Skip to content

Yanına Gireyim mi?

– Yanına gireyim mi?

– Girme, oynuyorum.

– Tamam işte beraber oynarız, Mustafa’yı alayım ben de…

– Girmesene kardeşim hayret biş… Al öldüm. Konuşturmasana ya! Yürü git! Ahmet Abiii!

Sitede oyun bölümü olacağını ilk öğrendiğimde aklıma atari salonları hakkında yazmak gelmişti. 7-15 yaş arasını “atari nerd” olarak geçiren tüm insanlara gelsin bu yazı.

Bambaşka yerlerdir atari salonları. İki tuş ve bir ufacık kol gerisinde harcanan saatler, jetonlar tükendikten sonra belki bir şekilde para yahut jeton bulurum, birisi bana kıyak yapar düşüncesiyle makineler arasında gezinmeler, eve dönüş saatini 3-4 saat geçirdikten sonra salona gelen kızgın bir anne ve niceleri…

7-15 yaş aralığının yaz kısmını Kuşadası’nda bir yazlık sitede geçirmiş bir insan evladının saatlerinin deniz güneş ve kum arasında geçmesini beklersiniz. Çocuksu yaz aşkları, denizin buz gibi sularından çıkıp gelen buruş buruş eller, sitelererası akşamüstü maçları yahut akşam toplanıp salakça gezinmeler… Benim içinse biraz farklı oldu o dönem. Marketimizin arka tarafında orta boy bir atari salonu vardı. Ahmet Abi’nin işlettiği bu salon, tamamen Ahmet Abi’nin iyi kalpli oluşundan dolayı, civarın en ucuz jetonlarını satan yerdi. 250 bine alınan jeton, günlük 3 milyon lira (dondurma dahil) alan bıdıkların uğrak yeriydi. Herkesin denizden döndüğü saat olan 19.00 civarı toplaşılır, geceyarılarına kadar atari partileri düzenlenirdi… Resmen gözüm doldu… “Bizim zamanımızda bi Rummenigge vardı, Müller vardı…” diyen amcalar gibi “Mustapha vardı, King Of Fighters vardı…” diyerek gireceğim galiba olaya.

Saat olmazdı atari salonlarının hiçbirinde. Kumarhanelerdeki mantık işte, çocuk saatin kaç olduğuna bakmasın, jeton almaya devam etsin. Sanki kafamızı kaldırırdık ya o ekrandan… Jetonun içeriye düşme sesini duyan boştakiler “Aha!” diyerek makinenin olduğu yere yönlenir, izlemeye başlardı. Sadece oynayan değil, izleyen de anlayamazdı vaktin nasıl geçtiğini. Herkesin bir favorisi vardı şüphesiz, ilk 2 jeton ona harcanırdı illa, ki benim favorim “Mustafa”ydı.

Girizgah uzunca oldu ama, insan özlediği şey anlatmayı bırakamıyor ne yapayım. Asıl adı “Cadillacs And Dinosaurs” olan, ancak içindeki “Mustapha” adlı karakter sebebiyle “Mustafa” olarak bilinen, Capcom yapımı (ya nolacağıdı?) biri kadın dört karakterin manyak deneyler yaparak dinozorları kullanan ve dünyayı ele geçirmeye çalışan Profesör Fessender’a karşı giriştikleri savaşı anlatan bir oyun… Değişik tekme-tokat varyasyonları, bilumum silah kullanımı, her oyunun olmazsa olmazı “süper çekmek”, ac-cayip canavarlar ve adamlar…

  • İlk bölüm saçları arkaya doğru jölelemiş, büyükçe kafalı, herkesi sinir eden bir adamın bölümüydü. Hayır, Yiğit Bulut değil, Vice T. idi elemanın adı. Yanında evcil bir dinozor, boyuna adam çağırıp dövdürürdü sizi. Ama geçmek kolaydı, ki ilk bölümde jeton kaybeden adam ciddiye alınmazdı zaten.
  • İkinci bölüm dinozor kasabının bölümüydü. Bataklıklar arasında ulaşılan, yolda değişik tiplerle karşılaştığınız, mutlaka bir jeton kaybettiğiniz bu bölüm, elinde devasa kılıçlar olan kocaman kasabı dövdüğünüzde biterdi.
  • Üçüncü bölüm en tırt bölümdü. Çölde ilerlerken diğer karakterlerden birini bir radyo vasıtasıyla çağırır, araba isterdiniz. Arabayla yaldır yaldır gidip, en sonunda motorsikletli bir genci sıkıştırıp, öldürmeye çalışırdınız… Bi dakika lan, E-5 yol hikayeleri bu… Değil değil.
  • Dördüncü bölümde sarışın babyface karakterimiz Jack’in garajını kurtarmaya gidilirdi. Gerçi ben Jack’i sevmezdim, söylenti vardı bizim sitede “Jack Hannah’nın sevgilisiymiş oğlum” diye. Benim yaz aşkımdı Hannah ve memeleri… Garaj diye girdiğiniz yerin arka planında lav akardı, nükleer bir garajdı. Sonunda da Slice denen, jiletli bumerang atan uzunca bir adam vardı. En çok vakit ve jeton kaybettiğiniz bölüm buydu, zira adam bumerangı atar, bumerang dolanır durur, o arada size iki üç tokat atar, sonra attığı bumerang arkanızda gelir vururdu… Seni bulacağım oğlum Slice.
  • Beşinci bölüme geçildiğinde artık salonda herkes sandalye çekerdi. İş ciddiye binerdi çünkü, eşik atlatılırdı. “Çocuk biliyor oğlum”a gelirdi olay. Yaşlı bir amcanın köyünü kurtarmak için dağları aşarak giderdik mekana. İşin ilginci, oynayanların illa ki dikkatini çekmiştir, Capcom’un Street Fighter’daki en farklı karakteri Blanka’nın deneme sürümü burada çıkar karşımıza. Köy yanarken ulaşırdınız ve tam o amca size “Evladım tam zamanında geld…” derken ufak tefek (1.50) elinde makineli tüfek olan bir profesör bozması Türk filmlerinden bozma bir sahne içerisinde öldürürdü adamı. O hırsla daha beter, hatta bazen gözlerimizden yaşlar gelerek (amcaya çok üzülürdük) döverdik Morgan’ı ama sonra o da dinozor olur, geri dönerdi. Bu bölümü geçen adam ertesi gün lord gibi karşılanırdı salonda.
  • Altıncı bölüm çok kabusa mal olmuştur bana ne yalan söyleyeyim. Bir kutudan çıkan virüsümsü canavarın onun bunun kafasına oturmasıyla kocaman bir yaratığa dönüşmesi, o dönemde kafama konan her böceğe farklı bakmama sebep oldu. Az salaktım ben küçükken. Gerçi hangimiz değildik ki? Neyse. Bölüm zordu, ama geçilmez değildi. Hele arkanızda “OEÖOEÖOE” diye gaza gelerek tuhaf sesler çıkaran bir taraftar kitlesi oluştuysa tüm o bölümler geçildikten sonra…
  • Yedinci bölüme geçen adama Ahmet Abi gazoz verirdi. “Arslanım, yiğidim” tonlamasıyla “Al bakalım” diye verdiği gazoz ısınırdı, gazı kaçardı… Ulan tam gaz oyun oynayan adam gazozu ne yapsın? Sonra ver. Asansörle yerin dibine indiğiniz bu bölüm, ilk seferde “Hananı!” etkisi yaratır. Çünkü 4. bölümün Slice’ına genetik müdahale yapılmıştır, mutasyona uğramış, iki tane olmuştur. O dönemde tabii genetik müdahale demiyorduk “Aaa lan Slice çarpılmış” diyorduk ama, olsun. Hiç unutmam, ilk kez oyunu bitirdiğim gün bu canavarı gören arkadaşlar “Ozi al benim 2 jetonu ama allahaşkına geç şu bölümü” demişlerdi. Anca fazladan 2 jetonla geçilebiliyordu zaten bölüm… Ama geçiliyordu.
  • Son bölümde artık yerinde duramazdı kimse. Ahmet Abi bile sandalye çeker, izlemeye koyulurdu. Spoiler’ın feriştahını verirdi tabii “Bah şimdi o ilk bölümün sonunda gelen herif burada erken gelecek” diye ama olsun, heyecan hiç azalmazdı. Tüm bu olayın başındaki Profesör Fessenden “Beni durduramayacaksınız” deyip dinozora dönüşür, sonra ölür, sonra bir kez daha çift başlı bir dinozora dönüşürdü. Onu da öldürdüğünüzde oyun biterdi… Sonrası sitenin muhtelif yerlerinde sevinç çığlıklarıyla koşmak, bol bol küfür ve azar yemek (geceyarısı olması itibariyle) anneye şikayet tehditleri ve sevinçten uyuyamayan bir çocuk…

Sinir, stres, heyecan, sevinç, acı, mutluluk ve gözyaşı… Hayatı öğrenmişim aslında atari salonlarında, yeni fark ediyorum… 2 jetonu verip “al da bitir şu bölümü” diyen dostları, jetonu olmadığı halde gelip 2. oyuncunun tuşlarına basarak rakibi “azdıran” terbiyesizleri, haftanın belli günleri gelip tek başına oyun oynayan gizem insanlarını orada gördüm… Şimdi bakıyorum da, başıma gelen en güzel şeylerdendi atari salonları ve Mustafa…

– Bi abi var, Mustafa’yı tek jetonla bitirmiş.

– Oha! Hadi canım, ciddi misin?

-Yalan değil ya, valla. Ahmet Abi’ye sor… Tek jetonla bitirmiş ve bi daha da gören olmamış.

– Nasıl? Hiç gelmemiş mi bi daha?

– Gelmemiş. Artık görevimi tamamladım deyip gitmiş. Yedek jetonunu da Berk’e vermiş bizim, o anlattı bana. Onun yaşına gelince ben de bu jetonla bitireceğim diyor.

– Ohaa…

Dur açayım da oynayayım biraz.