Skip to content

Ağabeyler ve Enseleri

Kendisini güvende/güvencede hissetmeyince insan, zamanla tali yollara sapıp atkılara tav olabiliyor. Karşısındakiyle futbol dışında iletişim kuramayınca öbür insan, sünnet çocuğu gibi atkısıyla meydanlara çıkabiliyor.

Gündemi gereksiz yere, üstelik tam iki hafta boyunca meşgul eden Olimpiyatlar şükür ki sona erdi de sporun, yani Spor Toto Süper Lig’in havasına girebildik. Bu iki hafta boyunca Olimpiyatlarda olup biten ne varsa yazıp çizen Yazıhane kadrosuna, beni, ‘bir havuzun içinde 8 tane deli’, ‘bir kanonun peşinde 4 tane deli’, ‘bir BMX’in üstünde 10 tane deli’ içerikli yazılardan kurtardıkları için teşekkür ederim.

Yeni Süper Lig sezonunun heyecanı beni öylesine sarıp sarmalamış durumda ki, lafı daha fazla uzatmadan hemen konuya gireceğim: Atkılar. Yüzlerce, binlerce liralık fiyakalı takım elbiseleri göz alıcı bir zarafetle tamamlayan, pahalı saatleri, şık ayakkabıları gölgede bırakan, çarşıda pazarda 2-3 liraya bulabileceğiniz rengarenk atkılar… Hizmet kara sevdasına karşılıksız tutulmuş, onmaz binbir illetin harında bitap düşüp hala üşüyen siyasetçilerimizin ‘ense’lerini her adım attıkları şehirde örten atkılar… 23 Nisan’da makam koltuğu vermece şakası yapılan çocuklar gibi siyasetçilerin ‘ense’lerine bırakılıveren, miting alanından binlerce hemşehrisini selamlayıp emekliye ayrılan atkılar…

‘İyi futbolun değil, kazanmanın önemli olduğu’ ayların ilk etabının içindeyiz. ‘Takım oturdu oturacak, bi’ saniye!’ yakarışlı ilk on haftanın ardından, devre arası, sonu, başı derken, bu kez de son on haftaya gireceğiz ve yeniden ‘iyi futbolun değil, kazanmanın önemli olduğu’ aylar bizi karşılayacak; Spor Toto Süper Lig’in bir parçası olmak öyle az buz şey değil, sahip çıkmalı, namus gibi muhafaza etmeli, hakkını kimselere yedirtmemeli, gerekirse hadler bildirilmeli. İşte bu nefes kesen kalitenin altın anahtarlarından bir tanesi, çoğumuzun burun kıvırdığı, hakiki değeri ise en sonunda siyasetçilerimiz tarafından keşfedilmiş atkılar…

Kasımpaşa Stadı’na kendi ismini vererek futbola olan aşkını ölümsüzleştiren Recep Tayyip Erdoğan bir tarafta atkı koleksiyonunu genişletedursun; Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli, hatta ve hatta Numan Kurtulmuş gibi parti liderleri (her ne kadar Kurtulmuş’un Has Parti’yi bırakıp iktidardaki partiye katılması an meselesi olarak görülse de…), gittikleri şehirlerin futbol takımlarının atkılarıyla boy göstererek, çalım üstüne çalım atmaya devam ediyorlar. Kimin fikriydi, ilk kimden çıktı, nasıl bir diyalog yaşandı da o ilk atkı bir siyasetçimizin ‘ense’sine oturtuldu bilinmez ama plan şu ana kadar tıkır tıkır işlemiş gibi görünüyor –özellikle de futbolla en içli dışlı liderimizin partisinde.

Yıllar geçiyor, hevesler farklılaşıyor; atkılar da artık hiyerarşik bir düzende aşağıya doğru olan yolculuğunun bebek adımlarını atıyor. Ana tablonun alt tarafının örneklerinden sonuncusunu, geçtiğimiz Perşembe günü Mersin’de gövde gösterisi yapan Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan sergiledi. Galatasaray’dan Emmanuel Culio’nun güney sahiline transferinde önemli rol oynayan Mersin İdman Yurdu Transfer Komitesi Başkanı Zafer Çağlayan, hak ettiği övgüyü kulüp başkanı Ali Kahramanlı’dan aldı: “Önemli bir transferi gerçekleştiren Sayın Bakanıma teşekkür ediyorum. Bütün Mersinimizin ve taraftarlarımızın beklemiş olduğu bir transferdi. Sayın Bakanım hakikaten bu transferi gerçekleştirmek için çok mücadele etti. Tamamen Sayın Bakanımızın yaptığı bir transfer. Bakanımızın, Mersinimize, taraftarlarımıza hediyesidir. Kendisine teşekkür ediyorum.”

Zafer Çağlayan’ı Mersin İdman Yurdu Transfer Komitesi’nin fahri başkanlığı vazifesinde görmek elbette ki bizleri ancak mutlu eder; her halükarda kendisinin ‘Ekonomi Bakanı’ olmasından yeğdir, ‘Ekonomi Bakanlığı’ koltuğunu lüzumsuz işgalinden katbekat faydalıdır. Bir Emmanuel Culio kolay yetişmiyor; bugün Mersin İdman Yurdu, yarın bir başka takım –bakanımızın bu üstün çabası, gecesini gündüzüne katan eşsiz mesaisi başımızdan eksik olmadıkça sırtımız yere gelmez. Tek bir nokta var ki; bu aralar gene futbol-Mersin-sandık mesaisini arttıran, Fantasy Football harikalar diyarındaki Zafer Çağlayan, Culio’yu getirerek kazandığı potansiyel 2 birim oyu, misal Nordin Amrabat’ı getirerek potansiyel 5 birim oya çıkarabilirdi.

Zafer Çağlayan, Mersin’de katıldığı imza töreninde, ‘Fenerbahçeli Özer Hurmacı’nın transferi konusunda da aşama kaydettiklerini’ dile getiriyor: “Zannediyorum ki, Özer’in başka beklentileri, büyük beklentileri var. Kendisine bir ağabeyi olarak, bir büyüğü olarak, ekonomi bakanı olarak tavsiyem şu: Özer iyi bir futbolcu. Mutlaka Mersin İdman Yurdu’na da katkı sağlar ama gelirse kendisinin de aldığı, verdiğinden çok daha fazla olur.

Çağlayan’ın sözlerinde dikkat çeken, daha ilk seferinde kulakları tırmalayan, ‘ağabeylik’ müessesesine yaptığı yatırım elbette ki –ekonomi konusundaki genel kültürünü (‘Fitch yine Fitchliğini yapmış!’, ‘IMF’nin ayağını kestik; bayram şekeri toplar gibi kapı kapı gezerlerdi!’) geniş ufuklu bir yatırım aracına dönüştürmesi, dehasının kaçınılmaz dışavurumu. Mehmet Ağarcılık oynama peşindeki Zafer Çağlayan pek bunalmış olacak ki memleketin ekonomik hal ve gidişatından, atmış ‘ense’sine atkısını, o telefon senin bu telefon benim, futbolculara ‘ağabeylik’ yapıyor. Senin benim asla ve kat’a ‘ağabeyim’ olmayacak Çağlayan, aramızdaki ‘ağabeylik’ ilişkisi, korumalarına ‘ağabey vurmayın’ diye isyan etmeyi aşamayacak Çağlayan, iş futbolcu milletine gelince ‘ağabey’ kesiliyor, nasihatler veriyor ki, gel de uyma!

Olimpiyat meşalesini ‘doğduğu topraklara’, yani Antalya’daki Olimpos Köyü’ne (!) getirme konusunda azimli, madalya stratejisi ise ‘sen iste, verecek olan Allahtır’ olan bir Gençlik ve Spor Bakanı’nın olduğu kabinenin sporla bu derece şirin bir flört halinde olması, Çağlayan gibi, Mersin İdman Yurdu için var gücüyle mücadele eden, kendi deyimiyle ‘Fenerbahçe seven bir Galatasaraylı’ olan bir laf cambazına, bir şam şeytanına, bir suya götürüp susuz getirme üstadına kol kanat germesi çok doğal. Boş zamanlarında Ekonomi Bakanlığı görevini yürüten Zafer Çağlayan, Aydın’ın Yenipazar ilçesindeki cezaevinde tutuklu bulunan Mehmet Ağar’a nazire yaparcasına ‘iş bitiriyor’, ‘ağabey’ olmanın hakkını veriyor. Hele ki Culio attığı bir galibiyet golünü Çağlayan’a armağan ederse, bakanımız yakasına üçüncü yıldızı takmış olur.

Kendisini güvende/güvencede hissetmeyince insan, zamanla tali yollara sapıp atkılara tav olabiliyor. Karşısındakiyle futbol dışında iletişim kuramayınca öbür insan, sünnet çocuğu gibi atkısıyla meydanlara çıkabiliyor. Bu ikisinin sönük, yavan birlikteliği ise bizleri sadece futboldan değil, hayattan da soğutmaya yetiyor. Gelgelelim; bu top cambazlarının karşısında sığınağımız ve kurtuluş umudumuz yine futbolun kendisi olacak: Futbolun adaleti yoktur!