Olympiacos, Euroleague playoffları için Siena’ya geldiğinde kendisini pek nezih bir ortamın beklemediğinin farkındaydı. Ama molalarda Joey Dorsey’i delirtecek kadar çıldırmış taraftarları,1 maç sonunda soyunma odalarına giderken sürekli kafalarına bir şeyler atılacağını ya da Yunan gazetecilerin bile tacize uğrayacağını bekliyorlar mıydı, pek zannetmiyorum. Güzel şeyler değil elbette ama ilginç olan bunların on bir yıl önce Palaestra’da tezahür edemeyeceğiniz şeyler olması. Montepaschi Siena’nın oluşturduğu beklenti ve tutkulu taraftarlara sahip olmak için kamyonla para harcayan ve beceremeyen çok kulüp oldu.
Şehrin Palio kültüründen2 de anlaşılabileceği üzere kazanmaktan başka çarenizin olmadığı bir yerde, sanıldığının aksine hala İspanya’dan sonraki belki de en rekabetçi ligde hanedanlık kurup, Euroleague’de de kendinizi sürekli Final-Four adayı yapmak kolay değil. Çoğu zaman Avrupa’da kıyaslandıkları takımlara göre ciddi derecede mütevazı bütçelerle, istikrarlı olarak onlara kafa tutarak eski kıtanın temel taşlarından biri haline gelme dışında muazzam şeyler gösterdi bize Montepaschi Siena. Harika underdog hikayeleri, sürekli ve kısa döngüler içinde yeniden elit takımlar oluşturma, pek çok oyuncunun kariyerini tekrar ayağa kaldırma, yeni yıldızlar parlatma ve daha pek çok şey… Gelinen noktada çok sayıda insanın büyük emeği var. İlk kıvılcımı yakmakla kalmayıp bunu çok daha öteye taşıyıp hayal edilemeyen bir Final-Four’u gerçeğe dönüştüren Ergin Ataman’a, Petar Naumoski’ye, Roberto Chiacig’e, Alphonso Ford’a (RIP!), Mirsad Türkcan’a, Michalis Kakiouzis’e… İlk çıkışla gelinen noktada kalabilmeyi başarmakla kalmayıp daha da ileri taşıyan Carlo Recalcati’ye, Bootsy Thornton’a, David Vanterpool’a, Giacomo Galanda’ya, daha pek çok kişiye ve perde arkasındaki kahramanlara… Ama üç kişiyi ayırmak gerekiyor sanki. Mens Sana Basket’in sahadaki performansının arkasındaki müthiş organizasyonun başındaki adam Ferdinando Minucci ve gerçek bir Sienese olmanın ötesinde, pek çok şeyi harika yapabilen, harika bir adam olan Simone Pianigiani dışında bir kişi daha var, il capitano Shaun Stonerook.
Zeljko Obradovic’in en temel rakibi yoldan çıkarma planıdır, sistemin en kritik noktasına saldırmak ve psikolojik üstünlüğü ele geçirmek. 2009 playofflarında Panathinaikos, Siena ile eşleştiğinde stratejisini üzerine kurduğu oyuncu seride OAKA’da resmen maç da almış olan skorer Terrell McIntyre değil Shaun Stonerook’tu, onun şutları riske edilirken elde edilmeye çalışılan avantaj muhakkak ki teknik bir ayrıntıdan ibaret değildi, Obradovic de biliyordu ki Stonerook’u mental açıdan etkileyebilirse, Siena’ya verebileceği en büyük hasarı yaratacaktı.
Nüfus cüzdanında Ohio yazması Stonerook’un bir Avrupalı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Pozisyonu için kısa boyuna ve atletik olmayışına rağmen kendini kanıtlayış şekli, hatta periyot sonunda takımının faul hakkı bulunduğunu belirtip, faul yapılması için direktifler verecek kadar bu oyunu düşünerek oynaması bile ayrı ayrı yeterli referans bu konuda. Menajerlik şirketlerinin oyuncuları hakkında yaptığı süslü yorumlar sonrasında hepsini birer Michael Jordan zannedebilirsiniz, ancak Shaun Stonerook hakkında yapılan yorum ise sadece kusursuz:
“the perfect example of a player who can dominate a game without scoring”
Savunmada takımının bütün riskleri almasını sağlayacak kadar muazzam bir yardım savunması performansı ile Siena’nın Pianigiani dönemi boyunca oluşturabildiği Avrupa’nın en verimli ekollerinden birinin merkezi oldu Stonerook. Onun işin savunma tarafını bir sanatçı gibi icra edişinin keyfi bir yana, saha içinde o kadar çok şeyi doğru ve çok yüksek seviyede yapabiliyor olmasını tarif etmek çok zor. Aynı hücumda bir tane kaliteli perdeleme yapmasına duacı olacağınız uzunlar varken, bundan birkaç tane yapıp, doğru yere kat edip, boş bir pozisyonda savunmayı cezalandırabilir ya da hücum için çok sayıda opsiyon yaratabilir. Detaylardaki başarısı, saha içi liderliği ve oyun zekasını saha içinde ortaya koyuşu eşsizdi.3 Eğer Shaun Stonerook olmasaydı, Siena bu kadar muazzam bir savunma ekolüne sahip olup, bu kadar çok maç kazanan, İtalya’daki her kupayı toplayan, ligde sürekli otuzla biten maçlarla, istese neredeyse maç kaybetmeden şampiyon olacağı fikrini akılnıza kazıyacak kadar taraftarlarını şımartan bir takım olabilir miydi? Zannetmiyorum. Görece mütevazı kabul edilebilecek kaynaklarına rağmen sürekli kazanmasalardı, böyle çılgın bir basketbol seyirci kitlesine sahip olurlar mıydı? Zannetmiyorum.
Shaun Stonerook, gerçek olamayacak kadar idealdi saha içinde ve saha dışında, her yönüyle. Bu yüzden de çok farklı şeyleri çok iyi yapabilen bir organizasyon temel taşlarından biri oldu. “Thanks for the memories” sözünü onun kadar değerli yapan fazla adam yok dünyada. Siena halkı, Pianigiani’nin yokluğuna ve yeni bir döneme alışmak zorunda ama daha da zoru işler ne kadar kötü giderse gitsin bir şekilde Siena’nın tekrar ayağa kalkıp savaşmaya devam edeceğinin garantisi olan Shaun Stonerook’suzluğa alışmak zorundalar.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane