Bir spora başlarken, “sen 20 sene sonra 4 olimpiyat madalyalı bir sporcu olacaksın, tamam mı?” deseler, herkes balıklama dalar sanırım. Şimdi gidin, Wang Hao’ya ne düşündüğünü sorun o zaman.
Çin’deki masa tenisi manyaklığını birkaç kez yazdım burada. Yayınlarda da bol bol anlatıyorum. İnsanların sporu diye geçiyor masa tenisi o coğrafyada. Yani şöyle, 7 yaşındaki çocuk da oynuyor, 85 yaşındaki amca da oynuyor. Profesyonel olmaksa bambaşka bir olay.
İlkokul, ortaokul, lise, üniversite, şehir, eyalet takımı sıralamasıyla giriyorsunuz seçmelere, sonra eğer “süperstar” olabileceğinize hükmederlerse milli takıma alıyorlar. Milli takıma gidiyorsunuz, top taşıtıyorlar – gerçi masa tenisi topu taşımaktan n’olacak – hor görüyorlar, bilmem ne yapıyorlar… Ta ki bir madalya kazanana kadar.
Wang Hao’nun uluslararası alanda 21 altın madalyası var. Takımla da kazandı, bireyselde de… Ancak 20 yaşında, 2004 Atina’da başlayan olimpik kariyerinde öyle şeyler yaşadı ki, günlerce ağlasa hakkıdır.
2004 Atina’da 20 yaşındaydı. Çok rahat geçiyordu turları. 20 yaşında olimpiyat şampiyonu olmasını kimse beklemiyordu ama, en azından o performansa madalya yakışırdı. Öyle de oldu. Yarı finalde dünya bir numarası, üst nesilden abisi Wang Liqin’i rahat yenip finale çıktığında bütün Çin basını “yeni kahramanımızı bulduk!” başlıkları atıyordu. Ryu Seung Min olacaktı rakibi. Çin’in masa tenisindeki üstünlüğüne karşı durabilen belki de tek ülkeden, Güney Kore’den…
4-2 yenildi ilk finalinde Wang. 20 yaşında gümüş almanın verdiği bir huzur vardı, ama tarihin en genç ikinci şampiyonu olma fırsatını da kaçırmıştı. Hem önünde daha 2 olimpiyat finali olacaktı, dünya 1 numarası olacaktı, en büyük favori olup, öyle gelecekti… Geldi de…
2008 Pekin’de, kendi evinde altının en büyük favorisiydi hakikaten. O sene Pro Tour’daki bütün turnuvalarda Çinli rakiplerine, takımdaşlarına kök söktürmüş, Pekin yolunda gözdağı üstüne gözdağı vermişti.
“2004’ü unuttum. Çocuktum, ne yaptığımın farkına ancak finalde sonra vardım. Ryu karşısına çıkarken nasılsa madalyam var artık deyip, final konsantrasyonumu bozmuştum. Bu sefer farklı olacak.”
Farklı mı oldu? Hayır. Yine çok rahat şekilde finale geldi Wang Hao, ki seyircinin desteği de büyük ölçüde onunlaydı diğer Çinli oyunculara kıyasla, ancak finalde bu kez karşısına Ma Lin çıktı. 2004’te altın madalya alan takımdan abisi Ma Lin, Wang’ı 4-1 ile geçiyordu ve ikinci kez üst üste yeniliyordu finalde. Bu kez kendi seyircisi önünde kaybediyordu altını…
2012 Londra’da Çinli üstünlüğünü engellemek için IOC ve ITTF, “bir ülkeden en fazla 2 sporcu” diye bir kota çıkardı. Bu Wang Hao için şu anlama geliyordu: Jang Cike’yi yenip, altın madalyayı alacağım.
2008 Pekin öncesindeki iddialı Wang’dan eser yoktu. Basına konuşmuyor, sadece işine odaklanıyor, sessizce antrenmanlarını yapıp, kabuğuna çekiliyordu. Pro Tour’u hiç ciddiye almadı. Finale de sadece 4 set vererek geldi. Sürpriz yoktu, finalde Jang Cike vardı karşısında.
“Neyse ki yarı finalde çok yorulmadım. Bu kez yapmam gerekeni çok iyi biliyorum. Daha önce 2 final oynadım, Jang’a göre çok daha tecrübeliyim” diyor ve yıl boyu demeç vermeme totemini yarı final sonrasında bozuyordu.
Jang karşısında ilk sette 3 set puanı bulup, 1-0 geriye düşmekten kurtulamadı. İkinci ve üçüncü setlerde kendinde değildi. Kafasını toplayamadı. 4. sette Wang Hao olduğunu hatırladı, 5. sette yine unuttu. Tıpkı bundan önceki 2 finalde olduğu gibi, yine gümüş madalyada kalıyordu…
Jang Cike maç puanını aldıktan sonra podyuma koştu, ilk basamağı öptü diz çökerek. Wang Hao ise kıpırdayamadı. Yüzünde aptal bir ifade ve tuhaf bir tebessüm vardı. “Ben bu filmi görmüştüm” diyordu içinden. Tarih onu kaybedenler arasına yazmıştı artık.
Üç kez üst üste olimpiyat finali kaybeden adamın hikayesini okudunuz. Üçünü de aynı şekilde kaybeden bir adamın… Spor tarihinin en acı cümlesini üç kez söyleyen adamın. “Çok yaklaşmıştım.”
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane