yirmi yıl kadar önce, boşlukta
olduğum bir dönemdi.
gevşek bir şirkette çalışıyor taklidi
yapıyordum. işten beklentim yoktu,
ona zaman vermek istemiyordum.
aile ilişkileri bana uymuyordu.
onlardan uzaktım, fiziksel ve
metafiziksel olarak.
birkaç yıllık bir sevgilim vardı.
iyiydi, güzeldi,
ağırbaşlı, güleryüzlü, alçakgönüllü
bu kızı çok seviyordum ama
ona uygun biri olmadığıma
inanmaya başlamıştım…
birlikte yaşadığımız eve
bağlılık geliştiremiyordum.
ev duygusunu ergenlikte
kaybetmiştim, aile evinde.
basketbolla ilgileniyordum.
bazı günleri kurtarıyordu ama
sorunu çözmüyordu.
her gün az-çok içiyor, kitap
üstüne kitap bitiriyordum:
leguin, durrell, joyce, eco
auster, ihsan oktay, tolkien
tagor, mişima, hayyam
eski ahit, yenisi, kur’an
yaşar kemal, burgess vs…
hepsi birer eserdi ve çoğu
iyiydi, okurken zevk alıyordum
ama onlar da sorunu
çözmüyor, bazıları sorunun etrafında
dolanan, sorunu imâ eden hikâyeler
anlatıyordu. aralarında bana
-yani bir kalınkafaya-
anlayabileceğim dille
yapmayı isteyeceğim şeyler
tavsiye eden yoktu.
kimseyi üzmek istemiyordum ama
ne bok yiyeceğimi
hiç bilmiyordum.
sık sık beraber kafa çekip geyik
ve eşek muhabbeti çevirdiğim arkadaşlarla
aralıksız içtiğimiz bir haftasonunun
ertesinde, pazartesi öğle vakti ateş’in evinde,
salonda uyandım. yerde iki yastığın
üstünde sızmıştım. feneri nerde
söndürdüğümü anlamak için etrafa
bakınırken, kıçımın neredeyse deliğine
batan şeye uzanıp yokladım: elime
yarı-sert bir köşe geldi, çektim
ve götümden bir kitap çıkardım.
kitabın kapağında bir
tablo vardı: arkası dönük dolgun ve çekici
bir kadın açık pencereye yaslanmış
denizi seyrediyordu. herşeyiyle ferah
ve dâvetkâr bir resimdi, öyle hissettim.
bir sigara yakıp tabloyu biraz seyrettim,
sonra yukarsındaki yazıyı okudum:
P O S T A N E
kapıyı açıp girdim
ve geri gelmedim.
batuğ ş.
20 12
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane