Bu röportaj, Susanne Lenz tarafından 11 Şubat 2020 tarihinde yapıldı. Filiz Karaküçük, Yazıhane için Türkçeye çevirdi.
Bay Ai, Guardian ve New York Times’a Almanya hakkında yaptığınız açıklamaların –diğer sözleriniz bir yana, Almanya için faşist bir ülke diyordunuz– buraları epeyce telaşa verdiğini biliyor musunuz?
Haberim yok, çünkü Almanca bilmiyorum. Alman basını da bana ne düşündüğümü hiç sormadı.
Gerçekten sormadı mı?
Gerçekten sormadı. Almanya’da emsalsiz bir basın var. Ama başka ülkelerden sordular, ben de açıkça cevap verdim. Oysa Almanya’da yaşıyordum, atölyemde çok sıkı bir şekilde çalışırım. Amerika’dan ve Hollanda’dan gazeteciler sık sık gelmişlerdir, ama Almanlar neredeyse hiç gelmez – çünkü ben mültecilerin durumuyla ilgileniyorum. Mültecilerle ilgili üç tane film yaptım. Bu filmler Fransa, Kanada, İngiltere ve Amerika’da çok iyi karşılanırken Almanya’da çok kötü yorumlar aldı.
Bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Bilmiyorum. Ben burada yabancıyım. Benim sanatımı seviyorlar, komünizme karşı savaşan biri olmamdan hoşnutlar, ama Almanya’daki mültecilerin durumundan ya da Hong Kong’taki mücadeleden söz ettiğim zaman bundan hoşlanmıyorlar. Benim Volkswagen’dan veya resmim üzerindeki haklarımdan bahsetmemi istemiyorlar. Volkswagen’a dava açtım ve kazandım. Ama Alman basınında hiçbir haber çıkmadı bu konuda.
Berliner Zeitung haber yaptı.
Eh. Diğer ülkelerde çıkan haberlere kıyasla pek mühim sayılmaz. Bu Ai Weiwei’nin şahsıyla alakalı bir mesele değildi. Bilakis –büyük bir şirketin elinde zarar gören– fikir mülkiyetiyle ilgili bir meseleydi. Böyle bir şirketle nasıl savaşmak istersiniz? Bu uğurda çok para harcadım ben. Ama umurumda değildi. Ahlâken galip gelmek için her şeyi kaybetmeye hazırdım.
Almanlara geri dönelim.
Benimle Alman-Çin ilişkileri hakkında konuşmak istemiyorlar. Halbuki bu alanda uzmanım. Almanya’yla Çin şimdilerde balayında; ama benim sesimi duymak istemiyorlar. Çin’deki insan hakları meselesi ya da Berlin Film Festivali’ndeki sansür hakkında da konuşmak istemiyorlar benimle. Koronavirüs hakkında da…
Ama şu sıralar başka bir şeyden konuşulmuyor.
Ben kendimden bahsediyorum. 2003’te Sars hakkında film yaptığımdan beri bu konuları çok daha iyi biliyorum. Sichuan depreminden sonra araştırmalar yaptım ve orada ölen 5000 çocuğun isimlerini buldum. Çin toplumu hakkında çok şey biliyorum.
Koronavirüs hakkında ne biliyorsunuz peki?
Esas kriz, bu bilinmez hastalık ya da virüs hakkında değil. Mesele, Çin’in verileri ifşa etmemesi, gerçeği söylememesi ve uluslararası toplumu sürece dahil etmemesi. Böylesine kapalı bir toplum nasıl olur da dünyanın önde gelen milletlerinden olabilir? Hem de Almanya’nın en iyi ortağı! Bu Alman toplumunu hiç korkutmuyor mu? Bu balayından gayet memnunlar, çünkü Almanya’nın ucuza mal edemeyeceği her şeyi Çin üretiyor. Ucuz iş gücü ve insan hakları ihlalleri… İşçi hakları için hiçbir koruma mevcut değil. Kokuşmuşluk… Almanlar sözde demokratik toplumları için en iyi ortağı bulmuş oldular. Temel değerlerin korunmadığı bir toplum, nasıl bir toplum olabilir? Yalnızca kârını düşünüyorsa?
Öyleyse her şeyin ekonomiyle alakalı olduğunu mu söylüyorsunuz?
Evet ve böyle olduğunda da, kimseyi suçlayamazsınız. O zaman Washington Post gazetecileri Türkiye’de öldürülebilir ya da oradaki Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda. Tabii ki her şey ekonomiyle alakalı. Almanya Suudi Arabistan’a silah satıyor, Suudiler de o silahlarla Yemen’deki insanları öldürüyor. Trump “Önce Amerika” derken hiç değilse dürüst davranıyor.
Almanya’nın dürüst olmadığını mı söylüyorsunuz yani?
Almanya hiçbir surette dürüst değil. Kendileriyle gurur duymak istiyorlar, doğru olanı yapmak istiyorlar. Çok karanlık bir geçmişleri olduğundan, bu konuda çok çaba sarfettiler. Ama bu sahiden işe yarıyor mu yoksa laf olsun diye mi yapıyorlar? İnsanlar bir şey yapar gibi göründükleri zaman bu benim hoşuma gitmiyor. Eğer yeni Naziler varsa, buna saygı gösteriyorum, çünkü onlar oldukları gibiler. Ben liberalmiş gibi yapan liberallerden hoşlanmıyorum. Çünkü derinlerde, Nazi kültürünü içselleştirmiş haldeler onlar.
Biraz önce Berlinale’yi sansür uygulamakla suçladınız. Filmlerinizi oraya gönderdiniz mi?
Doğal olarak. Ben Berlin’de çalışan bir sanatçıyım. Filmlerimden üçü ya da dördü Alman yapımı. Fakat Berlinale’ye seçilmediler, ben de başka festivallere göndermek durumunda kaldım. Mesela Venedik’e. Ve Venedik kabul etti. Bir düzine başka festival daha kabul etti. Meksika’daki 43 tane kayıp öğrenci hakkındaki filmimi söylüyorum. Ama onu Berlinale’ye almadılar. Şimdi Sundance’te gösteriliyor.
Ya sansür?
Pek çok Çinli yönetmen dostum var. Bana diyorlar ki: Weiwei, senin filmini alamazlar, çünkü Çin’le bozuşmak istemiyorlar. Volkswagen –ayrıca Audi– Berlinale’nin sponsorlarından. Ve benden nefret ediyorlar. Çünkü bir tür çalışma kampı olan bu fabrikayı niçin Çin’e kurduklarıyla alakalı olarak onlarla kavga ettim. Ama sorun yok, ağlamıyorum. Eğer beni Berlinale’ye almıyorlarsa, bu benim bir şey ifade ettiğim anlamına gelir. Benden korkan, sadece Çin Komünist Partisi değil. Almanlar da öyle kişiliksiz, öyle hatalılar ki… Benimle konuşup tartışmak arzusu bile duymuyorlar. Benden bahsedilince “Öff, Berlinli taksicileri sevmeyen o adam,” diyorlar. Ama ben beş yıldır bu takside gidiyorum. Şimdi artık inmek zamanı.
Babylon sinemasında ilk kez filmlerinizin retrospektifi gösteriliyor.
Cinema for Piece’ten bir arkadaşın fikriydi. Benimle ilgilenen herkes gitmeli. Mesela Sars hakkındaki filmim. O filmde gösterilen her şey şimdi tekerrür ediyor.
Yani her şeyin gizlendiğini mi söylüyorsunuz?
Evet, hepsi yalan. Korona, Wuhan pazarında kendiliğinden ortaya çıkmış bir hastalık mı yoksa insan eliyle yaratılmış bir virüs mü? Pazarın yakınlarında bu tür hastalıklar üzerinde çalışan devasa bir kimya laboratuvarı var.
Bir şeyler dışarı çıkmış olabilir mi?
Mümkün. Her yerde böyle pazarlar var, ama böyle bir araştırma laboratuvarı yok.
Son yıllarda siyasi aktivist kimliğini benimsemiş görünüyorsunuz. Bir sanatçı olarak sizin için önemli olan şey nedir?
Benim açımdan, eylemlerimin tamamı sanattır. Hayatım sanattır. Ben siyasi aktivizm, hukuk süreçleri ya da film ve sanat arasında bir ayrım yapmıyorum. Globalleşme ve internet sayesinde çok hızlı değişen bir toplumda yaşıyoruz. Kendisine yardım edip edemeyeceğimi sorduğu için geceleyin kalkıp Edward Snowden’ın Çin’de sansürlenen kitabı için bir makale yazıyorum. Bunların hepsine sanat diyorum, çünkü benim tutumumu, tavrımı ifade ediyor. Ben toplumu değiştirmeye çalışıyorum.
Nasıl oluyor bu?
Kapitalizm, daha iyi bir ideoloji önermiyor. Demokrasiden bahsediyorlar, ama Almanya’daki sağcıların parlementoda koltuk çaldıklarını görünce bunun doğru olmadığını görüyorsunuz. Demokrasi, kapitalizmin üzerine giydirilmiş hoş bir manto gibi. Kapitalizm vahşidir, doğayı ve ahlâkımızı tahrip eder. Şu an hâlâ otoriter ve kapitalist toplumların doğurdukları neticeleri kabullenerek yaşıyoruz. İnsan güzel bir hayatı olduğu müddetçe, savaş ya da hastalık kendinin değil de komşusunun evinde olduğu müddetçe, ses çıkarmıyor.
Korona Çin’in sınırlarını aştı.
Çin’de de işler yürümüyor, çünkü Çin çok güçlü bir devlet haline geldi. Volkswagen Çin’de açacağı yeni fabrikayı korona yüzünden erteledi. Ama orada üretilecek olan parçalar olmaksızın makina çalışamıyor ve Çin sadece o bir parçayı değil, dünyanın yarısı için pek çok parçalar üretiyor. Yani Çin nezle olunca, herkes hapşuruyor.
Artık İngiltere’de yaşıyorsunuz.
Oğlumun İngilizce eğitim yapan bir okula gitmesi gerektiği için oraya taşındım. İngiltere’ye gitmeyi istediğim söylenemez. Ama Almanya’da yaşamak benim için çok zor. Almanya’da hoş karşılandım, çok güzel sergiler açtım, bir çok arkadaşım var burada. Ama kültürel olarak, çok zor.
Bununla ne kastediyorsunuz?
Belçikalı bir arkadaşım bir tiyatroyu yönetmesi için Berlin Eyaleti tarafından davet edildi.
Chris Dercon’dan söz ediyorsunuz siz.
Daha buraya gelmeden sinsice saldırıya uğradı. Solcular, insanlara onun aleyhinde dilekçe imzalattılar, neoliberal diyerek onu aşağıladılar. Oysa henüz hiçbir etkinlik yapmamıştı. Kapısına bok sürdüler, tehdit mektupları yazdılar. Yabancılar bir etkinliğe dahil edildiğinde bundan ne kadar nefret ettiklerini görebiliyorsunuz. Ve bunların hepsi de solcu. Sağcılar sadece aptallar, ama solcular onlardan çok daha tehlikeliler.
Ama Berlin sanat çevrelerinde pek çok yabancı var.
Onlar sadece önemli olanlarla uğraşıyorlar. Benimle mesela. Ama burada ucuz atölye arayan küçük bir sanatçıysan ya da bir gece kulübünde DJ’lik yapmak isteyen biriysen, iyi ağırlanırsın, çünkü Berlin’deki hayata renk veren bir unsur oluyorsun o zaman. Bunun haricinde Berlin çok acınası, korkunç bir şehir.
Ah.
Berlin yeryüzündeki en sıkıcı, en çirkin şehir. Ama sorun değil. Çünkü ucuz ve çok alan var. Sadece bir şeyleri değiştirmek istediğinde savunmaya geçiyorlar.
Bir örnek verseniz?
Güzel Sanatlar Akademisi’nde üç yıl boyunca ders verdim. Neden orayı bıraktım biliyor musunuz?
Misafir öğretim üyeliğinizin süresi bittiği için mi?
Alman öğrencilere bir şey öğretmek imkânsız. Çok tembeller, ödevlerini yapmıyorlar ve sistem korkunç derecede yozlaşmış vaziyette. Bu öğrencileri üstün başarıyla mezun etmem gerekiyordu. Bu nasıl olur diye sordum. Bunu hep bu şekilde yaptıklarını söylediler. Bütün profesörler ellerini kaldırdılar bunun için. Bu entelektüel olarak dayanılır gibi değil. Ben de gittim işte. Almanya hakkında koca bir kitap yazabilirim.
Yapsanıza.
Çok meşgulüm. Almanya’dan daha önemli şeyler var. Berlinale’nizin keyfini sürün – ya da adı her neyse.
Peki buradaki atölyenizi tutacak mısın?
Eğer Almanlar beni baskılamaya devam ederse, vazgeçmek zorunda kalacağım.
Sizi kim baskılıyor?
Bunu size söylemek istemiyorum. Ben Alman toplumu tarafından baskılanıyorum. Sorun değil. Bu toplumun tarihini biliyorum, büyükbabalarının, büyükannelerinin kim olduğunu biliyorum. Ama onların toplumlarını iyileştirebileceğini hayal etmeye çalışıyorum.
Teşekkürler.
Söylediklerimi kişisel algılamayın.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane