“Favori mi? Siz hiç Dört Tepe Turnuvası izlemediniz sanırım…”
Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı döneminin sonlarıydı. Almanlar hala diğer ülkelerden ne kadar üstün olduklarını göstermeye çalışıyor, buldukları yabancılarla taş-kağıt-makas oynayıp kazanamayınca kızarıyorlardı. Kaybetmenin kötü olduğuna, kaybedenin aşağı olduğuna inandırmıştı onları Führer’leri, onlar da kazanmayı yaşam gayesi haline getirmişti.
Savaştan bağımsız olarak devam eder spor. Ya da savaşa rağmen devam eder, etmelidir de. İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği yıllarda, Norveç’ten çıkma, Avrupa’da sevilme spor kayakla atlama bir üstünlük sağlama aracıydı. “Kim daha cesur, hangimizin sporcusu daha yükseğe çıkacak, daha ileri uçacak” sorularıyla gaza getiriliyordu insanlar ve sporcular. Aslında Almanlar ve Avusturyalılar arasında yıllardır devam eden bir üstünlük, bir onur savaşıydı bu. İnsanlar bazen Almanya’daki, bazen de Avusturya’daki kayakla atlama tepelerine gidiyor, sporcularının daha uzağa uçmaya çalıştığı yarışları izleyip sıkıntıdan bunalmış kafalarını dağıtıyordu. Aşağı yukarı 30 yıldır devam eden bu geleneği resmiyete dökmenin zamanı gelmişti. “Avusturya-Almanya Kayakla Atlama Yarışları” adı altındaki ilk Dört Tepe Turnuvası, 1953 yılında Garmisch-Partenkirchen’deki kış sporlarıyla ünlü Post Hotel yakınlarındaki tepede yapıldı. Önce sadece Reich’ın adamları olsun dendi, sonra işin babaları Norveçliler bunu duydu geldi, Norveçliler kar botlarını giyerken kapının önüne çöp koyan İsveçliler olayı öğrendi, sonra da bütün Avrupa’ya yayıldı. 60 yıldır ilk iki ayağı Almanya’da, son iki ayağı ise Avusturya’da olmak üzere her yılbaşında kocaman bir parti olarak başlıyor kış sporları dünyasında… Her turnuvanın tarihi gibi Dört Tepe Turnuvası’nın da sıkıcı bir tarihi var. Yaşamış gibi anlatınca da olmuyor, evet. En iyisi günümüze geleyim.
Kayakla atlama çok acayip spor. Kuru yemişçilerde ya da berberlerde La Liga özetlerinden önce açık duran spordu kışları. İster istemez insanın takıldığı, şaşırdığı, evet belki bir süre sonra sıkıldığı, ama herkesin hakkında bir şeyler bildiği spordur kendileri. İster berberinizin televizyonunda açık bulun, ister misafirler varken televizyonda öpüşme sahnesi çıkınca evin babasının zap tercihi olsun, illa izlemiş, görmüşsünüzdür. Dört Tepe Turnuvası o sporun her şeyi işte.
Spora başlayan her çocuk, hedef olarak dünya şampiyonluğunu yahut olimpiyat şampiyonluğunu hedefler. Kimi kürsüde milli marşını okurken ağladığını hayal eder gözlerini kapadığında, kimi dünya şampiyonu olduğu anda ülkesinin sadece onu izlediğini, kimi de olimpiyat altınından bağlanacak maaşı düşünüp yazlık hayali kurar şehrin dışında. Kayakla atlamacılar için olay daha farklı. Olimpiyat şampiyonu olsalar da, dünya kupası alsalar da, hayalleri hep Dört Tepe Turnuvasını kazanmaktır.
2002 Salt Lake City’deki kış olimpiyatına gelirken kimse 21 yaşındaki Simon Ammann’ı favorilerden biri olarak göstermiyordu. En fazla, “bu kim lan, fare suratlı” benzeri şeyler söyleniyordu onun için. Oyunlara gelinirken Dört Tepe Turnuvası tarihinde bir ilk yaşanmış, Swen Hannawald dört yarışı da kazanan tarihteki ilk sporcu olmuştu. Zaten Swen Hannawald olmazsa Adam Malysz vardı. Bir sezon öncesinin Dünya Kupası şampiyonu alacaktı altınları Swen alamazsa. En kötü ihtimalle Finlandiya, Avusturya vardı. Hiçbiri alamazsa onlar alırdı altını. Alamadılar.
21 yaşındaki, daha önce hiçbir başarısı olmayan, İsviçre gibi kayakla atlamanın çok da popüler olmadığı bir ülkeden çıkan o fare suratlı çelimsiz çocuk Salt Lake’te duble yaptı. Kariyerindeki en iyi Dünya Kupası performansı 45.’lik olan bir adam yapıyordu bunu. “Çok güzel rüzgar denk geldi de uçtu, yoksa mümkün değil”diyordu uzmanlar o madalyalarını ısırırken. Yarışlar biter bitmez ülkesinde kahraman, ABD’de ünlü oldu Simi. David Letterman hemen şovuna çağırıp “nasıl uçuyorsun, korkmuyor musun” diye sordu, şovdan çıkışta kızların göbeğini imzaladı, sonra belki birkaç tanesiyle yattı… Yıldız olmuştu.
Simon Ammann efsanesi 2002’de başladı. Rüzgar yardımıyla yapıldığı iddia edilen olimpiyat dublesi sonrasında bir Dünya Kupası, iki dünya şampiyonluğu, bir yaz Grand Prix’si zaferi yaşadı, ardından yine kendisine hiç şans tanınmazken gidip Vancouver’da hayatının ikinci altın dublesini yaptı. Bir kez İsviçre’de yılın sporcusu, bir kez de yılın ikinci adamı seçildi. Ondan fazla ülkede ilah kendisi. Kış sporuna başlayan çocuklar Simon Ammann gözlüğü sipariş ediyor ona benzeyebilmek için. Rüya gibi bir kariyer kısacası… Yok yok, değil.
Simi hiç Dört Tepe kazanamadı. Kariyerinde, kendi deyimiyle “kocaman bir delik var”. Kariyerinin başlarında “nasılsa daha zamanım var” diye düşünürken, bir anda 31 yaşında, Dört Tepe’yi kazanamamış halde buldu kendini. Vancouver’daki olimpiyat oyunlarını kazandığından beri kafasında tek bir şey var: Dört Tepe.
Yıllar geçtikçe Dört Tepe’yi kazanmak takıntı haline geldi. Yaz kamplarında bütün çalışmalarını en iyi fiziksel durumunu yıl sonuna, Dört Tepe’ye denk getirecek şekilde yapmaya başladı, Dünya Kupası yarışlarına katılmaktan vazgeçti, kabuğuna çekildi, kabuğundan çıktığında hep Dört Tepe soruldu, sorulardan kaçtı… Yıllardır hayalini kurup son sınava kadar getirdiği helikopter pilotluğu kursunu bile dondurdu sırf turnuvayı kazanabilmek için. Sonuç: Sıfır.
3 yıldır sadece tek bir amaç için yaşıyor Simon Ammann. Yine kendi deyimiyle “kazanmadan ruhum huzura ermeyecek” dediği turnuvayı şampiyon bitirmek için yaşıyor. Artık 31 yaşında. Kayakla atlama için geçkin sayılabilecek bir yaş. 2010, 2011 ve 2012’de favoriyken, 61. Dört Tepe için artık favori değil Simi. 2002 ve 2010’da olimpiyat dublesi yaparken de favori değildi…
“… Dört Tepe’de favori olmaz. Dört Tepe herkesin hayalidir ve hayalini sadece gerçekten isteyenler gerçekleştirebilir.” – Arne Scheie, NRK TV (1973’ten beri Norveç’te Dört Tepe Turnuvası’nı anlatıyor.)
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane