Türkiye’nin elindeki oyuncu kadrosunun, iki oyun tarzını oynaması mümkün: Topa daha fazla hakim olarak oyuna hükmetmeyi de başarabilir bu kadro, önde basıp kazanacağı toplarla rakibi hazırlıksız yakalayarak hızlı hücumla skora da gidebilir ya da maç içerisinde bunların ikisini de uygulayabilir. Ama bir şeyi yapamaz: Savunma hattını ve baskı merkezini geride kurup, top rakipteyken hep beraber topun arkasına geçip, pozisyon vermeme öncelikli bir oyun oynayamaz.
Fatih Terim’in dün sahaya sürdüğü ilk 11 ile oynatmaya çalıştığı oyun tarzı oksimoron oluşturuyordu. İki hücumcu bek, defansif orta saha orijinli bir stoper, orta sahanın merkezinde oyunun iki yönünü de oynayabilen, biri Avrupa’nın en yaratıcı oyuncularından olmak üzere üç oyuncu ve önlerinde bir üçlü. Kağıt üstünde bu takımın sahanın bütün bölgelerini çok daha efektif kullanan bir görünümde olması gerekirdi. Ama öyle olmadı.
Terim’in Mehmet Topal’ı stoperde kullanma amacı ne olabilir? Ya elinde daha iyi bir stoperi olmadığını düşünüyordur veya stoper pozisyonunda ayağı düzgün bir seçenek arıyordur. Yani topun daha çok kendilerinde olmasını istiyordur. Dolayısıyla teorik açıdan kesinlikle doğru bir tercih olduğunu söyleyebiliriz.
Zira futbolda trendleri takip eden, oyunun ne yönde bir gidişatının olduğunun farkında olan teknik direktörler, “defansif orta saha” diye bir şey kalmadığını, orta saha oyuncularının oyunun iki yönünü de oynayabilmeleri gerektiğini biliyorlar ve artık stoperlerini orta sahada demode kalan, kafa hakimiyeti olan 6 numaralardan seçiyorlar. Bu sayede hem topun kendilerinde daha fazla kalmalarını sağlıyorlar hem de rakibi daha önde karşılayabiliyorlar.
Bunu ilk başlatan Marcelo Bielsa, Şili Milli Takımı’nda Gary Medel’i geri üçlünün merkezinde oynatıyordu. Ardından, Bielsa’nın gezegendeki en iyi teknik direktör olduğunu açıklayan Pep Guardiola, hayranı olduğu Bielsa’nın bir keresinde kendisine, “Gol atamıyorsan forvetlerine değil defans oyuncularına bak, yaratamayan onlardır” dediğini söylemiş ve Barcelona’da Javier Mascherano’yu stoperde kullanmaya başlamıştı. Bayern Münih’in başına geçtiğinde ise Bielsaismo’yu daha da ilerleterek tek stoper ve yanına iki hızlı bek (Philipp Lahm ile David Alaba) tercihinde bulundu. Burada bir dipnot: Bielsaismo’nun bir sonraki önemli temsilcisinin de Newell’s Old Boys’ta henüz 13 yaşındayken, o dönemde takımın altyapı koordinatörlüğünü yürüten Bielsa ile tanışma şansına erişmiş Mauricio Pochettino olduğunu söyleyebiliriz. Pochettino’nun Spurs’ünün defansının (bir başka deyişle hücumunun) kilit ismi de dün Türkiye’ye karşı da oynayan Eric Dier olacaktır.
Tekrar milli takıma dönersek, yukarıda söylediklerimizden hareketle Terim’in Topal’ı stoperde oynatma tercihi de doğrudur. Bilhassa elinizde “Türk Bielsa” Şenol Güneş’in sırasıyla başka başka takımlarda yıldızlarını parlattığı Selçuk İnan, Ozan Tufan ve Oğuzhan Özyakup gibi iyi bir üçlü varsa, Topal’ın orta sahadan stopere çekilme kararı daha da isabet kazanır.
Fakat bu teorik doğruluk, pratikte sahaya yansımayınca haliyle Terim’in tercihlerinin derinliği sorgulanır hale geliyor. Sadece başlangıç stratejisi olarak da değil, devamında oyuna yaptığı müdahaleler de Terim’in tabiri caizse eskinin kurallarına ve geleneklerine ne kadar sıkı sıkıya bağlı bir teknik direktör olduğunu gösteriyor.
Şayet bu sezon Süper Lig’e damgasını vurmuş, Beşiktaş’ın rakiplerini sürklase etmesinin başlıca sebebi olmuş, üstelik dün akşam da takımın en iyisi, atılan gol öncesindeki ara pasında yarattığı sihirle golün bir numaralı hazırlayıcısı olmuşken, eski takımı Arsenal’in taraftarları maç boyunca attıkları tweet’lerde bu oyuncularının neden satıldığına dair hayıflanırlarken, sezon boyunca maçların çoğunluğunda 90 dakika sahada kalmışken, yani maç temposu da varken, dün henüz 70. dakikada ve skor da 1-1 iken Oğuzhan’ı oyundan alıyor, yerine de bir “defansif orta saha” oyuncusu olan Mahmut Tekdemir’i koyuyorsanız; bu değişikliğin sebebi olarak da “orta sahaya direnç katmak”, “oyunu tutmak” gibi mazeretleriniz bulunuyorsa, ne yazık ki siz eski tip bir teknik direktörsünüzdür.
Dahası madem bu oyun ancak defansif orta sahaların varlığıyla tutulabilir, o zaman maça neden stoperde Topal ile başlandı? Terim eski tip bir teknik direktörlük sergilemekle kalmıyor, aynı zamanda kendi tercihlerini de inkar ediyor.
Oğuzhan çıktıktan sonra Mahmut ile oyunun tutulması beklenirken, ne hikmetse birkaç dakika içerisinde Jamie Vardy tutulamadı ve Topal’ın arkasına sarkarak İngiltere’ye penaltı kazandırdı. Harry Kane penaltıyı kaçırdı kaçırmasına, ama Terim’in oyuna bakış açısındaki sorunların meydana çıkması için 20 dakikalık bir süre daha vardı. Maçı anlatan spiker de o dakikalarda, “İngiltere’nin baskısı arttı, biraz top tutmaya, pas yapmaya ihtiyacımız var” diyordu. Ama nedense Mahmut oyunu bir türlü tutamıyordu!
Mahmut oyunu tutamayınca birkaç dakika içerisinde de Vardy’nin golü geldi. Golde kaleci Volkan ile İsmail’in iletişimsizliği varmış. Olabilir. Önemli olan, maçın gidişatı ve kenardaki teknik adamın akıp giden oyuna bir yenilik katabilmesidir. Fakat ne yazık ki Terim’in oyuna kattıklarında bir yenilik değil, sadece demodelik görülüyor. Nitekim gol yememek için oyundan yaratıcı bir orta saha alıp defansif bir orta saha sokan Terim; golü yedikten sonra da, bu sefer beraberlik golünü bulabilmek için, orta sahadan bir oyuncu çıkarıp bir forvet soktu. Doğal olarak da kaybetti.
Terim’in tek sorunlu yanı oyuna bakış açısı değil, oyuncu tercihleri de bir o kadar tartışmaya açık. Örneğin fiyasko bir sezonu geride bırakan Galatasaray’ın formsuz oyuncusu Yasin Öztekin’de olup da Bundesliga’da sezonu 11 gol 4 asistle kapatan Yunus Mallı’da olmayan neyi görüyor olabilir ki?
Türkiye’nin elinde, kadroya çağrılmayan bazı oyuncular da dahil olmak üzere, kendisini sürekli yenileyen bu zevkli oyunun en son güncellemesinin bütün gereklerini yerine getirebilecek bir takım var. Oğuzhan Özyakup gibi Avrupa’nın birçok dev kulübünün ya da ekol ülkesinin dahi elinde olmayan bir beyine; Bundesliga’da kendisini kanıtlamış Yunus Mallı gibi bir oyun kurucuya; Selçuk İnan gibi bir bağlantı oyuncusuna; Hakan Çalhanoğlu ve Cenk Tosun gibi üst düzey şutörlere; Volkan Şen ve Gökhan Töre gibi mental handikapları olsa da bire birde olağandışı yeteneklere sahip oyunculara; Ozan Tufan, Olcay Şahan, Alper Potuk gibi oyuna büyük bir enerji ve tempo katabilecek isimlere ve Arda Turan gibi sezonun büyük bölümünde oynayamasa da uluslararası bir tecrübeye sahip.
Bu saydığımız oyuncular doğru kullanıldıklarında Euro 2016’daki her takımın başına büyük belalar açabilirler. Yeter ki geçmişi büyük başarılarla dolu olan Terim, geçmişin zincirlerinden kurtulup gelecek vadeden bu oyuncu grubunun önünü modern bir futbol görüşüyle açabilsin. Bunu yapabilir mi? İşte bütün mesele bu.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane