Olympiacos’un Panathinaikos’a geçen hafta kaybettiği maç, rakiplerine karşı oynadıkları önemli maçlardaki üst üste beşinci yenilgileri oldu.1 Eğer iki takımın konumunun iki sezon öncesindeki zamanlardaki gibi olduğunu düşünürsek bu o kadar da ilgi çekici bir ayrıntı olmayabilirdi. Ancak, Obradovic sonrası sahada ziyadesiyle dağınık bir görüntü çizen PAO’nun Avrupa şampiyonuna karşı böylesine bir üstünlük kurması ezeli rekabetlerin doğasındaki sürpriz sonuçlarla açıklanabilecek bir durumdan ibaret değil.
Öte yandan aradaki rekabetin büyüklüğü saha içindeki detaylara etki eden sonuçlar doğuruyor. On beş yıl sonra lig ve Avrupa şampiyonluğunu kazanan rakibine karşı ayakta kalabilmek, Euroleague’de en tepeye çıkmaktan daha kolay ve muhtemelen daha kolay elde edilebilir bir sonuç. Rakibini sahada kendi seviyene indirmek, pek çok diğer takımla baş edebilecek kadar iyi bir seviyeye çıkmaktan daha olası olunca bu yol benimseniyor. Sahada çoğunlukla karın ağrısı olan Roko Leni Ukic’in fütursuz çembere gitme çabaları, rakibinin savunmadaki yumuşak karnı Kill Bill’in üzerinden avantaj sağlamaktan daha fazlasını ifade ediyor. Rakiplerinin yıldızını fiziksel ve mental olarak yıpratmak bu noktada çok daha önemli. Vassilis Spanoulis’in verimini düşürmeye yönelik hamleler savunmada onu James Gist ve Stephane Lasme’nin alarak pas açısını ve hamle alanını daraltması, aşırı derecede içeri gömülerek penetre kanallarını kapatmak ve sıklıkla ikili sıkıştırmalarla topu elinden bir an önce çıkarmasını sağlayarak kırk dakika boyunca onun canını sıkacak şekilde devam ediyor. Her geçen gün daha da muazzam bir oyuncu haline gelmesine rağmen, son iki sezondaki Avrupa’nın bir numaralı oyuncusunun istediklerini yapması için topla oynamaya ihtiyacı var ve Panathinaikos ne maliyetle olursa olsun, yüksek riskler alarak onun ritm bulmasını engellemeyi tercih ediyor. Sözde kolay ama yapması oldukça zor Spanoulis üzerinden Olympiacos’u yıkma planını bu kadar agresif olarak uygulama planının arkasında kaybedecek fazla bir şeyleri olmaması bir faktör elbette. Rakibiniz sizden çok daha iyiyken, onları konfor alanının dışına çıkarmadan mağlup etmek basketbolda pek olası değil. Ancak düzen içinde verimli olabilecek kendi süperstarları Diamantidis’e bağlı yapıdan bile feragat edip, sahadaki kaosun seviyesini artırmak gerekli bu durumda. Rakibiniz üst üste iki Euroleague şampiyonluğunu rakiplerinin dengesini bozup, kendi kaotik düzenini empoze ederek yapan bir takım olsa bile hatta. Aynı Panathinaikos’un saha içinde muhafazakar Barça’ya karşı pek çok takıma yaratacağından daha fazla sorun çıkarmasından anlaşılacağı üzere, tecrübesi ve geleneği ile rakibi bozarak bir şekilde hayatta kalabilecek bir takım olduğu görülmüştü ama bu işin en iyisine aynı numarayı yapabileceğini pek düşünen yoktu.
Gist son iki takımında istenmeyen biri olmuşken ve pek çok düzene karşı zorluk çekecek biriyken, Lasme ile birlikte atletizm faktörüyle Olympiacos’un sert ve akıllı uzunlarının hayatını kabusa çeviren faktörlerden biri oldu geçen sezonki final serisinde. Buna karşılık, Olympiacos’un transfer dönemindeki stratejilerinden biri kendi yapısıyla uyumlu olmanın dışında PAO’nun atletik uzunlarına karşı da daha az sıkıntı yaşayacak isimleri dahil etmek oldu. Planlamadan bihaber görünen ve Giannakopoulos Jr.’ın keyfi ile hareket eden bir organizasyonun kadro yapılanmasını ne kadar Olympiacos’a göre yaptığını öngörmek çok kolay değil ama sadece final serisi için yapılan transferler, Pire’deki başarının anahtarlarından olan genç ve yerli bir çekirdek oluşturmaya yönelik sonrasındaki hamleler aradaki rekabetin diğer hedeflerden daha öncelikli olabileceğini gösteriyor. Başarı sizin ne yaptığınız kadar sürekli kıyaslandığınız rakibinizin ne yaptığına da bağlı…
Modern zamanın en önemli basketbol filozoflarından Ettore Messina bu durumu “peripheral opponent” kavramı ile açıklamıştı.23 Kanımca tarihin en iyi takımıyla sürekli kıyaslanarak başladığı Real Madrid kariyeri başka bir dönemde belki daha farklı sonuçlanabilirdi. O dönemki Barça’nın El Clasico galibiyetleri sahada 6-2’den de 5-0’dan da daha küçük düşürücü görünüyordu. Messina sonrasındaki ilk sezon, güven vermeyen bir takım olarak Real Madrid Euroleague’de Top 16’nın ötesini görememesine rağmen uzun süre sonra ilk kez Barça’nın canını bu kadar çok sıkıyordu. Katalunya’daki Kral Kupası hezimetinde görüldüğü üzere başka takımlara karşı ne kadar sıkıntı çekerse çeksin, Barcelona’yla eşleşmek için oluşturulmuş bir takımdı bu. Jaycee “Vamos Azerbaijan” Carroll, savunmada Juan Carlos Navarro’nun kabusu olma işini kusursuz yaparken, değil iyi karar vermek, herhangi bir karar mekanizmasına oyununda yer bile vermeyen Sergio Llull’un4 sürekli yukarı çektiği tempo Katalanların en sevmediği şeydi. Kusursuzluğun sınırlarını zorlayan 2010 takımının yüksek tempo takımı Saski Baskonia karşısında şaşırtıcı derecede zorlandığını düşününce, şut seçimini oyun önceliğinde çok arkalara atacak kadar koşma derdinde olan bir takımın öncelikle planlarını Haziran’daki rakiplerine göre yaptığını düşünmek pek anlamsız değil.
Real Madrid şu anda sahip olduğu oyuncu grubuyla koçun kendilerini ne kadar kontrol edebildiğinin dahi şüpheli olduğu derecede tahmin edilemez bir takım. Xavi Pascual’ın oyunu okuyarak doğruyu uygulamayı temel prensip olarak oturtmaya çalıştığı yapıya ziyadesiyle ters. Savunmada sürekli kestirme yol arayışındaki Real savunmasının aldığı risklerin bazı Barça oyuncularını öncelikle psikolojik açıdan etkilemesi dahi –rekabetin büyüklüğü ve maçların önemiyle birleşince- başka hiçbir takım üzerinde bu kadar etkili olmayan bir yöntem. Real’in sahip olduğu özgüven imkansız şutların girmesiyle sonuçlarken, Barça’daki tersi durum boş şutların dahi girmemesiyle sonuçlanıyor. Taban tabana zıt felsefedeki koçların, tamamen farklı psikolojideki takımları…
İlhan Cavcav, Süleyman Hurma benzerlerinin hepsini suya götürüp susuz götürecek Jose Antonio Querejeta’ya bütçenin azaldığı bir sezonda, ederi yakınından bile geçmemesine ve Euroleague’de oynayamayacak olmasına rağmen Brad Oleson’a sezon ortasında bir milyon Euro verip, Carroll için panzehir aramak zorunda kalmanın Barça’nın makro planlarında yer aldığını sanmıyorum ancak rekabette ufak bir adım dahi geride kalmaya tahammülünüz yoksa sezon başında izlediğiniz stratejiyle alakasız hamleler yapabiliyorsunuz. Oleson, takıma katıldığı haftadaki performansı ve kazanılan Kral Kupası ile belki o parayı çıkardı bile. Öte yandan, Real Madrid aynı maçta cevap veremediği tek faktör olan Pete Mickeal’la baş etmek için Euroleague’de kullanamayacağı Tremmell Darden’ı getirme konusunda tereddüt etmedi. Eğer öncelikle plan ligi geri kazanmaksa, anlaşılır bir tercih belki de.
Rekabetin büyüklüğü, birbirlerine kaybetmeye olan tahammülsüzlük geriye düşen rakiplerin planlarındaki önceliği belirliyor. Öyle ki her sezon ezeli rakibinizin de içinde olduğu her turnuvayı kazanma mecburiyeti, size zaruri olan daha radikal değişiklikleri yapma izni vermiyor Barcelona örneğinde olduğu gibi. Kendi gittikleri yol kadar rakiplerinin ilerlediği yol da artık bir sonraki hamlenin belirleyicisi. “Peripheral opponent” gerçeği bunu bir noktada zorunlu kılıyor artık.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane