Dün gece Gdansk’ta oynanan karşılaşmanın son dakikalarıydı. Tabelada İspanya’nın 4-0’lık üstünlüğü yazıyordu. Bir anda tribünleri kaplayan marş tüyleri diken diken ediyordu. İrlandalılar o malum melodiyi söylüyordu.
1840’larda İrlanda nüfusu, patatese bağlı olarak yaşıyordu. Derken patateslerde görülen bir mikrop, halkın temel besininin yok olmasına neden oldu. Ne bulduysalar yediler ancak ellerindeki sınırlı kaynaklar da hızla tükeniyordu…
Bir milyon insanın hayatını kaybetmesine, bir o kadarın da toprakları terk etmesine neden olan büyük kıtlıkta, en şanslılar belki de gömülecek mezar bulan ölülerdi.
Aşağı yukarı 120 yıl önce büyük hiciv ustası Jonathan Swift, Mütevazı Bir Öneri1 adlı muhteşem taşlamasında İrlanda’daki yoksulların çocuklarının ülkelerine nasıl yük olmayacağını yazmıştı.
“İşte bu yüzden de, şimdi, en ufak bir itiraza uğramayacağını umduğum naçiz düşüncelerimi sunabilirim.
Londra’da tanıdığım çok bilgili bir Amerikalı, bana, bir yaşında sağlıklı, iyi beslenmiş bir çocuğun; buğulama, kızartma, fırınlama veya haşlama olarak, çok lezzetli, besleyici, yüksek değerde bir besin olduğunu söyledi. Yahnisinin de aynı lezzette olacağından eminim.
Şu halde, hesaplamış bulunduğum yüzyirmibin çocuktan yirmibini, doğurganlık için bir kenara ayrılmalı, yirmibinin dörtte biri de oğlanlar olmalıdır. Bu dörtte bir, koyun, inek ve domuzlarımız için öngördüğümüz sayıdan bile fazladır. Söz konusu çocukların, bizim vahşi insanlarımızın pek takmadıkları evlilik kurumunun meyvaları olmadıklarını düşünürsek, bir erkek dört dişiye hizmet etmeye yeter. Geriye kalan yüzbin tane bir yaşına gelmiş çocuk da, zengin sofralar için etlenmek ve şişmanlamak üzere, son aylarda annelerinden bol bol süt emmeli, zamanı geldiğinde de krallığın kaliteli ve zengin insanlarına satılmalıdırlar. Arkadaşlar arası bir eğlence için, bir çocuktan iki tabak et çıkar; ailece yenen yemeklerde de, göğüs ya da buttan dörtte biri yeterli olur, tuzlanıp biberlendikten sonra da dört gün bekletilirse, haşlamasının tadına doyulmaz, özellikle kışın.”
Toprakların yazgısını tamamen değiştiren kıtlıktan sonra İrlandalılar, dünyanın dört bir köşesine yayılmıştı. Özellikle Amerika, onlar için önce umut, ardından rüya olmuştu.
Nüfusu kıran bu felaket, sayısız kitaba, şarkıya konu olmuştu. Sinead O’Connor’ın Famine’i2 adeta tarih dersi verirken, ondan çok daha önce yazılan The Fields of Athenry kısa sürede jingle halini almıştı, hüzün abidesi sayısız farklı yorumla kulaklarda çınlamıştı.
1990 Dünya Kupası’ndan itibaren İrlandalı futbolseverlerin bir klasiğine dönüşen şarkı, önce Celtic tribünlerini ardından Liverpool’u kaplamıştı, yayılma sürati patatesleri yok eden mikroptan hızlıydı. Kırmızılıların tarihine saygı duruşu niteliğindeki Fields of Anfield çok tutmuş, 2009’da Hillsborough Faciası’nın 20. yıldönümünde sözlere bir kıta daha eklenmişti. Kulübün unutulmazları bir daha stüdyoya girecekti…
Fields of Athenry’ye gelince… Sözler, ailesi için mısır çalmaya çalışırken yakalanıp Avustralya’ya sürülen Michael adındaki bir adamı anlatıyor. Siz siz olun, İrlandalılar o malum melodiyi söylediklerinde önünüzü ilikleyin ve sadece dinleyin. Tıpkı dün akşam Alman spikerin yaptığı gibi.
Futbol asla sadece futbol değildir mi demiştiniz…
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane