“Hep aynı yerde kalmak bana büyük talihsizlik gibi gelmiştir. Dünya sanıldığından küçüktür ve gezilmeyi bekler.” – Arthur Rimbaud
Şiirden nefret ettiğimi söyleyerek başlamam lazım. “Çokkk ii yaa Can Yücelistleri”nin bunda katkısı var mı, bilemiyorum. Orhan “istese atom şairi dahi olabilirdi, hayalcilik oynadı” Veli’nin sadece edebiyat dersinde ezberden şiir okuma konusunda yardımcı olan Garipçi şiirleri de insanı şiirden soğutabiliyor mesela. Ya da kulağa inanılmaz gelse de, yüzyıllar boyu aslında aynı şeyleri yazan Divan şairleri de bir zaman sonra sıkmaya başlıyor. Servet-i Fünun ağır gelirken, şahsi ve muhterem şiir yazan Fecr-i Ati’cilerin şiirlerinden çok nadir şaheser çıkıyor. Okunuyor, ancak hiçbiri Arthur Rimbaud değil benim için
Çoğunlukla din karşıtı, eşcinsel, sapkın, kutsal karşıtı gibi nefret içerikli tanımlansa da, aslında bunların hiçbirine uymadığı, aslen Paul Claudel’in söylediği gibi sadece “onu hiçbir zaman rahat bırakmayan iç sesinden kaçan biri” olduğunu düşünürsek, yaşadığı hayatın ne kadar “normal” olduğunu da anlayabiliriz. Döneminin çok ilerisinde diye devasa bir klişe vardır ya, Rimbaud o işte. Cinselliği şiire koyan, hayranı olduğu bir adama karşı hissettiklerini yazabilen, din adamlarının yaptığı felaketleri konuşabilen, dolayısıyla dışlanan bir adam.
İlk cümleden de anlayabileceğiniz gibi, daimi bir gezgin olma hayalinde, hiçbir zaman durduğu yerden, aslında durmaktan memnun olmayan bir adam Arthur Rimbaud. Çoğu insanın sembolizmin kralı, romantizmin prensi diye kulp takmaya çalıştığı, aslında hiçbir kulbun üzerine oturmadığı, 17 yaşında başlayıp sadece dört yıl (17-21 yaş arasında yazdığı da söylenir, beş de olabilir) şiir yazan, o güne kadarki tüm edebi kuralların ortasına bomba koyan bir hasta. Kimse tarafından sevilmeyen, ancak herkesin hayranlık duyduğu bir hasta. Hem de karalamaya çalışırken… Ne kadar yanlış tanındığını kızkardeşi Isabelle, dönemin büyüklerinden birine yazdığı mektupla anlatıyor:
“Ne yazık ki, insan iyi niyetli, saf ve temiz kalpli olunca, etrafında bulunan toplumu güzelleştirebileceğini sanıyor. Eşitleyebileceğini… Maalesef bu mümkün değildir. Zira her akıllı, iyi niyetli ve temiz kalpli adamın yanında on adet geri zekalı ve bir o kadar da düzenbaz adam vardır. Arthur’un sıkıntısı budur… Geri zekalıların arasında, iyi niyetli, saf ve temiz kalpli kalmıştır.”
***
“Din karşıtlığına gelince; küfr, zorunlu olarak inanç içerir. Dine aykırı davranışı, dinin kötü kullanımı, İsa’nın var olduğu dönemden farklı yaşanması ve dini baltalayan, istediği gibi yoran akçakların oluşundandır. Son umutsuzluk anında, ölümden önce dudaklarından dökülen “Allah, allah kerim!” sözü, inançsız bir adamın söyleyebileceği bir şey midir?”
***
“Asla sapık ruhlu bir kişi değildi. Eserlerindeki açık saçık, cinsel parçalar hepimizin içinde olan, ancak dışarıya çıkarmaktan çekindiğimiz, üzerimize oturtulan kalıbın dışarıya taşması gereken parçaları değil midir? İnsan hiçbir zaman aşk, şehvet gibi güçlü duyguların uzağında olmamıştır. Arthur bunları kötülüğe bulaşmadan, içinden geldiği gibi yaşamıştır.”
***
“Ülkesinden nefret etmiş midir? Asla. Fransa’da az bulunuşu, gezgin ruhundan gelir. Fransa’ya hep uğramıştır. Ancak ona daha renkli yerler gerekirdi. Avrupa ona göre değildi. Avrupa’daki insanların iki yüzlülüğünden sıkılmıştı.”
***
Tüm bunların yanında, sadece 37 sene yaşamasına, şiirlerini zar zor bastırmasına, ancak dışlanmış bir şair kadar kazanmasına, yaşayış biçimi yüzünden her yere sürülmesine rağmen gezdiği yerler inanılır gibi değil, ki benim aslen hayran olduğum yer de burası…
En ünlü sözü, “ben, bir başkasıdır” olan, yani ben kendimin tanrısıyım diyebilen, sadece şiirin ya da edebiyatın kurallarına değil, hayatın kurallarına da karşı koymak, onları yıkmak için uğraşıp, sadece 37 yıl yaşayabilen, 37 yıla 370 yıllık hayat sığdırabilen Rimbaud. Keşke 4-5 sene değil de, sonuna kadar yazsaydı şiirlerini, kökten değiştirseydi çoğu şeyi.
Kaynak: Cehennemde Bir Mevsim & Aydınlanışlar
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane