Skip to content

A Grubu: Sahibi Geldi

Dünya Kupaları tarihinin en başarılı ülkesi, kendi evinde final kaybeden tek büyük futbol ülkesi aynı zamanda. Şimdi 1950'nin hesabını kapatmak ve 12 yıl sonra yeniden taç giymek için sahadalar. Kenara çekilin, sahibi geldi.

Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacaklarının açıklandığı günden beri Brezilya’nın kafasında tek bir şey var: 1950’nin acı hatıralarını silmek. Kendi evlerinde, rivayete göre 200.000’i bulan seyircinin önünde, hem de 1-0 öne geçmişken, Uruguay’a kupayı kaptırmak atlatılamayacak bir travma yaratmıştı. Evet, Brezilya ondan sonra beş defa dünya şampiyonu oldu ve turnuva tarihinin tartışmasız en başarılı takımı unvanını söküp aldı, ama Maracanazo’nun yaraları hep kaldı. Yazar Nelson Rodriguez’e “Bizim Hiroşima’mız” dedirtecek kadar büyük bir yıkım. Onlar için, 2014 hesabın temizleneceği yıl.

Çok değil, birkaç sene öncesine kadar Brezilya için işler pek de iyi gitmiyordu aslında. Saha dışındaki tüm organizasyon problemlerini bir kenara koyalım, FIFA sıralamasında 22. sıraya kadar düşmek, Copa America çeyrek finalinde Paraguay’a elenmek, Olimpiyatlarda bir kez daha finalde kaybetmek Seleçao’nun büyüsünü kaybetmeye başladığının sinyalleri gibiydi. 2011 yılında “Brezilya futbolunun ölümü” kapağıyla çıkan FourFourTwo galiba haklı çıkıyordu…

Tüm hava bir yıldan biraz daha fazla süre içerisinde değişti: Luiz Felipe Scolari göreve geldi ve maç kazanmaya başladılar. Dünya Kupası öncesi bir kıyafet provası sayılan Konfederasyon Kupası’nda rüzgar gibi estiler, beş maçın tamamını kazandılar ve şampiyon oldular. Durun, biraz açalım, beş maçta 13 gol atarak, sırasıyla Japonya, Meksika, İtalya, Uruguay ve İspanya’yı dağıtarak şampiyon oldular. Özellikle Dünya Şampiyonu İspanya’yı dağıttıkları 3-0’lık final pek çok anlamda simgeseldi: Çıktığı son üç büyük turnuvada neredeyse zorlanmadan şampiyon olan, konsensusla dünyanın en iyi takımı olan İspanya’nın Brezilya karşısındaki çaresizliği, Seleçao için umut vericiydi.

Elbette Brezilya’nın umutlu olmak için çok sebebi var. İlk defa Dünya Kupası görecek çok sayıda isimleri var, neredeyse tamamı Avrupa tedrisatından geçmiş durumda. Evet, herkes Neymar’dan bahsediyor, ama onun ötesinde belki de gezegenin en iyi savunma hattı onlarda. Seneye Paris’te yan yana oynayacak olan Thiago Silva ve David Luiz mevcut ellerinde. Gerekirse kıvırcığı Chelsea’deki gibi orta sahaya gönderip Dante’yi de oraya çekebilirler. Beklerde Dani Alves ve Marcelo diye iki olağanüstü oyuncuları var. Orta saha en zengin oldukları alan. Fernandinho, Ramires, Luiz Gustavo, Paulinho gibi çok yetenekli oyuncularla merkezde alternatifleri bol. Neymar kadar poster yıldızı olmasa da Oscar takımın belki onun kadar önemli tek ismi. Chelsea’deki ilk yılında klasını gösteren Willian’ı ve Shakhtar Donetsk’te onun bıraktığı boşluğa konan Bernard’ı da ekleyin, Scolari’nin elinde müthiş zengin bir kadro olduğu aşikar.

9 Numara

İlginç şekilde Brezilya’nın soru işaretleri, geleneksel olarak en zengin olduğu bölgede. Tamam, Neymar var, genelde sağda kullanılan Hulk da her zaman bir tehdit ama uçtaki Fred’in golleri atmaya devam edip etmeyeceği kritik. Geçen yaz attığı beş golden sonra takımdaki yerini sağlamlaştırdı, ama Romario’ların, Ronaldo’ların doldurduğu “9 numara” için yeterli mi, onu göreceğiz. Eğer Fred’in başına bir şey gelirse yedeği Jo. Fazla söze gerek yok.

Fakat Fred’in sınırlarının test edilmesine o kadar da gerek olmayabilir, eğer dünyanın en heyecan verici genç yıldızı sizdeyse. Neymar, Brezilya için bu kupanın simgesi. Her Brezilya haberinde onun fotoğrafı var, her derginin kapağında o, her billboard’da o. 200 milyonluk bir ülkenin umutları, hem de 64 yılın ağırlığı binmişken, bu sıska delikanlının dar omuzlarına ağır gelir mi? Neymar spotların altında yaşamaya alışık. Santos’taki ilk günlerinden bu yana patlayan flaşlar ona yabancı değil. Barcelona’daki ilk yılında zaman zaman parlayıp sönse de, asıl aldığı dersin mental dayanıklılık olduğu söylenebilir: Sezon içinde Sandro Rosell’in başını yakan transfer hamlesi, üç kupadaki hayal kırıklıkları, gerek takım arkadaşlarıyla (elbette Messi), gerek rakipleriyle (bir başka mega transfer olan Gareth Bale) kıyaslanması, 22 yaşındaki bu oğlanı olgunlaştırmış olmalı.

Brezilya bu haliyle ilk golü attığı bir maçta rakip kim olursa olsun (altını çiziyorum, kim olursa olsun) 4-0 kazanabilecek bir görüntüde. Muhtemelen Haziran ayı içinde en azından bir rakibi paramparça edeceklerdir zaten. Ama ilk golü yediklerinde cevap verebilecek karaktere, B planına sahipler mi, onu göreceğimiz bir sınavdan geçmediler. Konfederasyon Kupası vardı evet, ama eleme turlarının rekabetçi ortamında test edilmediler.

Belki de grup fikstürüne baktığımızda bu açıdan şanslılar. Gruptan zaten çıkacaklar da, en zor maçı, en başta oynayacaklar. 2010’da İspanya sonu kupayla bitecek yolculuğuna şok bir İsviçre yenilgisiyle başlamıştı. “Hırvatistan, Brezilya’yı yenecek” demek değil bu: Bu kadronun o ana kadar oynayacağı en büyük maç o olacak.

Mütevazı Hırvatlar

Hırvatistan, Dünya Kupası’na umutlu gelen başaltı takımlarından. Sağlam omurgaları var ve dayandıkları üç oyuncu mükemmel sezonlar geçirdi. Ivan Rakitic ve Luka Modric orta sahada, Mario Mandzukic ise ileride, her takımın güvenebileceği adamlar. Ha, Mandzukic açılış maçında sahada olmayacak. İzlanda karşısındaki play-off maçında rakibine yaptığı sert faulden dolayı bir maçlık kırmızı kart cezasını çekecek. Hırvatlar kendi ayaklarına sıkmayı seven insanlar. Play-off sonrası kutlamalarda faşist Ustaşa’nın sloganını attığı için 10 maç ceza alan ve Brezilya uçağındaki biletini kaptıran Josip Simunic’e sorabilirsiniz.

Yine de bu Hırvatistan, Slaven Bilic’in iddialı takımına göre daha mütevazı bir ekip. Bunu Bilic’le taban tabana zıt Niko Kovac’ın karakterine de bağlayabilirsiniz. Kendi deyimiyle “sıkıcı olmayı tercih eden” Kovac, büyük laflardan, kocaman hedeflerden kaçınıyor. Üç büyük yıldızı dışında bir de Inter’li 20’lik Mateo Kovacic’in yeteneğiyle büyük sahnede parlamasını umacak. Onun dışında her daim tuttuğum rol adamları Dario Srna, Vedran Corluka, Dejan Lovren gibi güvenilir isimlerle dolu bir savunmaları var. Ama kadroları sanıldığı kadar derin değil: Hele Modric ve Rakitic’in turnuvada maç kaçırmalarını kaldıracak durumları yok. Yine de grubun en iyi ikinci takımı olmaları kuvvetle muhtemel. 1998 rüyasını yaşamış iki isim, dönemin koçu Miroslav Blazevic ve gol kralı Davor Suker, bundan fazlasını yapabileceklerini iddia ediyor. Suker, ki şu anda Hırvatistan Futbol Federasyonu Başkanı, gruptan çıkıp İspanya ile oynamak istediklerini söylüyor. İki yıl önce grupta son anlarda ellerinden kaçırdıkları ve daha sonra gidip Avrupa şampiyonu olan İspanya ile.

Ligue 1-Süper Lig Karması

Kamerun, Dünya Kupalarının tadı tuzu. Afrika’yı kupada en çok temsil eden takım. Yedinci defa oynuyorlar, ama İtalya 90’dan bu yana sadece bir galibiyet aldılar ve bu kötü seriyi en azından bir dört sene daha uzatmaları olası. Şöyle söyleyebiliriz, aslında burada bile olmayabilirlerdi. Grup maçlarında 2-0 yenildikleri Togo’nun cezalı oyuncu oynattığı ortaya çıkınca maçı hükmen 3-0 kazandılar. Play-off’ta Tunus’a patlayıp geldiler, ama Tunus’tan bahsediyoruz.

Kağıt üzerinde tablo o kadar kara değil. Elbette Samuel Eto’o var. Dördüncü Dünya Kupası’na geliyor, yedi maçta üç gollük karnesini geliştirmek üzere burada olacak. Orta sahada Alex Song, Joel Matip, Jean Makoun gibi parlak isimlere sahipler. Savunmada da Marsilyalı Nicolas N’Koulou ve Aurelien Chedjou’dan oluşan sağlam bir ikili var (merak etmeyin, Dany pek oynamayacak). Ama ağırlıklı olarak Fransa ve Türk liglerinde oynayan isimlerden kurulu bu takım, genelde tek yönlü isimlerle dolu. Orta saha ve Eto’o arasındaki bağ nasıl kurulacak, gol nasıl bulunacak, soru işaretleri havada. Yine de memlekette merak uyandıracakları kesin: Fenerbahçeli Pierre Webo, Konyasporlu Charles Itandje, Antalyasporlu Enoh Eyong, Dany ve Chedjou derken ister istemez bir Süper Lig karması hissi yaratacaklar ve bizim buralardan sempatizan toplayacaklar. Gerçi Dany’nin varlığı ters etki de yapabilir. Neyse…

Beşinci Maç Sendromu

“Dünya Kupası’nın gediklisi” sıfatını Kamerun’dan bile çok hak eden bir takım Meksika. “El Tri” son beş kupada ilk turu geçti. Bu yanıyla sadece Brezilya ve Almanya’nın bulunduğu elit bir gruba dahiller. Bu durum, Meksika’nın kendini çok iyi hissettiğini düşündürmesin size. Aksine, ülkede “beşinci maç” sendromu oluşmuş durumda. Her seferinde iyi kadrolarla gelip “bu sefer ikinci turdan ötesini göreceğiz” beklentilerini yaşayıp hüsran yaşıyorlar.

Ne yazık ki, önceki denemelerinde Meksika’nın elinde daha iyi kadrolar vardı. En iyi oyuncuları Carlos Vela’yı Brezilya’ya getiremediler mesela. 2010 yılında takım arkadaşlarıyla parti yaptığı için aldığı ceza sonrasında federasyon ve medyaya kızıp milli takıma gelmeyeceğini açıkladı. Aradan dört yıl ve üç tane hoca geçmiş olmasına karşın (2011’de çıktığı iki maç dışında) Vela inadını sürdürüyor ve Meksika da en yetenekli adamından bir kez daha mahrum kalacak.

Meksika’ya Meksika dışından bakanlar için Giovani Dos Santos ve Javier Hernandez ilk göze çarpıyor ama takımın asıl gol umutları Oribe Peralta’nın ayağında. Savunmada Rafael Marquez artık yaşlanmasına karşın karizması ve tekniğiyle gerideki general. Porto’da iyi bir ilk sezon geçiren Hector Herrera ile Bundesliga ve La Liga apoletli Andres Guardado orta sahaya dinamizm katacak. Ajaccio ile kontratı biten kaleci Guillermo Ochoa da kendisini büyük bir kulübe atmaya çalışacak. Ama tüm umut verici parçalara karşın berbat bir eleme dönemi ve ancak Yeni Zelanda’yı eleyerek kapılmış bir Dünya Kupası bileti, El Tri için son beş deneyimin daha iyisini vadedemiyor.


Sizlere uzun uzun Hırvatistan, Kamerun ve Meksika anlattım. Kalan üçlüden, muhtemelen Hırvatistan, ikinciliği kapıp kendileri için büyük bir hikaye yazmaya çalışacak, Meksika ve Kamerun’dan ise büyük ihtimalle egzantrik hikayeler duyacağız kupa sırasında.

Ama bu gerçekten birilerinin umrunda mı? Bütün dünyanın bu gruba bakınca gördüğü, sarı formalı, mavi şortlu çocuklar olacak. Onların kupaya yürüyüş romanındaki ilk bölüm burası olacak, hepsi o. Scolari haklı: “Bizim için başka bir sonuç yok. Kendi evimizdeyiz, şartlar lehimize. Kazanacağız.” Brezilya için ya muhteşem bir Dünya Kupası zaferi olacak, ya da 64 yıl öncekiyle yarışır bir hayal kırıklığı, ortası yok.

Brezilya’nın kazanacak gücü elbette var, kazanmasını bilen bir hocası, yetenekli oyuncuları, seyirci desteği, kendine güveni… Böyle turnuvalarda bazen ufacık detaylar farkı yaratır: Her şey yolunda giderken bir oyuncunun kontrolünü kaybetmesi ve kırmızı kart görmesi (Felipe Melo, 2010), her şeyin kilitlendiği anda bir savunmacının çıkıp sürpriz bir gol atması (Lilian Thuram, 1998), o güne kadar iyi giden kalecinizin akıl almaz bir hata yapması (Oliver Kahn, 2002). O tahmin edilemez detaylar Brezilya’nın karşısında olmazsa kazanmamaları ve 1950 defterini nihayet kapatmamaları için hiçbir sebep yok.