Bana bir spor hikayesi anlat baba,
içinde bütün oyunlarım,
kurtla kuzu olsun,
şekerle bal.
Ama n’olursun kısa kes.
Colorado’da doğdu. Doğduğu yerde büyüdü. Civardaki üniversitelerden birine gitti. Bunların hepsi yüksek rakımda gerçekleşti. Lise yıllarında 400 ve 800 metrede üst üste iki kez eyalet şampiyonluğunu kazanmıştı ama bir sonraki durağında, yani Division II düzeyinde bir atletizm programına sahip Adams State Üniversitesi’nde yaptıkları ulusal çapta ilgi görmesine yetmedi. Zaten bir sene sonra notlarının düşüklüğü nedeniyle resmi yarışlara katılamaz hale geldi ve bu sırada yalnızca deneyimli antrenör Dr. Joe Vigil gözetimindeki antrenmanlarına odaklandı. İki sene sonra ise bunlardan da vazgeçerek okulu bırakma kararı aldı. 2014 yazında, doğduğu yerdeki ufak McDonald’s şubesinde sabah vardiyasında çalışıyor, öğleden sonra ikide paydos dedikten sonra antrenmana başlıyor, geceyi bir arkadaşının oturma odasında geçiriyordu. Bugünse Amerikan kafilesiyle birlikte Rio’da bulunuyor. Ve 1:43’lere kadar inmiş bir dünya salon şampiyonu olarak, 16 Ağustos’taki 800 metre finalinde Kenyalıların arasına girip madalya alabileceğine inanılan tek Amerikalı.
Yukarıdaki paragraf, bir sonraki “iç ısıtan” P&G reklamının sinopsisi olabilirdi. Boris Berian’ın hikayesi, bu haliyle bile, kolaylıkla ilkokul arkadaşınızın ya da halanızın Facebook’ta paylaşacağı 50 saniyelik bir videoya dönüşebilir. Ne var ki, 16 Ağustos’taki finalin öncesinde Berian’ı tanımlayan şey kendiyle olan bu savaşı değil, dev bir ayakkabı firmasını alt ettiği başka türlü bir savaş olacak.
McDonald’s yazının ertesinde, Berian’ın beklediği teklif Kaliforniya’dan gelmişti. Birkaç sene önce pistlerin üzerinde yolunu kaybetmişken Dr. Vigil’in yardımıyla hayatını ve derecelerini yeniden rotaya sokan ve sonunda 2013 Moskova’da bronz madalyaya koşan Brenda Martinez, hocasının tavsiyesine kulak verdi ve birkaç gün içinde, eşiyle birlikte kurdukları Big Bear Track Club’ın anlaşma yaptığı ilk sporcu Boris Berian oldu. Big Bear Gölü kıyısında bir irtifa kampı görünümündeki kulüp, Martinez’in kendi hikayesindeki o acı kavşakları deneyimlemiş orta mesafe koşucularına hitap ediyordu. Nike Oregon Project’in 10, 20 ya da 50 kişilik takip listelerinde adı geçmeyen genç atletlere ikinci bir şans vermeyi amaçlıyorlardı. Lisede 400 metreyi 46 saniyede koşarak potansiyelini göstermiş, ulusal yarışmalarda koşması gereken günleri ise sonu gelmeyen “İçeceğiniz ne olsun?” sorularıyla geçirmiş Boris bu tanıma ziyadesiyle uyuyordu; hem hayatın hem 800 metrenin acı kavşaklarına vakıftı. Derecesini altı ay içinde iki buçuk saniye kadar geliştirdi, ancak bu esaslı yükselişe rağmen prestijli yarışlardan davet almakta zorlanıyordu. Bir ayakkabı sponsorunuz yoksa koşmayı hayal edemeyeceğiniz bazı yarışlar olduğunu anladı. O sponsorların kapısına dizilmesi içinse bir gün, bir yarış yetecekti. 13 Haziran’da New York’ta koşulan Adidas Grand Prix’de 800 metre finişini dünya rekortmeni David Rudisha’nın hemen arkasında gördü, bir menajer (Meb Keflezighi’nin kardeşi Merhawi) tuttu ve Nike ile sene sonuna kadar geçerli olacak bir sözleşme imzaladı.
Kopan onca gürültüden sonra anlıyoruz ki, sözleşmede Nike’ın 1 Ocak’tan sonra rakip firmalardan gelen tüm teklifleri karşılamasına ve böylelikle Berian’ın hakları üzerindeki önceliğini korumasına imkan veren bir madde de yer alıyordu. Nike, bu önceliklerinin Berian ve Keflezighi tarafından yok sayıldığını ve New Balance’ın teklifine eş değer bir teklif sunmalarına rağmen reddedildiklerini öne sürerek bu ihtilafı mahkemeye taşıdı. Bu aralıkta Berian’ın efsanevi atlet Steve Prefontaine’in anısını onurlandıran ve Nike’ın kalelerinden biri olarak bilinen1 Prefontaine Classic’te New Balance forması ve ayakkabılarıyla start alması da harareti biraz artırdı. Berian’ın avukatları, Nike’ın iddia ettiğinin aksine teklifin karşılanmış sayılamayacağını, çünkü kendilerine önerilen sözleşmenin muhtelif koşullarda sporcudan %20 ile %50 arası kesintiler yapılmasını mümkün kıldığını açıkladılar. 8 Haziran’da mahkeme, Berian’ı bir sonraki duruşmaya kadar (iki hafta boyunca) New Balance logosu altında yarışmaktan men etti. Olimpiyat hazırlıkları için önemli bir dönemeçte Berian bu yüzden iki yarışa katılamadı. Menajeri sponsor logolarını bantlayarak yarışmayı önerse de, Berian razı olmadı. Daha büyük bir savaş uğruna Olimpiyat hayallerinden vazgeçmeyi göze mi alıyordu? Bu soru üzerine bir kahraman olmaya çalışmadığını, sadece kötü bir sözleşmeden paçayı kurtarmak için çabalayan genç bir adam olduğunu hatırlattı. Herkes New Balance sponsorluğunun daha büyük bir sözleşmenin parçası olduğunu düşünürken,2 Berian ise Nike ile yarıştığı günlerde ayakkabılarından iyi performans alamadığını hissettiğini söyledi. Antrenörü Carlos Handler’a göre Nike logosuyla koşmaktansa, hiç koşmamayı yeğlerdi.
Olimpiyat seçmelerine birkaç hafta kala herkes #NikeVSBerian vakasını konuşuyordu. Nike bu kesintilerin sektördeki sponsorluk anlaşmalarında bir standart olduğunu öne sürdü; New Balance ile beraber, Brooks ve Oiselle gibi küçük balıklar da Nike aleyhine ifade verdiler ve bunun sık görülen bir şey olduğunu ama standart olmadığını, kendi sporcularına böyle bir yaptırım uygulamadıklarını belirttiler.
Nick Symmonds da oradaydı. 2014’ün Ocak ayında yedi yılın ardından Nike’tan ayrılıp Brooks’a geçme sebeplerinden birinin de bu olduğunu savundu. Berian’ın aksine, Symmonds gerçekten de bu davayı pist üzerindeki tüm yarışlardan daha büyük bir şey olarak görüyordu. Sahne ışıklarını yalnızca dört yılda bir üzerlerine çekebilen, bir türlü sendikalaşmayı başaramamış atletler, “15 dakikalık” şöhret pencerelerini bulduklarında bile IOC’nin, Nike’ın ve ABD atletizm takımının kurallarına riayet etmek zorundaydılar. Başkaldırma vakti gelmişti. Lakin Nike’ın ABD atletizm takımıyla yaptığı 23 yıllık süper-kontrat, firmanın tekel statüsünü daha da sağlamlaştırdı ve geçtiğimiz yaz Pekin’deki Dünya Şampiyonası sırasında atletleri sadece yarışları sırasında değil, antrenman, basın toplantısı ve toplu takım etkinliklerinde de Nike logolu tişört ve eşofmanlar giymek zorunda bıraktı. Symmonds buna itiraz etti ve cezasını hakkı olan Pekin biletinden feragat ederek ödedi.
“Ülkem için bir madalya daha kazanmak adına iki yıl boyunca yaptığım tüm çalışmalar çöpe gitti. Bu insanın sinirini bozuyor mu? Elbette. Ama bunu yapıyor olmaktan hiçbir şekilde pişmanlık duymuyorum.”
Symmonds, Amerika’nın son dönemde yetiştirdiği en başarılı yarım milcilerden biri. Bunun yanında bir asi; pist dışındaki persona’sı, hiçbir konuda sesini yükseltmekten geri durmaması, atletleri sömüren düzene karşı ayağa kalkan ilk kişi olmayı alışkanlık edinmesiyle ve hatta en iyi partileri tertip edip en havalı kadınlarla takılmasıyla… Asi, Prefontaine’in koşar adım yaşadığı kısa ömrünü anlatanların da en çok başvurdukları sıfat olmalı. Symmonds için saydıklarımızla hemen hemen aynı gerekçelerle, insanlar Pre’yi düşündüklerinde gözlerinde bir A S İ canlanıyor. Bu asinin, daha sonra Nike’a dönüşecek Blue Ribbon Sports’un önce ilk çalışanlarından, sonra (nihai adına kavuştuğunda) temsil ettiği ilk sporculardan biri olması sanki resmi bir anda tersyüz ediyor. Bir dakika, hiçbir şeyin tersyüz olduğu yok. Bir filozofun bir Béla Tarr filmi için söylediği gibi, burada da işin sırrı görünüşte özdeş olanların ayrışmasında. Nike ve Nike vardır, asi ve asi…
1976 Montreal Olimpiyatları’na hazırlanan, süratinin zirvesindeki Prefontaine’in ölümü hakkında yazılmış birçok şey var. Belki bazılarına denk gelmiş ya da harika Without Limits’i veya onun kadar harika olmayan ama en azından Steve James’in yönettiği ve Jared Leto’nun başrol oynadığı Prefontaine’i izlemiş olabilirsiniz. Bir rivayete göre, o parti gecesinde3 Geoff Hollister’ın evinden ayrılıp kız arkadaşı ve Frank Shorter ile birlikte bir arabaya binerler ve Prefontaine yol boyunca Amatör Atletizm Birliği’ne açtığı savaştan söz eder, Shorter’ın yardımını ister. Atletlerin katıldıkları yarışlar karşılığında para almadıkları bir dönemdir; sportif kariyerlerini şekillendirmek için ihtiyaç duydukları parayı kazanmak adına yapacakları her şeyin, amatörlük statülerini tehlikeye atıp Olimpiyat hayallerini yok edebildiği bir Madde 22 içinde bulmuşlardır kendilerini. Shorter’ı durumun taşıdığı aciliyet konusunda uyarırken, bir yandan da bizzat yeni bir Olimpik atletin tanımını yapar. Altın saçları ve keskin bakışları, işte o sırada, o hikayede tecessüm eder. En azından onların, ölümünden sonra Nike genel merkezinde kaleme alınan bir mit olmadığını bilirsiniz. Symmonds’ınki gibi bir persona’yı ama aynı zamanda bir potenza’yı imlemek için oradadırlar.
Abisinin bıraktığı gezegende 41 yılı deviren Linda, Runner’s World yazarı Michael Heald’ın sorusu üzerine, bugün ona Steve’i en çok hatırlatan ismin Nick Symmonds olduğunu söylüyor. Bunu işiten Heald, kendini Symmonds’a bir de o gözle bakmaya zorluyor neredeyse… Bunu başardığına inanıyor.
“Prefontaine, kuşkusuz, pistteki ilk kahramanımdı. Sanırım bunun her liseli mesafe koşucusu için geçerli olduğunu farz edebiliriz. Bir cross-country kampındaysanız ya da koşucu arkadaşlarınızda yatıya kaldıysanız, gecenin bir noktasında birisinin içeriye elinde Without Limits ile gireceğinden emin olabilirsiniz.”
Ulusal Olimpiyat elemelerine bir hafta kala, 23 Haziran’da, Nike’ın davayı geri çektiği duyuruldu. Kimileri bunu firmanın davadan ümidi kestiğine yordu. Kimileri yargı sürecinde sözleşme detaylarının olağan dışı şekilde kamuoyunun bilgisine sunulmasından rahatsız olan Nike’ın, gizliliği daha önemli başka bilgilerin de ifşa edilmesinden çekindiğini ve geri adım attığını ileri sürdü. Doğrusu, aradığımız cevabın bunlardan biri olduğunu düşünmüyorum. Kesinti koşullarını etik bulmayabilirsiniz, işler yolunda gitmezse Berian’ı neredeyse borçlu çıkarmaya muktedir bu sözleşmeyi mide bulandırıcı da bulabilirsiniz. Ama hukuki açıdan Nike’ın hiçbir dayanağı olmadığını söyleyemeyiz. Üstelik eğer Berian ve menajeri kesintilere itiraz etmiş olsaydı, New Balance’ın teklifini birebir karşılayan bir revizyon yapmaya istekli olduklarını da iddia ettiler. Hiç kimsenin içtenlik testinden geçebileceklerini sanmıyorum ama önemli olan bunu yapmaya hakları olması ve Berian tarafının erken hareket ederek Nike’ın bu hakkını ihlal etmesi. Gizlilik koşulları ise ciddi bir çekince yaratmış olabilir fakat bence asıl cevap, bu haberin sosyal medyada, televizyon ve gazetelerde ele alınış biçiminde yatıyor. İşte Berian’ın 140 karakterde, asansörde, akbil sırasında bile anlatılabilecek hikayesini avantaja çevirdiği nokta da burası.
“Milyon dolarlık ayakkabı firması, yarı zamanlı McDonald’s çalışanının Olimpiyat hayallerinin, çoluğun çocuğun rızkının peşine düştü!”
Bu, Malcolm Gladwell’i bile #FreeBoris etiketinin altına toplayabilecek kadar güçlü bir “storyline” olarak diğer binlerce spor hikayesi içinde temayüz etti ve kısa zamanda viralite kazandı. 140 karaktere sığmayanların peşine düşenler azınlıktaydı, herkes hikayenin bu halinden memnundu. Bu halkla ilişkiler fiyaskosunu daha fazla sürdürmemek adına Nike davadan çekildi, “Boris’in hayatındaki bu önemli dönemde onun daha fazla dikkatini dağıtmak istemiyoruz” şeklindeki basın açıklamaları da bir anlamda son çırpınış oldu.
Nike earned 30 billion in 2015. Berian was flipping burgers at McDonalds two years ago. Isn’t one bully in American public life enough?
— Malcolm Gladwell (@Gladwell) June 7, 2016
Zararın neresinden dönüldü, şimdi yanlarına kar mı kalacak? Berian istediğini aldığını düşünürken, Symmonds sakatlık nedeniyle fiziksel olarak uzak kaldığı Rio 2016’da hala hüküm süren Rule 40 karşısında kılıç bilemeye devam ediyor. Londra’da sporculardan yükselen büyük tepki (#WeDemandChange) sonrasında vadedilen büyük değişiklikler tam anlamıyla gerçeğe dönüşmedi. 2012’den farklı olarak, yaklaşık bir aylık Olimpik ‘karartma’ döneminde sponsor firmalar sporcularının reklamını –yasak kelimeleri kullanmamak suretiyle– yapabilecekler.4 Örneğin Under Armour, ilk olarak Mart ayında yayınladığı Michael Phelps reklamını, bugün bu değişiklik sayesinde yeniden tedavüle sokabiliyor. Dört yılda bir nihayet eline bir megafon geçiren ama IOC’nin emirlerine boyun eğerek “tıp” oynamak zorunda kalan, markasını pazarlamak için tek fırsatını layıkıyla kullanması mümkün olmayan, sponsoruna bir teşekkür etmek için bile binbir takla atan, sonunda yeni bir sözleşme için masaya oturduğunda ise firmalardan “Kaç tıklanıyorsunuz?” sorusunu duyan modern atlet, çıkış yolunu bulmak için Pre’nin asiliğini takip edebilir.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane