışken bahçeye
çıkıp dökülmüş yaprakları topladım
kızarmış, sararmış, kurumuş
en gözalıcı halleriyle çürüyen yapraklar
çok güzeldiler
aralarında kıvrılıp sertleşmiş cansız solucanlar
ve bütün ömrü birkaç aya sığdırmış
kanatlarında solgun resimlerle
son günlerini kıpırdanan boz kelebekler
bu mevsimde çiçek olarak sadece
birkaç papatya, sardunya, bolca da pat var
beyaz, sarı, mor kasımpatları
etraftaki herşeyin ölümünü seyrediyor
kış bastırıyor
ölüm her zaman her yerde
hayatla birbirini yiyor
görmezden gelsek de öyle
tamam hayat hep devam eder de
bazen biz edemeyiz
”bir gün ölüm seni şaşırtır
ve bunu değiştiremezsin”
puzo’dan
üstüne düşünmeye değebilir
ölüm denen şeyin en belirgin özelliği
geri döndürülemez olması
başedilmesi gereken etkisi işte bu
çünkü kalıcı
diğer etkileri zamanla geçiyor
radyoda branford marsalis dörtlüsü
‘eternal’ı çalıyor
yaşayanlar anlam yüklemekte serbesttir
mutlaka yardımı olur
alev karanlıkta ışıldar
siktiğimin karşıtların birliği meselesi işte
ölüm-hayat, hayat-ölüm
dokun-hatırla, var-yok
yerin altı-göğün üstü
karşıtlar karışır
toprak, kül ve toz
resimler, sesler
rüyalar
yutkunmak
kaçınılmaz bir kayıp
önlenemez, telâfi edilemez
sâdece seveni acıtan
keskin bir hakikat ölüm
bazen hiç matrak tarafı yok ama
sevginin ölümsüz olup olmadığını
sınamanın başka yolu var mı?
zamanlamaya gelince, maalesef
pek de kontrolümüzde değil
bazen öyle hissetsek de
asla değil
tasarladığımız gelecek, daha gelmeden
aniden eksilivermiş
sevilen birinin ölümü
hepten kalanın sorunu;
içinde merak ve ümit olan
parlak, kıpırtılı, gülen birşeyler
orada değildir artık
cepleri karıştırırız
çekmecelere, dolaplara, duvarlara bakarız
yoktur
fotoğrafların, yazılmış-çizilmişin arasında dolanır dururuz
şişelerde, şarkılarda ararız
ateşte, dumanda, külde
tekrarlanan kof laflarda
bulamayız
içimizde boşalan yeri
geçmişle doldurmaya çalışırız
ölüm birini yanımızdan alırken
kaba bir omuz atar da öyle anlarız ki
geçmiş bizi daima kapının önüne koyar
hiçbirşeyin eskisi gibi olmayacağı
her zaman için geçerlidir aslında
nedense biz bunu
bazen anlarız
galiba vaziyetin
”değeri yokluk biçer”
hakikatiyle ilgisi var
pekâlâ, giden gider ve de gelmez
elde ne kalır ona bakalım
cenaze ve yas, klişeler, bayat müsâmereler
aynı dizilişle, hattâ aynı ses tonuyla
milyarlarca kez söylene söylene
kalın bir kabuktan ibaret kalmış cümleler
bu saçmalıklara herhalde
ölen de gülerdi
yerine biraz bach müziği
adagio, hani whiter shade of pale
üstüne biraz monk, round midnight
bir bardak yunan konyağı, bir şat arak
kızıl çiçekli otun oynak dumanı
sesi kapalı tv’de bir greatest game
şu, havlicek’in topu çaldığı
böylesini herhalde
ölen de daha çok severdi
ya da ne bileyim…
onunla başbaşa kalmanın yolu
yalnız başına hatırlamak ve düşünmek
evet, hatıralar ve mistik bakış açıları
”durum benle başetsin” mealinde
herkesten başka yere kaçan
şunun gibi:
biri birşeye binip gitmiştir
terketmiştir seni, onu, bunu, herşeyi
karın ağrısını, sakal traşını
dırdırı, uyandırma zilini, kıldönmesini
sömürüyü, zulmü, sahtekârlığı
bunlara kızıp bozulmayı, şahit ve âlet olmayı
önyargıları, insanın hastalıklı adâletini
omurilik felcini, dilencileri, silahları
trafik kazalarını, bankacılık sistemini
parlamenter demokrasiyi, orduyu, polis teşkilâtını
kötü hava koşullarını, takma dişleri, böbrek sancısını
aceleyi, telaşı, paniği, gerzekliği
küçük düşürülmeyi, alay etmeyi
kendisinden istenenleri, beklenenleri
daima birşeylerden geri kalıyor olma hissini
martavallar üstüne kurulu başarı hikâyelerini
birbirini horgören inançları
birbirini boğazlayan insanları
yaklaşmakta olan büyük savaşı
yığın yığın rakamların örttüğü yoklukları ve boklukları
bütün bunlar yokmuş gibi davranmayı
bütün insanlık faşizmini
bize bırakıp gitmiştir
saflığını daha fazla kaybetmeden
acımaya, üzülmeye, utanmaya, sıkılmaya
sinirlenmeye ve dehşete kapılmaya
son vermiştir
dertleri, endişeleri yoktur artık
beğenilmek, elde etmek, sahip olmak
ishâl ya da kabız olmak
kanser olmak, zâlim olmak
kendini iyi biri sanırken
kendini beğenmiş ukalâ götün teki olmak
vs. vs. gibi
hepimizin eşiğinde ya da içinde bulunduğu
haller ve ihtimaller
onun sorunu değil
gelecek hayalleri kıra döke gelip geçtiğinde
tamir edilemez hataları için
vicdan azabı çekmeyecek
ve kayıplarını düşünüp içini burmayacak
karnında yalanlar biriktirip
kendine saygısını kaybetmeyecek
aldatılmayacak da
çok sevdiği köpeğini
anasını-babasını
kardeşini-dostunu gömüp
çâresizlik içinde ağlamayacak
hiçbirşey gençliğini ondan alamayacak
yıllar sonra itiş-kakışın dışında kalıp ayıldığında
”ah, nereye gitti gençliğim!”
demeyecek
onun için asla
”artık çok geç”
olmayacak
bunların hepsinden ve çok daha fazlasından
muaftır, yırtmıştır
uçmuştur
velhasıl, tuhaf bir bakış açısıyla
hepimizden iyi durumdadır
gülebilenler burada gülebilir
gülmek hüzne yakışabilir
budistler içinde yas olmayan
cenaze törenleri yapar
imrozlu rumlar da akşam olurken
ölmüşler için mum yakar
wolfgang borchert’e göre
”sevgi ölümden güçlüdür”
bundan iyisini bulan
onunla avunsun
batuğ ş. – ikisıfırbiriki
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane