Olası ilkokul müsamerelerini, diploma törenlerini bir kenara koyarsak, hiç ayakta alkışlandınız mı? Ya da çılgın bir kalabalık tarafından ayakta alkışlanan bir tanıdığınız oldu mu? Mazimde pek de iç açıcı bir tarih yatmadığından olsa gerek, ben hiç ayakta alkışlanmaya layık olmadım; ama tiyatroyla uğraşan birkaç tanıdığım muhakkak ayakta alkışlanmıştır.
Hayatında hiç ayakta alkışlanmadığı için içinde ukdeler kök salan ben, tam da hiç ayakta alkışlanmamanın derdine düşmüşken, birkaç gün önce, 12 Mart’ta bir habere rastladım. Hayır, elbette ki haber benimle ilgili değildi ve ayakta alkışlanan da doğal olarak ben değildim ama bizden biri, bizden olmayan birinin “bile” hakkını vermesiyle, onayıyla, büyük bir kalabalık tarafından, hem de “ayakta” alkışlanmıştı. Haber metni şöyle:
UEFA’dan Cüneyt Çakır’ın Kararına Alkış: Ders Olur
UEFA üyesi, değerlendirme toplantısında Çakır’ın derbide Olcan’a çaldığı düdüğü hatırlatıp “UEFA bunu ders olarak kayıtlarına alacaktır” dedi, salon ayakta alkışladı.
Süper Lig hakemlerinin Riva’da dün yaptığı değerlendirme toplantısına Cüneyt Çakır’ın derbide verdiği karar damgasını vurdu. UEFA Hakem Komitesi Üyesi Jaap Uilenberg, Çakır’ı öve öve bitiremedi, salondakiler başarılı hakemi ayakta alkışladı. Sabah’ın haberine göre; ‘Üst Klasman Hakem Semineri’nde UEFA Hakem Komitesi Üyesi Jaap Uilenberg, Çakır’ın kararını, “Tebrikler Cüneyt. Büyük hakem böyle olunur. UEFA bunu ders olarak kayıtlarına alacaktır” sözleriyle yorumladı. Bu sözler üzerine MHK Başkanı Yusuf Namoğlu başta olmak üzere salondakiler Çakır’ı ayakta alkışladı.
Bu ayakta alkışlanma konusuna birazdan döneceğim. Yazıya, daha önce hiç ayakta alkışlanıp alkışlanmadığınızı sorarak başlamıştım. Yeni soru: Daha önce hiç sistematik bir şekilde bir grup aptal tarafından aptal yerine kondunuz mu? Ya da bir grup aptal tarafından aptal yerine konan tanıdıklarınız oldu mu? Bu yeni sorulara daha çok “evet” cevabı çıkacağına kalıbımı basarım.
Aptal yerine koyma konusunda çok başarılı olan aptalların başında bazı “yeni medya” çalışanları geliyor elbette. Gazete sahiplerinin gazeteci olduğu dönemlere yetişemedik; artık gazetelerin de TV’lerin de sanatın da sporun da eğitimin de sahibi büyük işadamları, büyük yatırımcılar, büyük girişimciler, büyük büyükler. İktidarı eleştirmesi gereken medya, her gün bir çalışanını buna cüret ettiği için siliyor, işinden ediyor, hayatını karartıyor, biraz daha utanmasa ortadan kaldıracak; medya iktidarla bu derece fütursuzca bütünleştikçe bu yeni medya düzenindeki aptal olmayanların da sayısı azalıyor, azaltılıyor.
Bu yeni medyanın birbiriyle iç içe iki temel vasfından bahsetmek mümkün: Propaganda ve hedef gösterme/ötekileştirme. Hedef gösterme, ayrıştırma, ötekileştirme, nefret tohumları ekme kısmını 90’ların ana akım gazetelerinden/medyasından gayet iyi tanıyoruz da; tam bağımsız olmadığı sürece iktidarlara yakın durması kaçınılmaz olan medyanın bir iktidarla bu derece bütünleştiği bir döneme muhtemelen şahit olmamışızdır. Bu memlekette Kürtler, Aleviler, azınlıklar o medyanın şeytani tuzaklarından, cin fikirlerinden az mı çekti? Reyhanlı’yı, Roboski’yi, Kobanê’yi geçtim; sadece Kabataş “yalanı”na bile bakarak, günümüzün o sözüm ona çok karanlık, çok korkulu 90’lardan ne farkı var? Ötekileştirmenin, kutuplaştırmanın, ayrıştırmanın zirve yaptığı 90’lardan? Ben söyleyeyim: Saf aptallar tarafından fütursuzca aptal yerine konuyor olmamız. Evet, zamanının üçte birini iddaa kuponu yaparak, üçte birini porno izleyerek, kalan üçte birini de “çalışarak” geçiren o aynı tornadan çıkmış aptallar, popolarını koydukları döner sandalyelerin “şimdilik” keyfini çıkarırken, bir yandan da haber yazmayı öğreniyorlar –jöleli veya jölesiz, dilli veya dilsiz, gözlüklü veya gözlüksüz, bıyıklı veya bıyıksız bazı iyi yere dükkân açmış ağabeylerinden. Korkmayın, medya-iktidar ilişkileri üzerine ahkâm kesmeye çalışmayacağım daha fazla; sanırım hepimiz bu konuda bir doktora tezi yazabilecek kadar donanımlıyız –şartlar ve konjonktürler sağ olsun.
“Ayakta alkışlanma” mitinin, bu “alkış pornosu”nun başımıza nereden peydahlandığını hepimiz biliyoruz. TDK’ya “fallik” yazınca “oynak kadın” tanımlamaları çıksa da; fallik sembolizmin tüm sıfatlarının bu yeni dili sarmalamış olduğunu görebiliyoruz. Kabataş “haberi” nasıl bu aptalların arama motoruna en çok girdikleri porno içerikli anahtar kelimelerden oluşturulmuşsa, her gittiği yerde ayakta alkışlanmasıyla ünlü Cumhurbaşkanımız için düzülen methiyeler de işte oradan besleniyor; büyük, uzun, ayakta, dimdik –malumunuz. İşte, Sabah’taki bu Cüneyt Çakır örneği gibi haberleri (popolarından) yazanlar ya da ne idüğü belirsiz haber sitelerinde görsel üstüne “ayakta alkışlandı” başlığını çakıp manşet editörlüğü yapanlar da ellerindeki formülü her fırsatta kullanmaktan geri durmuyorlar. Yeni Türkiye bu: Aşağılık kompleksini örtmek için bir grup takım elbiseli erkek tarafından ayakta alkışlanmak gerekir; 90’ların “dünyaya rezil olduk” rezilliğinin de bir adım ötesinde bir karaktersizlik. Koca UEFA bilmem nesi geliyor, büyük bir Türk’ün yaptığı devrimi öve öve bitiremiyor, sonra tüm salon ayakta alkışlıyor –düşünsenize. Tıpkı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda, Cezayir’de, Katar’da, mecliste, kongrelerde ayakta alkışlanması gibi. Yeni düzenimizin hiçbir dişlisine iktidarsızlık haleli gelmesin.
Cüneyt Çakır’ın alkışlanıp alkışlanmadığı, kim tarafından alkışlandığı neden umurumuzda olsun ki? Peki, o zaman, bu yeni hükümet medyasını takip edenlerin, bu gazeteleri para verip alanların bu gibi ifadeleri okuduğunda neden gizli bir haz yaşadığını, bu ardı arkası kesilmez alkış gazeteciliğinin neden prim yaptığını nasıl açıklarsınız? Verilmek istenen sistematik mesaj açık: “Yeni Türkiyelileşirseniz, ayakta alkışlanma şansınız olabilir, bir gün herkes 15 dakikalığına iktidar sahibi gibi hissedebilir! Ayakta alkışlanırken, o muhteşem birkaç saniye içinde, tüm kibrinizi akıtabilir, bakışlarınızla had bildirebilir, sizden olmayanı tahrik edebilir, sorgulayabilirsiniz ve üstelik de asla sorgulanmazsınız. Biz size işte bunu vereceğiz. Biz size iktidar vereceğiz, çünkü biliyoruz ki, son derece iktidarsızsınız.” Sorunun net cevabı: Empati.
Geçelim ikinci “alkış” olayına.
Lorenzo Schoonbaert ismini duymuş olabilirsiniz. Club Brugge taraftarı Schoonbaert, 1 Mart’ta son kez takımının stadına ayak basıyordu. Ertesi gün ötanazi olacak 41 yaşındaki adam, bizim medyamızın ifadesiyle, “alkışlarla” uğurlanıyordu. Bir şey dikkatinizi çekti mi? Tüm kayıtlar, tüm videolar, tüm fotoğraflar, stattaki 20 bin kişinin de ayakta olduğunu, bu adamı ayakta alkışladığını kuşku götürmez şekilde belgeliyordu; ama bizim ajanslardan gazetelere düşen metinlerde “ayakta” ifadesi yer almıyordu. Bu adam, ayakta alkışlanıyordu, ama aslında “ayakta” alkışlanmıyordu.
Gazetecilik refleksinin anlam kayması yaşayarak “gazetecilik ezberi” haline dönüştüğü Yeni Türkiye’nin yeni medya dilinden merhaba! Arada çok ince bir fark var: Lorenzo Schoonbaert, “ayakta” alkışlanmadı; sadece alkışlandı –aman yanlışlık olmasın. Empatimizi, kibrimizi sergileyebileceğimiz, “büyüklük” taslayacağımız alkışlanmalara saklayalım; ölen bir adamın hüzünlü vedasına değil…
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane