Büyük orta saha oyuncuları genellikle sanatçıların karakterlerini taşırlar. Xavi, şüphesiz ki Monet’ydi. Kısa, kusursuz ve tek bir tanesinin dahi boşa gitmediği fırça darbeleri. Zinedine Zidane, Caravaggio. Göz alıcı bir parlaklık ve yıkıcı bir karanlık; sarsılmaz bir duruş ve ölüm saçan bir arzu. Moussa Sissoko ise şuna benziyor: Kullanılmayan bir depoda, çırılçıplak şekilde otururken kendini kaydeden bir video enstalasyon sanatçısını hayal edin. Yerinden kalkıyor, eline aldığı balyozla çevredeki her şeyi yerle bir ediyor. Buna dört duvar da dahil. Ve sonra, kameraya doğru yaklaşıp yüzünde dehşet verici bir gülümsemeyle şunları fısıldıyor: “Hayvanları rahat bırakın.”1
Takımların gelişim evrelerini takip etmek çok hoşuma gidiyor. Gelişim derken, en iyiye ya da en doğruya doğru bir gidişattan söz etmiyorum. Daha ziyade, karşılarına çıkan engellere verdikleri yanıtlar ve neden bu yanıtları vermiş olabilecekleri gibi şeyler ilgimi çekiyor. Aykut Kocaman’ın Konyaspor’u2, Roberto Martinez’in Everton’ı veya Jürgen Klopp’un Liverpool’u bu yüzden eşit ölçülerde sevdiğim takımlardı. Yoksa nasıl bir ortak nokta bulabilirsiniz? Liverpool ile Konya ya da Klopp ile Kocaman kadar birbirlerine uzak örnekler bulmak gerçekten kolay değil.
Mauricio Pochettino’nun Spurs ile ilişkisi, benim için biraz böyle bir anlam ifade ediyor: Yolculuk. Ama bu yolculuğa diğer üç takımla olduğu kadar yakın iştirak ettiğimi söyleyemem. Bir şekilde onlar kadar maçlarını izleyemiyorum ya da bir şekilde Mauricio’nun takımı ile, diğer üç takımla kurduğum bağı kuramıyorum. Bazı geçişleri görebilmek, bu yüzden daha fazla zaman istiyor.
Televizyonda hâlâ Gegenpressing diyen birini duyunca siz de strese girmiyor musunuz? “O aşama geçileli çok oluyor, biraz kendi başımıza gözlem yapsak nasıl olur?!” diye ekrana bağırmak istiyorum. Topa sahip olmaya alışma zorunluluğu, artık apaçık bir şekilde gözümüzün önünde olan bu gerçek, bu sezon başında önce Emre Özcan,3 daha sonra da bizzat Jürgen Klopp tarafından4 detaylı bir şekilde anlatıldı.5 Ama Liverpool’un sahada ortaya koyduklarını hâlâ eski hikaye kalıbı üzerinden değerlendiriyor, örneğin az gol attıklarını veya yeterince agresif olmadıklarını düşünüyoruz. Neden? Çünkü belki eski güzeldi, o histi güzel olan veya belki de eskinin yerine koyacağımız bir yeni yok, bunu bize anlatan da yok ve bu yüzden anlamlandırmak güç oluyor. Şunu söyleyebiliriz: Gegenpressing farklı koşulların ürünü, o koşulların doğrusuydu. Ulaşılması gereken bir son nokta değil.
Tottenham’da da bir şeyler oluyor. Liverpool kadar göz önünde olan bir takım olmamalarından veya gereken dikkati gösteremediğimizden olsa gerek, bunları henüz hikayeleştirebilmiş değiliz. Aslında onlar da aynı Liverpool gibi geçen sezon bize bazı sinyaller gönderiyorlardı.6 Liverpool’un daha az pres yaptığını ilk kez geçen sezon başı okuduğumuz gibi, Spurs de ilk kez geçen sezon dönemsel olarak baklava orta sahayı kullanmaya başlamıştı. Fakat ancak belli bir sürecin sonunda tüm yaşananlar netleşiyor ve üzerine konuşulabilir hâle geliyor. Olan bitenin ancak şu anda farkına varabiliyorum.
Mauricio Pochettino, bir sene gecikmeli de olsa geçen yaz yazdığım yazıyı onaylar açıklamalarda bulunmuş.7 Artık genç İngiliz oyuncu almadıklarını, çünkü bunun riskli olduğunu söylüyor.8 Genç oyuncuları oynatan Bielsa ekolü hoca kalıbından biraz uzaklaşabildeysek, en kilit oyuncularından biri Moussa Sissoko olan hoca fikrine de ısınabilir miyiz? Sissoko’yu Premier League’de Kasım ayının oyuncusu adayları arasına sokan Yeni Tottenham nasıl ortaya çıktı?9
*
Ligin geri kalanından açık bir biçimde ayrılan iki net şampiyonluk adayının olduğu tablo, Pochettino Spurs’ün başına geçtiğinden bu yana ilk kez karşımıza çıkıyor. Bundan önceki dört sezonun şampiyonları, ikinciye 19, 7, 10 ve 8 puan fark attılar. İki kez üst üste şampiyon olabilen yoktu; aksine, sezonu şampiyon tamamlayan takımların üçünün de ertesi sezon büyük katastrofi yaşadığını gördük.10 Mourinho’nun Chelsea’si ve Leicester ertesi sezon 37 puan daha az topladılar; Conte’nin yaşadığı düşüş ise 23 puanla sınırlı kaldı. Kısacası, Mauricio Pochettino’nun geride bıraktığı dört sezon süresince Premier League’de ciddi bir dominant güç açığı vardı. Bu açıdan, Spurs’ün bu dört sezon süresince istikrarlı bir şekilde yukarıya doğru ivme gösterebilen tek Top Six kulübü olduğu pekala söylenebilir. Sırasıyla 64, 70, 86 ve 77 puan topladılar. Onları bu sezon başlarken göz ardı etmemiz, muhtemelen bu sürekli yükselme evresinin geçtiğimiz sezon kesintiye uğramış olmasıyla, yani doğal bir sınıra ulaştıklarını düşünmemizle, ve bir de elbette transfer yapamamalarıyla ilişkili olmalı. “Duraklama dönemine girecekler, aynı Wenger’in Arsenal’i gibi…” diye aklımızdan geçirmiş olabiliriz. Ama pek de öyle olmadı. 36 puanlı Spurs, 16. haftalar geçilirken en iyi Premier League başlangıcını yapmış durumda. Bu dört sezonluk süreçte, onlardan daha fazla puan toplayan (297) yalnızca iki takım var: Manchester City (323) ve Chelsea (300). Spurs, şu an puan sıralamasının da onayladığı üzere ligin en önemli üçüncü gücü olarak görünüyor. Hatta bu sezonu Chelsea’nin üzerinde bitirirlerse, beş senelik iyi bir değerlendirme sürecinin sonunda City’nin arkasından ikinci sıraya yerleşmiş olacaklar. Pochettino, kupa kazanamamaları sebebiyle eleştiri yapanlara bu verileri gösterebilir. Kulüp gerçekten çok yol kat etti.
Jürgen Klopp ya da Maurizio Sarri gibi zaman isteyen antrenörlerin bu tip detaylardan hoşlanıyor olduğuna emin gibiyim. Sonucu elbette ki göz ardı etmiyorlar; ama oraya ulaşırken seçtikleri yola, sürece, istikrarlı bir şekilde sürdürebilmeye de bir o kadar değer veriyorlar. Aksi takdirde, yani işlerin iyi gittiğine inandıramadan, rekabetçi bir kulübün başında nasıl kalabilirsiniz ki? Önceki dört sezonun ikisinde şampiyon olup diğer ikisinde ilk dört dışında kalan Chelsea, başka bir yolun temsilcisi. İşlerin iyi gittiğine inanmak için kupalar görmek istiyorlar. Ama tercih edilen yollardan birinin diğerine üstün olduğunu nasıl savunabiliriz? Bunun mümkün olduğunu düşünmüyorum. Belki bu yolları değerlendirmek için farklı ölçütler kullanmamız gerektiğinde anlaşabiliriz. Yani, Mourinho’nun ya da Conte’nin Chelsea’sini bir sonraki sezon nasıl gelişecekleri üzerinden belki de o kadar eleştirmemiz gerekmiyordur veya Pochettino’nun hâlâ kupa kazanamamış olmasına o kadar da takılmamalıyızdır. Muhtemelen onlar da yaptıkları işin bu şekilde değerlendirilmesini istemezlerdi.
2014-15 & 2015-16
Pochettino’nun ilk sezonunda ligi beşinci sırada tamamlayan Tottenham, aynı zamanda ligin en çok gol yiyen de beşinci takımıydı. O dönemi akademiden A takıma yükselen oyuncular ve en çok da Nabil Bentaleb & Ryan Mason ikilisiyle hatırlıyoruz. Heyecan verici, fakat aynı zamanda bireysel hatalardan çok fazla çeken, oyuncu kalitesi düşük bir takımdı. Ertesi sezona başlarken yapılacak ilk iş de bu omurgayı baştan düzenlemek oldu.
Geriye dönüp bakıldığında, Pochettino’nun transferle ilgili sorun yaşayıp kadro içinden çözüm buluşları içerisinde en etkileyicisi o sezona ait olabilir. Bentaleb, sakatlığının da etkisiyle tamamen kadrajın dışına çıkmıştı. Bir önceki sezonu sadece sağ bek ve stoper olarak geçiren Eric Dier sezona orta sahada başladı. Aslında Spurs o pozisyon için çok spesifik bir oyuncu istemişti; Pochettino’nun listesinde, eski takımından Victor Wanyama ve Morgan Schneiderlin vardı.11 Ama aynı şu anda olduğu gibi, Spurs’ün Manchester United gibi büyüklerle ekonomik olarak baş edecek gücü olmadığından, Schneiderlin asla mümkün olmadı. Wanyama ise gecikmeli olarak, ertesi sezon takıma katıldı. Bir önceki sezonu çoğunlukla Bentaleb-Mason ikilisinin önünde, 4-2-3-1’in ofansif orta sahası olarak geçiren Mousa Dembele, sağ kanatta başladığı sezonu takımın en kilit oyuncusu olarak, Dier’ın yanında tamamladı. Skor üretemeyen, kilit pas atamayan, ama ligin o dönemdeki en iyi top saklayıcısı ve taşıyıcısı olan Dembele’ye de böylece en sonunda ideal bir rol bulundu. Sakatlık sorunları onu en sonunda bitirene dek, iki sezon boyunca ligin en dominant orta sahalarından biri olarak kendini gösteren bir oyuncunun, bu kadar geç keşfedilmesi veya bir noktada takımdan ayrılmanın eşiğine gelmesi sahiden tuhaf. Pochettino, eğer 18-19 yaşlarında karşılaşmış olsalar onu dünyanın en iyilerinden biri hâline getirebileceğinden bahsetmişti.
“Ona her zaman şöyle söylüyorum: ‘Mousa, kitabımı yazdığımda, tanışma şansına eriştiğim dahilerin arasında yer alacaksın. Bunlardan biri Maradona’ydı, bir diğeri Ronaldinho. Jay Jay Okocha, Ivan de la Pena ve sonra da Mousa.”12
Spurs’ü iki sezon boyunca taşıyacak dört kişilik omurganın son halkasını, Jan Vertonghen’in Ajax’ta beraber oynadığı Toby Alderweireld oluşturdu. Atletico’da vasat bir performans gösteren, fakat Southampton’da net bir şekilde Premier League oyuncusu olduğunu kanıtlayan Toby, o dönemde Southampton ve Tottenham arasında küçük çaplı bir krize sebep olmuştu. Oyuncunun şu an Tottenham ile yaşadığı kontrat krizi ile o dönem arasında bu açıdan bir bağlantı kurulabilir. Sonuç olarak, bir önceki sezonun enerjik ama kırılgan genç takımının yerini, enerjik ve yıkıcı bir takım almış oldu. Danny Rose ve Kyle Walker’ın ligin en iyi bek ikilisi olarak ortaya çıkmaları ve İngiltere’nin Euro 2016 ilk 11’inde beş Spurs oyuncusunun yer alması bu sezonun sonundaydı.
2016-17 & 2017-18
Spurs’ün yeni oyuncular ekleyememe sorunu, esas olarak Pochettino’nun üçüncü sezonuna denk geliyor. Oyuncu grubu artık ligin en iyileri arasına girdiğinden,13 bu grupla rekabet edebilecek transferleri yapabilmek ya yüksek risk ya da yüksek bonservis gerektirmeye başlamıştı. Spurs’ün hâlâ parası yoktu ve bu yüzden birkaç riskli işe giriştiler. Moussa Sissoko, Vincent Janssen ve Georges-Kevin N’Koudou gibi. Spurs’ün kötü transfer yapmak yerine hiç transfer yapmama anlayışında, bu dönemin önemli etkisi olabilir. Yeni oyuncular alabilmek için satmak zorundalar ve kötü yapılan her transfer bir sonraki transferin önünü tıkıyor. İşte, N’Koudou ve Janssen hâlâ kadrodalar.
Pochettino’nun bu çıkmaza yönelik iki çözümü, transferlerde kendi inisiyatifini öne çıkarmak ve transferleri altı ay sonrasını düşünerek planlamak oldu. Başarısız transferlerin yapıldığı bu üçüncü sezonun tek yüz güldüren işi, hocanın varlığıyla mümkün olan Victor Wanyama idi. Ertesi sezon tercih edilen transferler arasında ise Mauricio’nun hemşehrisi14 kaleci Paulo Gazzaniga ve Arjantin’den getirilen Juan Foyth vardı. Fernando Llorente’yi yaz transfer döneminin son gününde transfer ederken de, Lucas Moura’yı kışın PSG’den alırken de aynı şeyi söyledi: “Onların performansını altı ay sonra değerlendirmelisiniz.” Eğer daha ideal bir zamanda transfer edebilseler, takıma adaptasyonları daha kolay ve sezon içindeki katkıları daha fazla olabilirdi. Ama bu ideal zamanda da, bu kalitedeki oyuncuları transfer edebilmek Spurs için artık imkan dahilinde değildi.
Bu yazının ana kahramanı Moussa Sissoko, 35 milyon euro’luk bonservis bedeliyle Davinson Sanchez’e dek kulüp tarihinin en pahalı transferiydi. Daniel Levy böyle bir parayı gözden çıkarmaya nasıl ikna olmuş olabilir? Verdiği en kötü kararlardan biri olduğunu düşünüyor olmalı. Ama hiç değilse, onu bu yola iten sebeplerin neler olabileceği hakkında biraz fikir sahibiyiz. Öncelikle, Spurs’ün Pochettino geldiği günden bu yana çok az süre boyunca transferden net zarar yazdığını yukarıdaki grafikten de görebilirsiniz. 31 Ağustos 2016’nın son saatlerine girilirken, kullanabilecekleri tam da 30 milyon euro’luk bir alan vardı. Pochettino, son iki transfer dönemini hızlı bir kanat oyuncusu istediğini söyleyerek geçirmiş; bu doğrultuda bir önceki sezon Clinton N’Jie, o sezon da Georges-Kevin N’Koudou transfer edilmişti. Kariyerinin hemen hemen tamamını pozisyonsuz bir oyuncu olarak geçiren, ama Newcastle’da sağ kanatta zaman zaman parlak performanslar gösteren Sissoko, bu yönüyle, yani bir kanat oyuncusu olarak, transferin son saatlerinde bir panik hamlesi olarak geldi.
Sissoko’nun gelişinden bu yana geçen iki sezon, çoğunlukla saf kanat oyuncularının yer almadığı çeşitli formasyon denemeleri ile geçti. Walker’ın ayrılışı, Rose’un özel hayatında yaşadığı problemler, Dembele’nin kronikleşen bilek sakatlığı ve Alderweireld’in kontrat anlaşmazlığı sebebiyle takımın dışında kalması, Spurs’ü tepeye taşıyan omurganın deformasyonuyla sonuçlandı. Şu an karşımızda farklı bir takım var.
2018-19
Mauricio Pochettino, hiçbir hamle yapılmadan kapatılan transfer sezonu sonrası kimse takımdan ayrılmadığı için mutlu olduğunu ve herkese yeni bir şans daha verileceğini ifade eden açıklamalarda bulunmuştu. Bu sözler, elbette ki bir önceki sezonun hemen hemen tamamını dışarıda geçiren ve sezon bittiğinde satılacaklarına kesin gözüyle bakılan Rose ve Alderweireld içindi. Muhtemelen, kulübün oyuncular için belirlediği bonservis bedellerine çıkabilen olmadı; oyuncular da bu durumda bir sezon daha takımda kaldılar. Evet, tekrar şans buluyorlar; ama eskisi gibi ana yapı içinde değiller. Elbette bu da geçici bir durum olabilir.
Diğer yandan, takımın sezonun ilk haftasından bu yana istikrarlı bir biçimde gösterdiği bir yapı var: Harry Kane’in yanında ikinci bir forvet kullanıyorlar. Bunun sebebi Kane’in geçen sezonun son kısmında yaşadığı sakatlık olabilir mi?16 Bu bir yana, mümkün olan her fırsatta orta sahayı baklava şeklinde kuruyorlar. Bu yapı, kanatları savunurken önemli açıklar verebildiği için bazı büyük maçlarda tercih edilmeyebiliyor. Liverpool’un kendinden güçsüz rakiplere karşı 4-2-3-1’i denerken, Napoli karşısına 4-3-3 ile çıkması durumuna benzetebilirsiniz. Spurs, oyunu kendi inisiyatifinde tutmak istediği maçların hemen hemen tamamına artık 4-3-1-2 şeklinde dizilerek çıkıyor. Old Trafford’da ve Nou Camp’ta böyle yaptılar.
Bu yapıya geçişin en önemli gerekçesi, muhtemelen Mousa Dembele’nin orta ikilide oyuna etki edebilecek fizik kapasitesinin artık sona ermiş olmasıydı. Daha ziyade savunmanın önündeki tek oyuncu olarak kullanılıyor, tabii eğer maça çıkabilecek kondisyonu varsa. Son Barcelona maçında, burada Harry Winks denendi. Pochettino belli ki burada top hakimiyeti yüksek, ilk pası iyi yapabilecek, taktiksel bir oyuncu istiyor. Daha muhafazakâr davrandığı veya oyuncu eksikliği sebebiyle davranmak durumunda kaldığı dönemlerde ise orada Dier’ı kullandı. Takıma döndüğü vakit, muhtemelen Wanyama da opsiyonlar arasına katılacak.
Sol iç olarak Eriksen veya Winks gibi yaratıcı özelliği yüksek oyuncular tercih ediliyor. Sağ içte ise kontrolsüz box-to-box rolüne alternatif bulunamayan, ilginç bir şekilde takımın en değerli parçaları arasında yerini sağlamlaştıran Sissoko var. Henüz bugünkü popülerliği yokken, Sissoko’nun takıma kattıkları üzerine geçen sezon ortasında konuşan Pochettino, Ocak ayında şunları söylemişti:
“En önemli oyuncularımızdan biri. Ona hakkını vermelisiniz, çünkü geçiş oyunlarında dengemizi koruyabilen tek oyuncu – savunmadan hücuma ve hücumdan savunmaya geçişlerde. Takımda bunu yapabilen başka bir oyuncu yok.”17
Yukarıdaki grafikten tek başına sorumlu olan isim, Moussa Sissoko olabilir mi? Spurs bu sezon bariz bir biçimde sağ tarafında daha fazla defansif aksiyon yapıyor. Grafiğin yayınlandığı StatsBomb,18 Kieran Trippier’nin savunma zaafları ve orada daha fazla aksiyon yapma gerekliliği ile bu durumu açıklamış. Ama eğer böyleyse de, Trippier’yi tolere edebilme göreviyle çok başarılı bir Sissoko var karşımızda.
Spurs’ün bundan sonraki hamlesi ne olacak? Yazın Jack Grealish gibi hem sol iç hem de şu an Dele Alli’nin oynadığı yer olan forvet arkasında oynayabilecek bir oyuncuyu transfer etmeye çok yaklaşmışlardı. Şu an ise en güçlü biçimde Sissoko ile özdeşleşen rolde kullanılabilecek bir oyuncu olan Tanguy Ndombele için adları geçiyor. Dürüst olmak gerekirse, ikisini de alamayacaklarını biliyoruz.19 Yine de hiç değilse akıllarından neler geçtiğine dair biraz fikir sahibi olabiliriz. Eskisi kadar dinamik beklere sahip olmayan Pochettino, belki de daha saf kanat oyuncularıyla başka bir yapı kurgulamak istiyordur. Şimdilik, baklava orta saha bir süre daha buralarda olacak gibi duruyor. Daha fazla gol pozisyonu veren, eskisi kadar efektif pres yapamayan; ama gole daha kolay gidebilen ve daha kolay sonuç alabilen bir takım bu. Bu şartlarda bu kadarı olmuş, Spurs 5.0.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane