Skip to content

19 – 18

NBA tarihinin en düşük skorlu maçı.

Lakers taraftarı Pistons aleyhine tezahürat yapıyor, eline geçeni sahaya atıyordu; portakallar, kağıt bardaklar, hatta bir ayakkabı. Bazıları cinnet geçirirmişçesine ayaklarını yere vuruyor, bazılarıysa Pistons bench’ine bozuk para ve buruşturulmuş broşür fırlatıyordu.

Gary M. Pomerantz

1950’ler NBA’in karanlık devirleriydi. Basketbolcular için yetenek, hacim ve kondisyon standartları yoktu. Maçlar eski püskü salonlarda oynanıyor, takımlar Afro-Amerikan oyuncuları kadrosuna almak istemiyordu. George Mikan, devrin en büyük yıldızıydı; hızlı koşamayan, yükseklere sıçrayamayan ama 2,05’lik boyuyla rakiplerini mağlup eden bir süperyıldız. Yanındaki iki forvetle (Mikkelsen ve Pollard) beraber Minneapolis Lakers’ı şampiyonluklara taşımıştı. Lakers, uzun oyuncularıyla rakibe sayı fırsatı vermiyor, yavaş tempoyla hücum edip Mikan üstünden sayı buluyor ve ligdeki diğer takımları domine ediyordu.

Fort Wayne Pistons’ın koçu Murray Mendenhall bir keresinde George Mikan’ı durduramadıklarından şikayet etmişti: “Üç senedir yapılabilecek her şeyi deniyorum ama her seferinde Mikan’a karşı çaresiz kalıyoruz. Maalesef dünyadaki yegane George Mikan, Minneapolis Lakers forması giyiyor.” Fort Wayne Pistons, Minneapolis’te yaptığı maçların tamamını kaybetmişti. Camianın tarihinde Lakers’a karşı tek deplasman galibiyeti bile yoktu. Tâ ki 22 Kasım 1950’ye dek.


Maçtan bir gün önce koç Mendenhall ile karar vermiştik: Lakers’ı mağlup etmeliydik. Eğer aklımızdaki strateji işe yararsa son dakikalarda galibiyeti elde etme şansımız olacağını düşünüyorduk.

Carl Bennett, Pistons genel menajeri

22 Kasım 1950’de Minneapolis Auditorium’u dolduran taraftarlar, takımlar sahaya çıkınca heyecanla koltuklarına oturdu. Başlama atışını Pistons kazandı. George Mikan, takım arkadaşlarıyla beraber alan savunması yapmak için pozisyon aldı ama Pistons cephesinde hareket yoktu. Adeta yarı sahaya dizilmişlerdi. Koç Mendenhall, maç başlamadan önce oyuncularını toplamış ve süreyi mümkün olduğunca geçirmelerini söylemişti: “Rakip savunma pozisyonunu bırakıp yarı sahaya açılana dek hücum etmeyin.”

Herkes şaşkınlıkla birbirine bakıyordu; Lakers oyuncuları, koç, taraftarlar… 1950’lerde 24 saniyelik şut saati yoktu. Pek çok takım maç sonlarında öne geçerse süreyi eritmek için rakibin faul yapmasını beklerdi. Fakat başlama atışından itibaren süreyi eritmeye çalışan bir takıma ilk kez şahit oluyorlardı. Mikan’ı seyretmek için tribünlere doluşan 7000 taraftar belli belirsiz homurdanmaya başladı. Bazıları rakip koça seslenmeye çalışıyordu: “Play the game!” Dakikalar geçtikçe homurtular yükseliyor, salondaki hava an-be-an ağırlaşıyordu.

İlk yarı 13-11 Lakers üstünlüğüyle sona erdi. Koç John Kundla, oyuncularına endişelenmemelerini söylüyordu: “Bırakın ne yaparlarsa yapsınlar. Biz kendi oyunumuza bakalım.”

Hakemler Pistons yetkilileriyle konuşmaya çalışıyor ama ceza kesemiyorlardı. Mendenhall kendinden emindi: “Galip gelmeye çalışıyoruz. Yaptıklarımız kurallara aykırı değil.”

İkinci yarı strateji değişmedi. Aynı senaryo tekrar sahneleniyordu. Seyircilerin takati kalmamıştı. Taraftarlar bağırıp çağırıyor, ayaklarını yere vuruyor, Minneapolis Auditorium’u işgal eden uğultunun karanlıklarında çelikten çığlıklar ve kükürtlü küfürler parıldıyordu. Bazıları sahaya kağıt bardaklar ve buruşturulmuş broşürler atmaya başladı. Hatta bir taraftar ayakkabısını çıkarıp Pistons bench’ine fırlattı.

Maçın son dakikasına girerken Lakers öndeydi: 17-18. Bu defa kendileri süreyi eritmeye çalışıyordu. Pistons rakibini top kaybına zorlayıp dokuz saniye kala hücuma geçti. Center Larry Foust, Mikan’ın kolları üzerinden şut attı ve süre biterken top çemberden geçti: 19-18. Maç boyunca yalnızca on üç şut kullanan Pistons galip gelmişti.

Tribünleri ateşleyen uğultu birkaç dakika boyunca nefrete dönüştü. Hamile bir kadın şemsiyesiyle Pistons guard’larından Johnny Oldham’a vurdu. Bir başka taraftarsa ıslak havluyla soyunma odasına koşanları kovalıyordu. Pistons oyuncuları, muzip çocuklarmışçasına el çırpıyor, kahkahalarla soyunma odasını inletiyordu. Minneapolis halkı hâlâ sakinleşememişti. Deplasman takımı, fazladan 30 dakika boyunca soyunma odasında beklemek zorunda kalacaktı.


Lakers defeated 19-18; That’s correct, 19-18!

Minneapolis Tribune, 23 Kasım 1950

Birkaç gün sonra Lakers ve Pistons’ın takım sahiplerini New York’taki ofisinde ağırlayan NBA komisyoneri Maurice Podoloff, benzer senaryoların tekrarlanmaması için sözlü bir mutabakat (gentleman’s agreement) sağladı. NBA zaten büyük sorunlarla boğuşuyordu; seyircileri salonlara çekemedikleri için kabaran masrafları karşılayamıyorlardı. Düşük skorlu maçlar, kendi elleriyle imzaladıkları bir idam fermanına benziyordu. Gentleman’s agreement yürürlüğe girdi.

Bir daha böylesine düşük skorlu maçlar yaşanmadı. 19-18’lik maçın eşi benzeri yok. Fakat son çeyreklerde ve uzatma devrelerinde hücum etmeksizin süreyi eritmeye çalışmak, 1954’e dek yüzlerce müsabakada karşımıza çıktı. En nihayet Syracuse Nationals’ın sahibi Danny Biasone, 24 saniyelik şut saatini icad etti ve spor tarihini değiştirdi.

NBA uğruna şafak saydığımız günlerde İnan 24 saniyelik şut saatini anlatmış, sınırların yeni bir yaratıcılığa kapı açabileceğinden bahsetmişti; twitter, Dogme95, Oulipo… Georges Perec, e harfi kullanmaksızın bir roman yazmaya karar verdiğinde yeni tınılar keşfetmiş, o güne dek kıymet vermediği kelimeleri yeni ahenklere eklemiş, muhayyilesinin yeni keşfettiği dehlizlerinde eşsiz cümleler bulmuştu. Lipogramlar, yeni bir yaratıcılığı müjdeleyen bir nehir yatağı olmuştu. Zaten sınırların neler yapabileceğini fark etmek için etrafımıza bakmamız bile yeterli. Tüm insanlar, gezegenler ve yıldızlar kendilerini sınırlayan bir fanusta, Uzay’da asılı duruyor. 14 milyar ışık yılı ötemizde Big Bang’in hâlâ parlayan izleri ateşten nehirlermişçesine dalgalanıyor. Uzay’ın sınırları olmasaydı belli sayıdaki maddeler ve anti-maddeler birbirleriyle çarpışmayacak, parçacıklar kütle kazanmayacak ve asla hayat olmayacaktı.

Analoji hâlâ kaidesine sığıyor mu, bilmiyorum. Fakat sınırlar, NBA’in de kurtarıcısı oldu. Yalnızca atılan sayılar yükselmedi, oyun adeta akmaya başladı. 24 saniyelik şut saatini icat eden Biasone, onlarca yıl sonra küresel bir çılgınlığa dönüşecek basketbolu tek başına kurtarmıştı.

Karma, kendisi de sınırlarla mamul olan kainat veya Basketbol Tanrıları, bu muhteşem icada kayıtsız kalamadı. Syracuse Nationals, şut saatinin kabul edildiği 1954/55 sezonunda finallere yükseldi ve Fort Wayne Pistons’ı mağlup edip NBA şampiyonluğuna uzandı.