Skip to content

“Kediler”in Sonu

İkinciliğe isyan etmemenin, onu kabullenmemenin müzmin kaybedenlik belirtisi olduğunu düşünen bence kibirli insanlar, kaybedilen bir finalin ardından "Tarih sadece şampiyonları hatırlar, ikinciyi kimse hatırlamaz" derler. Peki ikinciyi kimse hatırlamıyorsa sonuncuyu kim hatırlar acaba?

Bilindiği gibi geçtiğimiz ay draft lotaryasından önce Charlotte Bobcats resmen isim değiştirdi ve yıllardır beklenen Charlotte Hornets takımı yeniden canlandı. New Orleans Pelicans ile yapılan anlaşmanın ardından takımın 1988-2002 arasındaki Charlotte Hornets tarihi, istatistikleri ve tüm kayıtları da “yeni” Hornets’e devredildi. Hornets’in Charlotte tarihi sahiplenilirken Bobcats adı, Charlotte profesyonel basketbol tarihinin orta yerinde bir 10 yıllık “fetret devri” gibi, üvey evlat gibi, gayrimeşru çocuk gibi duracak bundan sonra kağıt üzerinde. NBA’in en dalga geçilen takımından, mazisinde Mourning’ler, PJ Brown’lar, Rex Chapman’lar ve nispi başarılar yatan bir takıma dönüşüldü bir gecede… Takımla bir şekilde ilgili olan kimse Bobcats devrini hatırlamak istemeyecek, ilgisiz olanlar ise zaten umursamıyor, ama tek bir isim değişikliğiyle bütün bu tuhaf yılları rafa kaldırmadan, ben de eski tarafsız haymatlosluğuma dönmeden önce Bobcats’i benim gözümde tanımlayan -geneli hatalar olmak üzere- 5 noktaya değinmek istedim.

Bobcats amblem taslakları

Draft

Bobcats tarihinin büyük ölçüde başarısızlıklar ile hatırlanacak olmasının birincil nedeni draft facialarıydı. Seçilen oyuncuların hiçbiri orta seviye yıldız bile olamadılar. Buna en yakın oyuncu Okafor’du ama o da hücumda hiçbir zaman anlamlı bir seçenek olamadı. Raymond Felton ilk 2-3 yılında umut vadetse de kilo sorunlarını aşamadı ve bugünkü istenmeyen adam haline geldi. Kilo deyince bir marka olan Sean May’i hiç konuşmamak gerek belki de. Adam Morrison yaşadığı sakatlıklar bir yana, mental zayıflıklarıyla bile öyle biri olmadığını defalarca kanıtladı genç yaşta basketboldan kopmadan evvel. Biyombo iyi niyetine rağmen hücumda gelişme gösteremeyecek. Michael Kidd-Gilchrist ise şimdiden son yılların en patlak seçimi oldu. Hala yaşı çok genç olsa da bir Gerald Wallace bile olamayacak ileride. Draftlarda genellikle kolej kariyeri başarılı oyuncular kovalandı ama hep yanlış atlara oynandı. Charlotte gibi serbest oyuncular için inanılmaz bir cazibe merkezi olmayan şehrin en büyük silahı olan draftlarda, seçildiği yerin adamı olabilecek oyuncu bile bulunamadı. Ayrıca Avrupa da iyi taranmadı, benim çok sevdiğim Walter Herrmann dışında iş yapacak bir oyuncu bulunamadığı gibi o da yeterince iyi kullanılamadı, saçma sapan bir takasa kurban edildi.

Draft’la büyüme stratejisi her zaman çok takdir görmüştür, nitekim başarılı olduğu zaman ortaya Oklahoma City Thunder gibi çok sempatik sonuçlar çıkarabiliyor. Ayrıca Miami Heat gibi “tek gecede” en dipten şampiyonluk potasına girmiş takımları da kötü gösteriyor. Ancak kabul edelim ki bu stratejinin başarılı olması ancak çok büyük bir şansa bağlı. Thunder Durant’i alırken çok şanslıydı, Duncan’ı yakalayan Spurs de öyle. Ama Thunder’ın Ibaka’yı, Spurs’un Parker’ı bulması şans değil yöneticilik başarısıydı.

Bir genişleme takımının da -cazip bir şehirde kurulmadığı müddetçe- büyümesinin yegane yolu bu gibi görünüyor. Ama Bobcats yönetimi bariz bir şekilde sınıfta kaldı. Draft şanssızlıkları tabii ki rol oynadı, rekorlar kırarak sonuncu olunan sezondan sonra bile 1. sıra seçimi Bobcats’e düşmedi, Anthony Davis yerine Kidd-Gilchrist’e talim edildi. Ne zaman potansiyele, ne zaman kısmi tecrübeye güvenilmesi gerektiği bilinemedi. Jared Dudley ve biraz Kemba Walker haricinde hiçbir ilk tur seçiminin seçildikleri yerin adamı olduklarını düşünmüyorum (Dudley de zaten tek bir iyi sezon uğruna takas edilmişti).

Bilemiyorum, belki de tüm şanssızlık isimdeydi. Takımın isim değiştirdikten sonra girdiği ilk draft lotaryasında bir mucize eseri Detroit’in ilk draft hakkını kazanması, bana bunu ciddi ciddi düşündürmedi değil.

Koç Seçimleri

Şanssızlıklar olabilir, ama şu bir gerçek ki Bobcats çoğunlukla iyi yönetilmedi. Hem saha dışında hem de içinde. Bobcats’e geçmişte koçluk yapmış hiçbir ismin şu anda NBA’de bir koçluk görevi yürütmediğini, Bobcats’in belki de koçluk anlamında NBA’in dibini temsil ettiğini söyleyebiliriz sanırım. Sam Vincent ve Mike Dunlap gibi tanınmamış adaylara belki de o dönemin gözde adayları (Brian Shaw gibi isimler) ilgi göstermediği için yöneldi takım. Sahada hiçbir zaman yetenekli bir takım olmadı ama takıma savunma direnci ve sonu gelmez bir mücadele dışında (rakibi top kaybına zorlama gibi istatistiklerde hep tepelerde yer alırdı Bobcats) bir sistem veya bilinç kazandırıldığını da çok fazla göremedik. ‘Hustle’ istatistiklerinde başarı, biraz da yetenek fakiri takımların alamet-i farikası oluyor zaten. Larry Brown bence takıma oynattığı oyundan ziyade takıma getirdiği-çektiği oyuncular ve deneyimiyle takımı bir kez playoff’a götürdü, verdiklerini 1 yıl bile geçmeden fazlasıyla geri aldı tabii. Belki de onun verdiği zarar yüzünden 2 yıl sonra 66 maçta 7 galibiyet alan takımla yüzyüze kalındı. Paul Silas amcamız, Bobcats tarihinde belki de ilk kez drafta yatarken (belki de mecburiyetten) takıma koçluktan ziyade gerçekten amcalık etmek zorunda kaldı. Sanırım geldikten sonra takıma bir kimlik kazandıran, ya da elindeki imkanları maksimize ederek elinden gelenin en iyisini yapan ve kendi piyasasını yükseltmeyi başaran tek isim Steve Clifford oldu.

Yöneticilere de kısaca bakarsak, ilk yıllarda belki de Robert Johnson’ın aşırı baskısı yüzünden çok kötü takaslar yapılsa da özellikle Rich Cho’nun gelişiyle bir nebze düzelme oldu. Ancak Portland’dan ilk geldiği zamanki beklentileri karşıladığını söylemek güç olur. Ne draftta, ne serbest oyuncularda ne de takaslarda büyük bir fark yaratamadı maalesef.

Siyah adam etkisi

Çok büyük başarısı olmasa da Bobcats’in NBA’e kattığı şeylerden en önemlisi oyuncu-takım sahibi profili arasındaki dengesizliği yıkmasa da sarsıp, bizi siyah bir sahiple tanıştırmasıydı (North Carolina ABD’de oransal olarak en yüksek Afrika kökenli vatandaşa sahip 7. eyalet, bu açıdan bakılınca böyle bir “ilk”e sahne olması anormal değil). Kapitalistin siyahı beyazı olmuyor tabii, aynı şekilde cimrinin de. Robert Johnson’ın, Amerika’nın ilk Afrika kökenli dolar milyarderi olarak, Afrika kökenlilere hitap eden ilk TV kanalı BET’in sahibi olması, onun günün birinde ilk siyah profesyonel takım sahibi olmasına şaşırmamamızda önemli bir etken tabii. BET, ABD’de seveni olduğu kadar sevmeyeni de olan bir şebeke, hatta zaman zaman karşı-ırkçılık suçlamalarıyla da yüzleşiyorlar. Ama gerçek olan şu, ilkeli yayıncılıktan önce para kazanmayı ön plana alıyorlar. Tabii ki Johnson’ı kötü bir sahip yapan, takımı son derece eli sıkı yönetmesi, işi tutkuyla yapmaktan ziyade az zararla çıkmaya çalışmasıydı. Bobcats gibi bir takımın zaten kar edemeyeceğini, biraz olsun para harcanmadan asla kazanan bir takım olmayacağını da anlaması gerekirdi. Böyle çok daha fazla zarar etti zaten. Yine de Johnson’ın Michael Jordan ve Vivek Ranadive gibi, hala bazı Amerikalılar tarafından ‘coloured’ şeklinde ifade edilen sahiplere yolu açtığı gerçeğini unutmamalıyız.

sahip

Sonuç olarak Johnson’ın 300 milyon $’a yakın bir ilk harcamadan, ve 7-8 yılda 200 milyon $’a yakın net zararından sonra nakit paraya sıkışması, ilk başta yapmak istemediği şeye, yani takımı Michael Jordan’a satmaya zorladı onu. Tabii ki tüm basketbol dünyasının majestesi Jordan takımın önce küçük ortağı, sonra sahibi olunca insanların bakışı ve beklentisi de değişti. Sahada olduğu zamanlar rekabetçiliğin ayaklı kanıtı olan Jordan’ın kazanan bir takım yaratmak için elinden gelen her şeyi yapacağına insanlar emindi, MJ de bunu destekleyici açıklamalarda her zaman bulundu. Zaten ışık vermeyen ve borçlu olduğu aşikar olan bir takımı almayı kabul etmesi de kar etmek amacıyla olamazdı. Şimdilik beklenen başarılar gelmese de Jordan sadece varlığıyla bile çok şeyleri en önemlisi kulübün dışarıdan algısını değiştirdi. Başarılı olur mu, ya da olası bir başarı durumunda başarının ne kadarı ona ait olur bilmiyoruz. Ancak Bobcats’in başarılı olma şansı, Jordan varken çok daha fazla olacak. Hornets dönemini yakından takip edip görmek lazım sonucu.

Turuncu renk ve Bobcats adı

Bence Bobcats’in bundan 10 yıl sonra maalesef en çok hatırlanan yanlarından biri sahadaki oyunundan ziyade forma rengi olacak. Ana renk olarak turuncu seçen başka takım var mı bilmiyorum. Tabii takım yönetimi 2007’den itibaren trende uyarak daha koyu renkleri formalarda öne çıkarıp turuncuyu arkaya atarak belki de günah keçisini kendi çapında bulmuş oldu. Malum, artık takımlar çoğunlukla çok koyu formaları tercih ediyor. Böyle bir ortamda ana deplasman forması olarak turuncuyu belirlemek önemli bir tercihti bence. Burada birçok taraftarın giymekten hoşlanmayacağı bir rengin seçilmesi bile benim takdirimi kazanan bir seçim olurdu zaten.

Aynı şekilde Bobcats adı da bence orijinal, eyaletle belli ölçülerde ilgili bir addı. Özellikle isim yarışmasının finalinde ona rakip olan Flight (Wright Kardeşler’in ilk insanlı uçuşu gerçekleştirdiği eyalet, North Carolina) ve Dragons’u düşününce… Bir de ben gücü çağrıştıran aslanlı kaplanlı kartallı hayvan adlarından ziyade daha mütevazı isimleri tercih ederim, bu vaşak türü bir yırtıcı olsa da yeterince mütevazı bir isimdi. Cats şeklinde kısaltıldığında daha evcil bir hale geliyordu üstelik.

Ancak bunlar işin ilüzyonuydu sadece. Bu ikisine de patron Robert Johnson’ın çok bariz müdahaleleri oldu. Bobcats adı, Robert isminin kısaltması olan ‘Bob’ı çağrıştırdığı için tercih edildi, turuncu renk ise yine Johnson’ın lisans ve yüksek lisansta okuduğu Illinois ve Princeton Üniversitesi’nin spor kulüplerinin rengi olduğu için… Bunlar tabii ki birinci ağızdan doğrulanmış şeyler değil ama Johnson’ı biraz tanıdığımız için bunlar hiç abes gelmiyor kulağa.

Oyuncu profili

Elbette sahada oyuncular yer alıyor, galip gelen de, yenilen de öncelikle onlar. İyi sonuçlar için süperyıldız olmasa bile iyi oyunculara ihtiyaç var. Bobcats’in en iyi oyuncularının Larry Brown sezonunda toplanmış olması kendisinin büyük şansı. Ya da bu oyuncuları takıma doldururken hiç kimsenin ona engel olmaması… Bu takım Jeff McInnis’i ilk beş çıkardı, Derek Anderson, Brevin Knight ve Jumaine Jones’lardan medet umdu. Şimdi nerede olduğunu kimsenin bilmediği Tyrus Thomas’ı alabilmek için çok değerli 1. tur hakkını feda etti. Emeka Okafor’u franchise oyuncusu yaptı. Ve tek All-Star’ı Gerald Wallace idi. Aynı zamanda kulübe en çok şey katmış, kendi bedeninden sürekli fedakarlık ederek elinden gelenin en iyisini yapmış, kulüple beraber büyümüş, bu nedenle Bobcats’in gelmiş geçmiş en önemli oyuncusu olmayı fazlasıyla hak eden Gerald Wallace bile maalesef en iyi zamanında dahi bir takımı şampiyon yapmayı geçtim, playofflara götürebilecek potansiyelde bile olamadı. Yanında Stephen Jackson, Raja Bell ve Boris Diaw gibi isimler varken bir kere Magic’e süpürülme şerefine erişti takım, o kadar. Bobcats daima hem iç hem de dış skorer anlamında kıtlık içinde bir takımdı. 10 yıllık tarihin en önemli skoreri Jason Richardson’dı, ama yeteneklerinin üst limitini burada tartışmak bile zaman kaybı.

Düşündüğümde Bobcats’in oyuncu profilini en iyi yansıtan isim Matt Carroll’dı bence. Çalışkan, gayretli, kesinlikle iyi niyetli, belli işleri iyi yapan ama yetenekleri kısıtlı, diğer takımların pek istemediği, minimum kontrat için lüks, MLE’ye yakın kontratlar için ise zarar ziyan, nereye oturtacağınızı bilemediğiniz, ama kesinlikle sizi yukarıya taşımayacak adamlardan müteşekkil oldu Bobcats. Belki de tam da bu nedenden Matt Carroll benim en sevdiğim Bobcats oyuncusu olarak kalacak her zaman.

oyuncu

Yukarıda söylediğim gibi isim değişikliği aynı zamanda benim yaklaşık 11 yıl süren Charlotte Bobcats taraftarlığımın da sonu oldu, daha doğrusu taraftarlığım Bobcats’le birlikte sona erdi. Hornets’e devretmedi, çünkü benim zamanında Bobcats’i tutmamın tek sebebi, yani sıfırdan kurulmuş bir olma durumu bu değişimde sözkonusu değil. Kimsenin umursayacağından değil de, sadece takım için değil, benim için de, benim hayata bakışım açısından da bir devrin kapandığını işaret ediyor bu durum galiba. Çünkü “galiptir bu yolda mağlup” sözünü benim dışımda çok çok az insanın hakkıyla benimsediğini görecek kadar hayat tecrübesi edindim. Bobcats de birçokları için başarısızlığı, kaybedenliği hatırlatacak bundan sonra, kimse sahada her daim kendini paralayan bir takımı hatırlamayacak.

Bobcats biraz Vancouver Grizzlies gibi olacak belki. Yıllarca yerlerde sürünen, tek bir playoff maçı bile yapamayan (Memphis’e gittikten sonra da kazanmak için yıllarca bekleyen) takım, Shane Battier, Pau Gasol gibi isimleri daha ilk draftta alıp, Mike Miller’ı da kısa sürede kadrosuna kattıktan sonra Memphis adıyla başarılı olurken Vancouver’da atılan temeli yadsınamazdı. Umalım ki koçuyla, genç oyuncularıyla ve Jordan’ıyla başarılı olacak bir Hornets, Bobcats’in küllerinden doğar.