Skip to content

Y Jenerasyonu

İngiliz Okulu, İngiltere sınırları içinde olmasa da, varlığını ve canlılığını başka topraklarda sürdürmeye devam ediyor.

İzlanda uzmanı olduğumu iddia edecek değilim. Bu yazıya başlayabilmek için bazı hazırlıklar yapmam gerekti. Bir kenara kaydedip de okumadığım eski yazıları gözden geçirdim veya Gudjohnsen’in soyadının nereden geldiğini merak edip kendi başıma bir soy ağacı çıkarmaya giriştim. Bu arada, bunu gerçekten yaptım.1 1901’de doğan büyük dedesi Thordur’dan öncesine ulaşamıyorsunuz. En azından ben ulaşamadım. İzlanda ile ilgili ne kadar çok şey yazıldığına bazen gerçekten hayret ediyorsunuz. Bunun önemli bir mesele olduğuna kanaat getirdim. Çünkü artık anlatacak bir şey kalmamıştı.

İzlanda’ya dışarıdan bakan ve konusu İzlanda olan bir yazı yazan herkesin aşağı yukarı aynı hikaye kalıbına bağlı kaldığını fark edeceksiniz. Bu kadar küçük bir ülkenin varlığına aklınız eriyor mu? Huzurlu insanları ve gelişmiş sosyokültürel yaşamından haberiniz var mı? Sanki, İzlanda’nın başka bir gezegenden olduğuna inanmak istiyoruz gibi. Göz alıcı yanardağların olduğu bir photo-essay’de veya 2008 krizini anlatan bir ekonomi yazısında, herhangi bir seferde bu hisle karşılaşabiliyorum. İzlanda, gizemli ve merak uyandırıcı geliyor.

Ama tüm bunlar bir süre sonra eski büyüsünü kaybetmiş olmalıydı, diye düşünüyorum.2 Tarihinde ilk kez bir büyük turnuvaya katılacak olan İzlanda Futbol Takımı’nı, bu kalıplaşmış hikaye formatıyla anlatmak doğru gelmiyor. Belki, bana Lagerbäck de hak verirdi. “Ben bir kahraman değilim, gerçek kahramanlar Mandela ve Dr. King gibiler” demişti. Onları herhangi bir takım gibi görmeye çalışacağım. İzlanda’nın bu kadar kısa süre içinde nasıl bu denli yükseldiğini biraz olsun anlamak istiyorum.


Alışıldık tedrici yükseliş hikayelerinin aksine, İzlanda’nınkisi gerçekten ani ve beklenmedikti. 2011’de Lagerbäck’i takımın başına getirdiklerinde, Avrupa Şampiyonası eleme gruplarında 7 maçta 1 galibiyet alarak sondan ikinci sıraya demir atmışlardı. Mağlup edebildikleri tek takım, son sıradaki Kıbrıs’tı. Bir önceki 2010 Dünya Kupası elemeleri de farklı olmamıştı. Bir kez galip gelebilmiş ve son sırada yer almışlardı. Nisan 2012’de açıklanan FIFA sıralamasında, İzlanda 131. sırada yer alıyordu. Tarihlerindeki en kötü dereceydi ve Liechtenstein’ın da altına düşmüşlerdi. Yalnızca dört sene öncesinden bahsettiğimizi unutmayın. Lagerbäck bu şartlarda sözleşmeyi imzalarken acaba aklından neler geçirmişti?

Benim için herhangi bir hedef ortaya koymadılar. Play-off’lara ulaşmamız gerektiği veya bunun gibi bir konuşma gerçekten olmadı. Ama eğer bunu başarabileceğimizi düşünmesem, asla bu görevi kabul etmezdim. Çok ilginç bir oyuncu grubuyla çalışacağımı düşünüyordum. Bunu söylerken, özellikle de 2011’de U-21 Avrupa Şampiyonası’nda yer alanları kastediyorum.

Fransa’da boy gösterecek yirmi üç oyuncudan altısı, sözü edilen U-21 ekibinden olacak. Takımın kaptanı Gunnarsson, uluslararası alanda en tanınmış oyuncusu Sigurdsson ve yaklaşık iki maçta bir gol ortalaması tutturan forveti Sigthorsson, 2011’deki kadronun elemanlarıydı. Lagerbäck’i ikna etmeyi başaran altın jenerasyon, yaklaşık yirmi yıllık bir sürecin ürünü, ve buna sonra değineceğiz, ama öncesine ve sonrasına da bakarak, İzlanda’nın dramatik yükselişindeki en önemli figürün Lagerbäck olduğunu söylemek çok da yanlış olmayacak. “Lars geldi ve buradaki insanlara İzlanda’nın diğer ülkelerden yıllarca geride olduğunu söyledi” diye anlatıyor kadın futbol takımı antrenörü Freyr Alexandersson.3 Türkiye’deki toprak sahaları ilk gördüğünde Derwall de buna benzer bir tepki vermiştir, diye aklımdan geçiriyorum.

67 yaşındaki Lagerbäck, görevini İzlandalı Heimir Hallgrimsson ile birlikte yürütüyor. Euro 2016 sonrası ise takımın sorumluluğunu Hallgrimsson tek başına üstlenecek. Şu an için hâlâ asıl mesleği olan diş hekimliğiyle ilgilenecek vakti bulabiliyor, muhtemelen bunun değişmesi gerekecek. Hallgrimsson, hazırladığı PowerPoint sunumlarıyla oyuncuların ihtiyacı olan tüm detayları 30-40 dakika içinde anlatmaya uğraşıyor. Sayıları artan milli takım fizyoterapistleri, oyunculara kulüp takımlarına kadar eşlik ediyorlar. Modern bir futbol takımında görmeye alışık olduğumuz pek çok özellik, artık İzlanda için de söylenebiliyor.

Lars Lagerbäck, İngiliz futbol kültüründen fazlasıyla etkilenmiş tipik bir İskandinav antrenör. Nasıl olduğunu bilmediğini, ama Wolverhampton taraftarı olduğunu söylüyor. Bu jenerasyonun en tanınmış üyesi, Lagerbäck ile aynı yaştaki Sven-Göran Eriksson’du. Sıklıkla 4-4-2’yi tercih eder, futbolu İngilizler gibi oynamaya çalışırdı.4 Houghton ve Hodgson, 70’lerin sonunda İsveç ligine damga vurmuş, ülke futbolunu derinden etkilemişti. “Önceleri Alman futbolu örnek alınır, adam adama markaj uygulanırdı” diyor Lagerbäck. Henüz 30’lu yaşlarının başındaki bu iki genç İngiliz ise alan savunması ve pres oyununu getirerek şampiyonluklar kazandılar. Lagerbäck de 4-4-2’sinden hâlâ vazgeçmedi.

izlanda-santra

Aslında, kolaylıkla diğer İskandinav ülkelerinde de eşleniği bulunabilecek bir durumdan bahsediyoruz. İngiliz futbolu, İskandinavya’da fazlasıyla ilgi görüyor ve bu gelenek içinde sayılabilecek İzlanda da pek farklı sayılmaz. 15 bin evde Premier League yayını üyeliğinin olduğu ülkede, Luton Town taraftarına dahi rastlayabiliyormuşsunuz. Oyunun bu kadar popülerleşmesi, henüz 70’lerde başlayan maç yayınları ve İngiliz takımlarının ziyaretleri sonucu olmuş.

Bir önceki jenerasyonun en iyi futbolcularının hemen hemen hepsinin İngiltere’yi tercih ettiğini göreceksiniz. Gudjohnsen, Hreidarsson ve Helguson, ilk aklıma gelenleri. Geçtiğimiz ay Reykjavik’te düzenlenen futbol konulu konferansa, Kevin Keegan ve David Moyes’u5 davet etmeyi uygun görüyorlar. Norveçli antrenör Henning Berg, yabancıların ilk dikkatini çeken özelliğin İzlanda mantalitesi olduğunu söylüyor ve bunu ‘aşırı derecede profesyonel olmak’ ve ‘stres koşullarıyla çok iyi başa çıkmak’ şeklinde tanımlıyor.

Bruno Alves’in kung fu tekmesi sonrası koşarak pozisyona devam eden Kane için, o sırada televizyonda maçı yorumlayan Glenn Hoddle da buna benzer şeyler söylemişti. Hoddle, bunu tipik İngiliz ruhu olarak ifade etmişti. Bu davranış biçimini artık demode bulan ve Terry Butcher’ın kanlı fotoğraflarından türlü şakalar çıkaran İngilizlerin aksine, İzlandalıların durumlarından memnun olduğunu sanıyorum. İngiliz Okulu, İngiltere sınırları içinde olmasa da, varlığını ve canlılığını başka topraklarda sürdürmeye devam ediyor.6


İzlanda futbolunun uluslararası düzeyde tanınmış ilk yıldızlarından Arnor Gudjohnsen7 ve onun gibiler için, yabancı kulüplerin dikkatini çekmek oldukça zor bir işti. Zorlu mevsim koşulları sebebiyle yalnızca beş ay futbol oynanabiliyor, oyuncuların kendilerini geliştirmesi mümkün olmuyordu. Ancak çok yetenekli olanlar fark edilebilirdi. 1978’de Polonya’da düzenlenen gençler turnuvasında kendini gösteren Arnor’u, Belçika’dan iki kulüp transfer etmek istedi. O sırada Standard Liege’de bir başka İzlandalı, Asgeir Sigurvinsson forma giyiyordu. Arnor, Lokeren’i tercih etti. 1987’de ligin gol kralı oldu ve daha sonra Fransa’da forma giydi. Ama uzunca bir süre, bu iki oyuncunun kariyer başarılarına yaklaşabilen bir İzlandalı çıkmadı. Onlar özel oyunculardı.

Yurt dışına çıkma zorunluluğu, İzlanda futbolunun hâlâ temel gerçekliği. Bu konuda ne kadar aşama kat ettiklerini ise son açıklanan kadroya bakarak görebilirsiniz. İzlanda Ligi’nde oynayan bir tek oyuncu dahi yer almıyor. İzlandalı oyuncular, Avrupalı kulüplerin ilgisini çekmekte artık o kadar da zorlanmıyorlar. En önemlisi, Avrupa’ya daha hazır gidiyorlar. Son yirmi yıl içinde, futbolcu profilinin önemli ölçüde değişime uğradığını görüyoruz. Özellikle Danimarka’dan transferlerine alışık olduğumuz Hollanda kulüpleri, İzlandalı futbolcu ithal etmeye başladılar. Yeni jenerasyon, çok daha yüksek top tekniğine ve iyi bir oyun bilgisine sahip. Elbette bunların hiçbiri şansla olmadı.

İlki 2000’de tamamlanan üstü kapalı büyük futbol sahalarının sayısı günümüzde yediye ulaştı. Bunların daha küçük olanlarından 22 tane daha var ve artık on iki ayın tamamında verimli bir şekilde spor yapılabiliyor. İngiltere Futbol Federasyonu’nun 1988’de vazgeçtiği suni çimi İzlanda da terk etti ve oyuncular daha modern zeminlerde oynamaya başladılar. Futbol federasyonunun 2002’de aldığı kararla, eğitim sistemi yeni baştan düzenlendi. Böylece on sene içinde daha önce hiç olmadığı kadar UEFA A, B ve Pro lisanslı antrenör ortaya çıktı. Sigurdsson, 14 yaşındayken daha iyi altyapı olanakları olduğu için Breidablik kulübüne transfer olmak istemişti. İki yıl sonra da Finnbogason aynı rotayı takip etti.

Belki de bu tip hamleleri gelecekte daha az sıklıkta göreceğiz. İzlandalı spor yazarı Vidir Sigurdsson, coaching seviyesinin üst standarda dayandırıldığını söylüyor. “Artık her kulüp, her yaş grubundaki takımları için iyi eğitilmiş antrenörlere sahip” diyor Sigurdsson.


İzlanda gerçekten ne kadar iyi? Kevin Keegan, onların şampiyon dahi olabileceklerini iddia etti. Geçmişte Danimarka’nın başardığını unutmamalıydık. David Moyes ise bu soruları yersiz buldu ve önemli olanın keyif almak olduğunu söyledi. Sanırım Moyes’a daha yakın duruyorum. 2014 eleme gruplarındaki rakiplerinin hiçbirinin Euro 2012’ye gidemediği ve bizim yer aldığımız grupta da “Total Felaket” Hollanda’nın yer aldığı aklıma geliyor. İzlanda’nın ne kadar iyi olduğunu izleyerek deneyimledim ama yine de övgüleri biraz olsun azaltmak daha makul görünüyor.

Daha önceki yazıların aksine, bu yazının bir kahramanı olmayacak. Çünkü İzlanda için böylesi uygun olurdu. Stereotiplerden kaçmak isterken sanırım yine onlardan biriyle bitiriyorum.

izlanda-danimarka

  1. Normalde İzlanda’da ancak –son veya –dottir ile biten soyadı alabiliyorsunuz. Daha doğrusu, İzlanda’da bizim bildiğimiz şekliyle soyadı kullanılmıyor. Björk, bu yüzden sadece Björk. Gudjohnsen ise bir yabancı soyadı, ben de nereli olduğunu merak etmiştim. Dali’yi yüz yıl önceki ailesinden anlatmaya başlayan Ian Gibson biyografisinden bu yana bu takıntımı atamadığımı düşünüyorum. []
  2. Örneğin Hollanda da nüfusuna kıyasla olağanüstü işler başaran bir futbol ülkesi, fakat bu artık büyük ölçüde eski bir hikaye. Ancak zaman zaman Hollandalı futbolcuların hatırlatmalarıyla tekrar farkına varıyoruz. []
  3. Bu ve bundan sonraki alıntı ve verilerin büyük kısmı, Johann Olafur Sigurdsson’un hazırladığı Development of Icelandic Football adlı kitapçıktan alındı. []
  4. İngiltere Milli Takım tarihindeki ilk yabancı antrenörün Eriksson olması bir sürpriz değil. Daha ziyade komik. []
  5. Moyes’un çok kısa süreliğine de olsa İzlanda’da bulunduğunu biliyor muydunuz? 15 yaşındaydı ve babasıyla beraber antrenörlük yapmak üzere Westman Adaları’na gitmişti. []
  6. Bu cümlenin orijinali Hollanda için söylenmişti. []
  7. Bildiğimiz Eidur Gudjohnsen’in babası, evet. Milli takım formasıyla en iyi maçında da Türkiye’ye 4 (dört) gol atmıştı. []