Japonların ürettiği çizgi filmlere anime dendiğini bilmediğimiz yıllardı. Çizgi film kültürü de o zamanlar “yakalarsam seyrederim” seviyesindeydi zaten. Şimdiki gibi gününü ve saatini bilmez, biyolojik saatimize güvenirdik. “Aa lan x başladı” vahyi gelirdi her gün birderbire. Hele ki hafta sonlarındaki sabah çizgi filmlerinde…
Tsubasa’yı izlediğimiz dönemde futbol sahasının orta alanından kalelerin görüleememesi, topu yokuş yukarı sürmek, ortalama bir kafa topunun yaklaşık 7-8 metre yukarıda olması, yahut Japon olan Tsubasa’nın Japon’dan çok Fransız’a benzemesi gibi birçok detay, o dönem dikkatimizi çekmemişti. “Tsubasa ile Misugi yan yana oynar mı?”, “Nankatsu’yu babam da şampiyon yapar”, Tsubasa’yı bir de Avrupa’da görelim” gibi geyiklerin dönmediği, futbolun saf tutku olduğu yıllar… Belki de futbol tutkumuzu almıştık Tsubasa’dan. Bizim için Şimizu’ya da koyuyordu Tsubasa, biz de elimizde cips, onu izliyorduk.
Tsubasa’dan biraz sonra, yeni bir Japon çizgi dizisi çıktı meydana. Tarihin en başarılı çizgi film marketini oluşturan çizgi diziydi belki de: Pokemon.
***
Çizgi filmleri bir yana, bir süre boyunca önce gazetelerin vermeye başladığı, sonrasında ise kırtasiyelerde bile bulunmaya başlayan 11’li yahut 150’lik Pokemon kartları, açıkçası benim hayatımın yaklaşık 2 tam senesini domine etti. Ha bunun yanında yine Pokemon topları, bokları püsürlerini hiç saymıyorum zaten…
“Pokemon izleyen çocuklar Poke topu açılırken çıkan beyaz ışık sebebiyle sara krizine giriyormuş” geyiği bir yanda, kendini Pikaçu sanıp camdan atlayan çocuk (ki Pikaçu uçan bir yaratık da değildi, neresiyle seyrettiyse…) bir diğer yanda, artık Pokemon’u izlememe yasak koymaya karar veren bir ana-babaya sahiptim. Küçük beynimle “yahu ne alakası var sarayla” diye savunmaya geçiyordum her Pokemon jeneriği başladığında sara krizinin ne olduğunu bimeden. Tam o dönem miydi, yoksa sonrasında mıydı bilinmez, vizyondan kaldırılma söylentileri çıkmıştı ortaya. “Bundan daha mutsuz olamam sanırım” kafasıyla geçen birkaç günden sonra, gazetenin reklam bölümünde “x kupona Pokemon kartı veriyoruz” kutucuğunu görmemle keyfimin yerine gelmesi bir olmuştu. Kart nedir, ne yapılır, pek umrumda değildi.
Yemek yemek -ki onu da pek düzenli yapmıyordum o yaşlarda- ve boşaltım yapmak dışında yaptığım ilk düzenli işti sanırım Pokemon kartı kuponu toplamak. Olay tamamen bana bırakılmıştı, ben saklıyordum kuponları. Gazetenin eve girdiğini görmeden güne başlamıyor, kuponu bir terzi titizliğiyle kesip, diğerlerinin üzerine ataçlıyordum. O dönemde ben okuldayken evde temizlik yapılması hayatımın en büyük korkusu olmuştu. Eve gelip kuponlarımın yerinin değiştiğini çekmeceye elimi attığımda hissettiğim boşlukla öğrenmem her seferinde ağlamaklı bir şekilde “ANNEA” diye bağırmama sebep veriyordu. Gerçi evde yapılan temizlikten sonra kişisel eşyaların yerinin değişmesi hala kaçınılmaz bir şey ya, hadi neyse. Sonunda günü geldi tabii. Oğlunu sara krizinden korumak için elinden geleni yapmış, ancak buna mani olamamış annemle birlikte bayiiye gidip, kuponları teslim ettim. Hatrı sayılır büyüklükte bir kutu, eve koşaradım giden bir çocuk…
“Bundan daha mutlu olamam lan herhalde, dur iyice bakayım şunlara” diye sayıklıyordum eve gittiğimde. İşin ilginci, mahallede benim akranım olan bütün çocuklar kuponlarını tamamladığı için, aynı gün içinde yaklaşık 15 ana-oğul, koşaradım aynı yere gitmişti.
Akşam olduğunda herkes yavaşça dışarıya çıkar, parka inerdi. Aslında kutuların içinden çıkan broşürde kartlarla nasıl oyun oynanacağı yazıyordu ama kimse okumamıştı onu. Sanıyorum Pokemon kartları sadece Türk çocukları tarafından “değiştirmek” için alındı. Ben hiçbir insan evladının çıkıp da “arkadaşla turnuva yaptık, ilk Pokemon olarak Beedrill koydu” falan diye dolaştığını hiç görmedim, duymadım. Varsa yoksa “kart değişmek”ti bizim işimiz… Ha içimizde “ben bizim mahallenin GYM’inin lideriyim, getirin kartlarınızı savaşacağız” diyen iki gerizekalı vardı ama, onları ciddiye alan olmamıştı.
12-13 kişilik arkadaş grubumda her gün illa en az bir kişi gidip 11’lik paketten alıyordu. Böyle böyle, garip bir ritüel oturtmuştuk aramızda. Kartları alan çocuk diğerlerini telefonla arıyor, “şu saatte, şurada paket açılacak, orada ol, galiba Çarizard var” gazını veriyor, kimse de “ben gelemem, sonra öğrenirim ne çıktığını” demiyordu. Rüyamızda bile kart değiştirir hale gelmiştik.
Dedim ya, hayatımın iki yılını yedi resmen o “kart değiştirme” geyiği. Okuldaki hocalarımız bile hangi Pokemon kartının daha fazla alıcısı olduğunu biliyordu artık sayemizde. Fakat sonra Pokemon bitti, kartlar gitti.
***
Geçmişe ait en güzel anılarımdan biridir Pokemon kartı ticareti. Bir arkadaşın diğer arkadaşa attığı kazığı gülerek dinlemek, üst üste iki paketten Çarizard çıkan çocuğun balıona küfretmek, bisikletlerle toplaşıp aşağı mahalleye kart değiştirmeye gitmek… O kafayla hiçbirimizin ticaretçi olamaması bizim ayıbımız.
Anime deyince ne anlamam gerektiğini bilmiyorum. Yalnız Japon çizgi filminin de Torrent’ten indirip, sonrasında altyazı aranan bir şey olmadığını da biliyorum. Şimdi kartlarım da yok. Taşınırken kaybettim hepsini. Önce tasolar çıkmaz oldu cips paketlerinden, sonra Panço’yu Doritos yaptılar, sonra da kartlarımı kaybettim… Çocukluğum kademe kademe bitmiş meğer.
***
Keşke hiç bitmeseydin be Pokemon.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane