Geride bıraktığı kötü tat ayrılıkların doğası gereği. Ayrılığın nasıl gerçekleştiği ise bir nebze de olsa o kötü tadı hafifletebilecek yegane unsur. Dusko Ivanovic’le yarattığı Saski Baskonia efsanesinin ayrılığı da belki kaçınılmazdı ama nasıl olduğu, ne olduğundan çok daha kötü bir tat bıraktı geride.
Nadir gerçekleşen güzel ayrılıklardan birini en çok hak edenlerdendi bu. Dusko Ivanovic, Vitoria’yı basketbol haritasına yerleştiren isim. Taugres, TAU Ceramica ya da Caja Laboral, ne derseniz deyin, o takım Ivanovic adımını atana dek sempatik, kendi şartları dahilinde nispeten başarılı bir kulüpten fazlası değildi. Bugün şampiyonluk gelmeyince, Final-Four olmayınca mızmızlanan, kendinde şımarma haddini görebilen bir taraftarı var artık.
Hiçbir zaman çok yüksek bütçelere sahip olmadan, Euroleague’in en istikrarlı devlerinden birini yaratmış olmak, resmin çok küçük bir parçası. Saski Baskonia, 2000’lerde Real Madrid’i ziyadesiyle beceriksiz ve müsrif, Barcelona’yı da organizasyon olarak yetersiz göstermeyi başarmış bir kulüp. Bugün Real Madrid, kötü bir TAU Ceramica kopyası olmaktan ileri gidemezken, Barcelona scouting, genç oyuncu yetiştirme gibi alanlardan, koçunu çalmaya kadar giden yolda arzuladığı alanları kopyalamayı beceremeyip, kendi yolunu çizmesi gerektiğini anladı. Real Madrid ve Barcelona yalnız da değiller, onlar gibi olmaya özenen nice yiğitler bu yolda harap oldu geçen sezonki Efes gibi. Basketbol gibi sözleşmelerin görece kısa olduğu, kulüplerin oyuncular üzerinden para kazanma olanaklarının oldukça kısıtlı olduğu bir platformda bütçelerinin önemli bir bölümünü buradan elde ediyor olmasalar, İspanya’nın ikinci lig takımları bile Güney Amerika’da, Afrika’da bu kadar ciddi bir yetenek avını sürdürüyor olurlar mıydı? Pek sanmıyorum. Tarihin en iyi takımlarından olduğu tartışılmaz Arjantin milli takımında belki de en çok payı olan isim. Artık vasat oyuncuların çoğunlukta olduğu o takım, altın döneminden on yıl sonraki haliyle bile olimpiyat madalyasını son topta kaçırırken, hala temelini onun attığı paternlerden yararlanıyor.
Euroleague’i kazanamamalarına rağmen dönemin saha içindeki trendlerini bu denli etkilemeyi başarmış başka bir kulüp, başka bir sistem yok. Ivanovic’in paternlerinden oyun planı etkilenmemiş basketbol adamlarının sayısı pek fazla değil. Sürekli eleştirilen savunmasına dair, Penn State’in kaderini değiştiren eski oyuncusu Jerome Allen’ın yıllar sonra bile hayranlıkla bahsettiği antremanlarının en çok etkilendiği noktasının bire bir tam saha savunma drill’leri ile başlıyor oluşu bile aslında yeterli. Oyunun bir bütün olduğu, aslolanın denge olduğunu farklı bir şekilde göstermiş bir basketbol adamı, Ivanovic. Ve o meşhur, şahit olanların psikopatlık olarak adlandırdığı, yaşlı kıtadaki bilinen tüm antrenmanlardan daha yoğun o idmanlar… NBA seviyesinde olmasa da kontrolün gittikçe koçlardan oyunculara doğru kaydığı bir ortamda, hala kontrolün koçlarda olduğunu gösterenlerden biri Ivanovic. Andres Nocioni’nin blogunda bahsettiği anekdotlara bakmak iyi bir başlangıç noktası.1 Buna karşın, disiplin kavramının nasıl hedefe yönelik bir araç olduğunu, bunu ego savaşı haline getirmeyip prensiplerin bir parçası olarak kullanmanın getirilerinin kanıtı. Onun takımlarının, saha içindeki özgürlükle o özgürlüğün sınırlarının nasıl çizilmesi gerektiğine dair örnek takım olması sadece teknik detaylardan ibaret değil.
Caja Laboral son haftalarda en çok yere düştüğü zaman tekrar kalkamayışı ile akıllarda kaldı. Halbuki, yıllarca en sıkıntılı zamanlarda bile toparlanmanın bir yolunu bulan takımdı onlar. Geçen sezon Top 16’yı kaçırma hayal kırıklığını yaşamış o takım bile, ACB finallerine, hatta şampiyonluğa kötü bir çeyrek kadar uzak kalmıştı sadece. Euroleague’in yakın tarihinin son birkaç aya kadarki en büyük iki şokunda onların imzası var. Şampiyonluktan çok emin CSKA’yı Moskova’da şok ederken, ertesi sezon OAKA cehenneminden çıkıp imkansızı başarmışlardı. Tarihin belki de en iyisi Barcelona herkesi ezip geçerek Avrupa şampiyonu olmuştu ama ligde finallerde maç bile alamadı onlara karşı. Arka arkaya oynadıkları dört Final-Four’un sadece birinde Ivanovic’in kenarda bulunması kimseyi yanıltmasın, Perasovic, Maljkovic2 ve Spahija durumu aslında idare ettiler sadece, onlar özünde Ivanovic’in takımıydı ve en büyük pay da şüphesiz ki onundu. Sıradışı, heyecan verici, kendine has bambaşka bir ekol yarattı Vitoria’da. Jose Antonio Querejeta, bir Avrupa devini Zan Tabak gibi bu seviyede ciddi tecrübesi olmayan bir isme emanet edip, Sito Alonso gibi genç birini o koltuk için düşünebiliyorsa buradaki en büyük sebep, Ivanovic’in ortaya koyduklarıdır.
Dusko Ivanovic de kusursuz değildi, hataları vardı elbette. Çok kendine has bir yapıyı sürekli yeni oyuncularla, daha kısıtlı kaynaklarla inşa ederken bazı riskleri iyi yönetemedi, belki kendini yeterince yenileyemedi. Ama Saski Baskonia efsanesinden bahsediyorsak, oradaki rolü diğer herkesten daha kritikti. Kulübü neredeyse sıfırdan inşa eden Querejeta kadar büyük olmayabilir ama daha kritikti zira sahada bu denli başarılı bir takım yaratmasaydı, en yakından takip edenler dahil yaptığı idealist uygulamalar, öğrettiği derslerin etkilediği kitle böylesine geniş olmazdı.
Böylesi belki daha hayırlı olacak her iki taraf için de ama gidiş şekli onla yolların ayrılması gerektiğini düşünenlerin bile içine sinmedi. Taraftarların Dusko’yu isteyenler ve istemeyenler olarak ikiye ayrılması bile, en hafif tabiriyle nankörlük gibi geliyor bana. Herhangi biriymiş gibi kapının önüne kondu adeta. Kahraman olarak bırakmak yerine istenmeyen adam olarak kalacak kadar uzattı mı bu serüveni3 yoksa “Ahmet Dursun, Seba gitsin” mi durum… Bilemedim…
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane