Günümüz insanı için şöhret, rahat bir hayata erişmek adına en kestirme yolların başında geliyor şüphesiz. Özellikle yetenek yarışması konseptinin Türkiye’ye geri getirilmesiyle birlikte, çoluk çocuk, kadın erkek, insan hayvan demeden herkes birtakım meşhurların önünde yeteneklerini sergiliyor. Bu insanlar iyi ya da kötü bir şöhret uğruna, sahip oldukları her şeyi feda edebilirlermiş gibi geliyor…
Rutin bir Wikipedia gezintisi sırasında Simone Silva adına rastladım. 50’li yılların kendi konsepti içinde meşhur olabilmek için yapmadığı kalmayan, bu uğurda hayatını bile ortaya koyabilen bu kadın o günler için marjinal bir örnek olduğu kadar bugün için de öyle. Ancak yaptıklarının derinine bakarsak mantık olarak büyük bir fark göremediğim gibi, marjinal görülecek hareketlerinin günümüzden tek farkının bu isteklerini alenen beyan etmesi olduğunu düşündüm.
Simone Silva’nın hayatına dair çok az detay biliyoruz. 1928’de Fransız-İtalyan bir ailenin çocuğu olarak Kahire’de doğup büyüdüğünü, bir İngiliz’le evlenerek Londra’ya geldiğini ve vatandaşlık aldığını, burada B-filmlerde önemsiz filmlerde oynadığını ve tabloid gazetelerinde 3. sayfa güzeli olarak pozlarının yer aldığını söyleyebiliriz. 1954’te Cannes Film Festivali’ne geliyor, burada şöhrete ulaşmanın kolay bir yolunu bulduğunu düşünüyor. Nitekim 1 yıl önce plajda güneşlenirken bir anda herkesin dikkatini çeken Brigitte Bardot gibi o da kitlelerin dikkatini çekmenin, film teklifleri almanın iyi bir yolu olduğuna ikna oluyor şüphesiz. Başta her şey iyi gider, festivalin o yıllarda her yıl belirlediği “Miss Festival” seçilir. Ancak bununla yetinmeyecektir. Daha fazlasını istemektedir. Daha fazlası için fırsat da karşısına kısa sürede çıkacaktır.
Hollywood’un en önde gelen aktörlerinden biri olan Robert Mitchum da oradadır. Cannes açıklarındaki Lérins Adası’nda bir organizasyon nedeniyle dolaşmaktadır. Üzerinde rahat kıyafetleriyle sahilde yürümekte, bir yandan beraberindeki fotoğrafçılara poz vermektedir. Eşi Dorothy de yanındadır. Hiç kimse olağanüstü bir olay beklemezken sahneye Silva çıkar. Mitchum’ın yanına gelen Silva, basın mensuplarına poz vermeye başlar. Üstünde sadece bir etek ve göğüslerini örttüğü bir eşarp vardır. Bu durumda yine de olağandışı bir şey yoktur, çünkü Cannes meşhur olabilmek için ünlülere yaklaşmaya çalışan kadınlarla doludur. Ancak Silva bir anda eşarbını çıkarır, Mitchum’a sarılır, üstü çıplak kalır. Bu o kadar beklenmedik bir harekettir ki, hem Mitchum hem de basın mensupları ne yapacaklarını şaşırır. Bu anı kaçırmamak isteyen fotoğrafçılar adeta birbirlerini ezerler. Flaşlar patlarken makineler kırılır, bazı fotoğrafçıların kolu bacağı kırılır arbede sırasında. Denize düşenler bile olmuştur.
Silva aradığı, istediği fırsatı değerlendirmiştir. Gerçek bir sansasyon yaratmıştır. Bu olay üzerine Silva “Seks sattığı ve ben de böyle olduğum sürece, iki bacaklı en seksi yaratığın ben olduğum konusunda iddialıyım. Bu nedenle eşarbı çıkardım” diyecektir. Festivalin bugün bile hatırlanan en ünlü fotoğraflarından birinin sahibidir artık. Silva’nın yarı çıplak bedeniyle birlikte Mitchum’ın şok ve kararsızlık dolu yüz ifadesi, elini kolunu nereye koyacağını bilemez hali onlarca fotoğrafta ölümsüzleşmiştir. Ama bu küçük “yaramazlık” çok pahalıya mal olur. Ertesi gün festivalden kibarca kovulur. Kötü de olsa edindiği bu şöhretini değerlendirebilmek için ABD’ye gider. Ama şanssızlığı şudur, bu olay Amerika Birleşik Devletleri’nin tam 2. Dünya Savaşı sonrası aşırı muhafazakarlaştığı yıllara denk gelmiştir. Olayın diğer kahramanı Robert Mitchum’ın memleketi Amerika’nın Cannes Film Festivali’ne bakışı bile değişir, bir daha Cannes’a film göndermeme düşüncesi görüşülür (Cannes’ı boykot etme fikri, yıllar sonra Fransa Başkanı Jacques Chirac, ABD’nin Irak işgalini kınadığı zaman yeniden gündeme gelecektir). Simone Silva, Amerika’daki büyük sinema dünyasına girerek zengin olabilmek için ABD’ye gider, ancak istediği teklifleri bir türlü alamaz. Defalarca ABD’ye göçmenlik başvurusu yapar ancak hepsi reddedilir. Turist vizesi bitince de ülkeyi terketmesi, yoksa sınırdışı edileceği ona tebliğ edilir. Londra’ya döndükten sonra birkaç önemsiz yapımda yer alır yine. Sonunda görüntüsünü değiştirebilmek, kilo verebilmek için umutsuzca diyete başlar. Ve henüz 29 yaşında Londra’daki evinde hayatını kaybeder. Otopsi sonucu felç geçirdiği anlaşılır, genç yaşta gelen bu felcin yaptığı çok ağır diyet nedeniyle olduğu düşünülmektedir. Bu genç, balık etli, güzel sayılabilecek kadın resmen şöhretin bedelini hayatıyla öder. Elbette bu riski göze almıştır, bu yola girerken her bedeli ödemeye hazır olduğunu sanıyorum. Belki Mitchum’un yanında daha usturuplu dursa edindiği şöhret ona daha uzun vadede mutluluk ve para da getirecekti, bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Sonuçta aradan 60 yıl geçtikten sonra bile birçok insanın şöhret olma isteği değişmedi. Eğer siyasetçi olmaya niyetiniz ya da hevesiniz yoksa bunu başarmanın en kolay yolu da değişmedi, reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığıyla medyada yer almak… Neden bir insan meşhur olmak ister? Tabii ki çok para kazanmak, az çalışarak çok kazanmak, bir gün çaptan düşeceğini varsaysa bile geleceğini garanti altına almak için herhalde. Sıradanlıktan kurtulma umudu veya beklentisi olmayan milyarlarca insan için ev almak, sigortalı bir işte çalışmak veya devlet garantisine sığınmaktan geçiyor bunun yolu. Ama artık dünya çok kalabalık, kendin gibi yüzbinlerce insanın arasında öne çıkmanın kestirme yolu tanınmaktan geçiyor. Bunun da sonucunda pazarlanabilir bir metaya dönüşmek için adeta kendini paralamaya başlıyor herkes. Dijital medyanın geleneksel medyayı tam olarak ezip geçmesine fırsat kalmadan herkesin küçücük ekranlarda kendini kaybettiği mobil çağ geldi. Youtube geldi, Vine geldi, oyun videoları çekerek, makyaj taktiği vererek para kazanan ‘sıradan’ insanların devri geldi. Amerikan süper kahraman filmlerinde sürekli pompalanan o hayaldeki gibi sıradan insanların bir anda kahraman olduğu ütopik dünya biraz farklı bir şekilde, ama temelde aynı prensiple karşımıza çıktı.
Yine de şundan çok eminim, Simone Silva bugün yaşasaydı skandallar kraliçesi unvanıyla kesinlikle aradığı şöhreti yine bulur ve bunun bedelini hayatıyla ödemezdi.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane