İyi bir futbol takımı bazen bir orkestra gibi her müzisyenin maestroya koşulsuz itaatiyle işler, bazen de bir rock grubu gibi her üyesinin kendi karakterini katışıyla. Bir ortak nokta vardır ama: İyi bir grupta ortaya çıkan sinerji, üyelerin yeteneklerinin toplamının fazlasıdır. Bu sezonun Süper Lig şampiyonu Beşiktaş’ta da özel karakterler vardı, gölgede kalmayı tercih edenler, rolünü değiştirmeyi kabul edenler ya da sahnenin en önüne çıkmaktan çekinmeyenler… Bu takımın özel karakterlerini özel müzisyenlerle eşleştirdik.12
Oğuzhan Özyakup: Rodrigo de Souza (Mozart in the Jungle)
Oğuzhan için “maestro” sıfatı sadece asistleri ve kilit paslarını değil, Konyaspor karşısındaki gol sevinciyle hayata geçen bir rolü simgeliyor. Mozart in the Jungle’daki Rodrigo gibi “harika çocuk” etiketiyle boğuştu, belki de Arsenal’den Türkiye’ye geldiğinde adapte olması bile birkaç seneyi buldu. Ama bu yıl hem mental, hem fiziksel olarak muazzam bir aşama yaptı. Şampiyonluk sonrasında bir demecinde; “Eskiden her pozisyonda önde olmam gerektiğini düşünüyordum. Şimdi her atakta ceza sahasına girmiyorum, ama oralara girince mutlaka tehlike yaratıyorum.” dedi. Oğuzhan yeteneklerini takımı için en iyi şekilde kullanmayı bu sezon öğrendi: Tıpkı orkestrası için gerektiğinde maestroluğu bırakıp ikinci kemana geçmeyi göze alan Rodrigo gibi.
Gökhan Töre: Kurt Cobain
Gökhan Töre nadir rastlanan cinste bir yetenek: Gerçekten “orada” olduğunda sahada başkasına bakmanız imkansız. Çoğu zaman her şeyi tek başına yapabilecek kabiliyette, ama çoğu zaman bunun gerekmediğini unutabiliyor. Kurt Cobain de kendi kuşağının gördüğü en yetenekli müzisyendi, ama her şeye tek başına göğüs germeye çalışmasının ağırlığını kaldıramadı. Töre de Cobain kadar duygusal bir adam: İzlanda karşısında gördüğü kırmızı kart sonrası uzun süre ortalıkta görünmedi; “solup gitmektense yanmayı tercih etti.” Ama Cobain’in aksine yeniden başlama şansı var: Sezonun finalinde yaptığı asist (ki 2016’daki ilk gol pası buydu) bunun ışığını verdi.
Tolga Zengin & Denys Boyko: Bruce Dickinson & Blaze Bayley
Bazen yeni bir başlangıç ararsınız, ama yeni her zaman daha iyi anlamına gelmez. Bruce Dickinson sonrası mikrofona Blaze Bayley’yi getiren Iron Maiden’a sorabilirsiniz. Heavy metal efsanesi, Bayley ile iki albüm kaydetti, sonuç hayal kırıklığı oldu ve Dickinson’a döndü. Beşiktaş da Boyko ile iki kupa maçına çıktıktan sonra eldivenleri tekrar Tolga’ya verdi. Tıpkı Bayley gibi Boyko da özellikleri, kariyeri olan bir isimdi, ama bazı zor zamanlarda bildiğiniz, güvendiğiniz, alıştığınız sese/ellere teslim olmak önemlidir. Dickinson’ın varlığı, fırtınalı dönemde Maiden’ı tekrar güvenli limana yanaştırdı. Tolga da sezonun en dalgalı zamanında Beşiktaş için tam da bunu yaptı.
Mario Gomez: Morrissey
Ülkesinde alternatifsizdi, kahramandı. Döneminin en iyi grubunda/takımında yer aldı ama o topluluğun dışında tek başına kalınca problemler başladı. Morrissey, medya ile takışmaya başladı. Soluğu yurtdışında aldı (ilginçtir, duraklarından birisi İtalya’ydı). Mario Gomez de kariyeri boyunca ritmik olarak attığı golleri Floransa’da atamamaya başladı, en büyük başarılarını gösterdiği sahnede, milli takım düzeyinde unutuldu. Morrissey, kendi sürgününü bitirmedi, ama yeniden iyi albümler yapmaya başladı ve İngiltere onun “ulusal hazine” olduğunu nihayet kabul etti. Mario Gomez’in “You Are The Quarry”si Beşiktaş oldu, kendini Almanya’ya hatırlatması da, buralarda 26 gol atmasıyla paralel oldu.
Ricardo Quaresma: Axl Rose
Geri dönüşü merak konusuydu: Yeteneklerinden kimsenin şüphesi yoktu ama ona güvenip her zaman yola çıkamazsınız. Axl Rose kavga çıkartır, sahneye geç çıkar, bazen de hiç çıkmaz. Ricardo Quaresma da öyledir: Kendine oynar, tepesi atar kırmızı kart görür, kenarda kalmayı sindiremez… Quaresma bu sezon bütün ezberleri bozdu, neredeyse tamamen sahaya konsantre oldu ve kariyerinin en iyi sezonlarından birini yaşadı. Tıpkı bugünlerde AC/DC vokalisti olarak egolarından sıyrılıp sadece yetenekleriyle yeniden gündeme gelen Axl Rose gibi.
Atiba Hutchinson: Dr. Dre
Her şovun yıldızları, alkışı toplayanları vardır; bir de geride kalıp o yıldızları parlatanlar. Futbolda skor katkısı bu kadar minimum olup da bu kadar alkış toplayan isim pek fazla değildir, ama Atiba Hutchinson’ın görkemli performansı bunu mümkün kıldı. Bu sezon Beşiktaş’ı izleyen herkes, Mario Gomez’in, Jose Sosa’nın skor katkısının ardında Atiba Hutchinson’ın işçiliğinin varlığından haberdar. Ligin en fazla topla oynayan, en yüksek isabetle en fazla pas atan futbolcusu olan, ancak buna rağmen minimum top kaybeden ve faul yapan Atiba Hutchinson, kusursuz bir prodüktördü. Dr. Dre olmasa Eminem, 50 Cent, 2Pac, Snoop olmazdı: Atiba olmasaydı Gomez gol, Sosa da asist kralı olamazdı.
Olcay Şahan: Dave Grohl
Olcay’ın Beşiktaş’a geldiği ilk sezon, Dave Grohl’un Nirvana sonrası kariyerine benziyordu. Kimsenin ondan bir beklentisi yoktu ama o neredeyse her şeyi tek başına yaptı. Grohl tüm enstrümanları kendisi çalarken, Olcay o sezon takımın en golcüsü olmuş, bir elin parmaklarından çok asist yapmıştı. Dört sezon boyunca da sadece beş lig maçı kaçırdı ve her sezon da beş gol-beş asist barajını mutlaka geçti. Ama onu Grohl’a benzeten bir başka nokta var sanki: Futbolcuların profesyonellikten kırıldığı, yanlış bir şey söyleme riskiyle mikrofonlardan kaçtığı zamanlarda Olcay olduğu gibi göründü, gerçek bir karakter sundu. Üstelik bu burnu havada, star pozlarında değil; dostane, samimi bir karakterdi. Onu “rock müzikteki en iyi insan” Grohl’un yanına koyan biraz da buydu.
Andreas Beck: Adam Clayton
Türkiye’de bekin çevik, çalımcı ve orta yapanı makbuldür. Andreas Beck de bu yüzden göze girmekte zorlandı. Aslında Beck’in hali, çoğu rock grubundaki bas gitaristin kaderiyle aynı: Dikkatle izlemeyen çoğu kişi yaptığı işlerin farkına varmaz, ancak çok basitmiş gibi görünen işlerin önemi, yokluğunda anlaşılır. U2’da Bono ve The Edge’in gölgesinde kalan, ama müziğin omurgasını oluşturan Adam Clayton gibi, Beck de savunmadaki doğru tercihleri ve pas trafiğinin önemli ayaklarından biri oluşuyla (ligin en fazla pas yapan ve topla buluşan üç savunmacısından biri) Beşiktaş’ın gizli kahramanıydı.
Jose Sosa: Keith Richards
Evet, Mario Gomez’e Morrissey demişsek Sosa’ya da Marr dememiz gerekirdi. Zira ligde başka hiçbir oyuncu arasındaki asist-gol bağı bu kadar kuvvetli değil (Sosa’nın Gomez’e altı asisti var). Ama Sosa’nın bu sezon ligin asist kralı olmasına karşın attığı gollerle tek başına aldığı maçlar da var ki, onu yardımcı oyuncu ile başrol arasında çok özel bir konuma çıkartıyor. Öndeki adam Mick Jagger olsa da, pek çok Rolling Stones şarkısını Keith Richards gitarlarıyla hatırlamamız gibi, Sosa da bu sezonun belli bölümlerine asistleri dışında golleriyle de kendi başına damga vurdu: Aralık ayının başından Nisan ortasına kadar 15 maçın 12’sinde ya golü ya asisti vardı.
Necip Uysal: Andrew Neiman (Whiplash)
Necip Uysal hep iyi bir öğrenci oldu. Orta sahaya koydular sesini çıkartmadı, sağ beke geç dediler elinden geleni yaptı. Slaven Bilic’in de “15 milyon verseler satmam” dediği, bağrına bastığı bir oyuncuydu. Ama galiba onun da en iyi performansını sergilemesi için “öp beni” diyen bir hocaya değil, daha sert bir eğitmene, “kamçılanmaya” ihtiyacı vardı. Şenol Güneş, Necip için Andrew Neiman’ın Terence Fletcher’ı oldu. Savunmanın ortasında veya Atiba’nın yanında merkezde oynadığı her maçta üstüne koydu ve 90 dakika başına ligin en fazla top kapan oyuncusu oldu (4,4).3
Cenk Tosun: Mick Jones
Punk’ın efsane grubu The Clash, sevenleri tarafından “önemi olan tek grup” olarak yüceltilirdi. Grubun efsane statüsündeki en büyük pay Joe Strummer olsa da, Mick Jones’un varlığı da grubun en önemli kozlarındandı. Evet, grubun tarzı, duruşu, punk tavrında Strummer’ın etkisi tartışılmaz, ama The Clash’in en önemli şarkılarının bazılarında (“Should I Stay Or Should I Go?” veya “Train In Vain” gibi) Jones kenardan gelip mikrofonu kapmasaydı, The Clash kariyeri bu kadar renkli olur muydu bilinmez. Beşiktaş’ı da sezon boyunca sürükleyen bir star vardı, evet, ama Cenk Tosun Akhisar karşısında golü atmasa ya da Galatasaray maçında asisti yapmasa, toplamda kenardan gelip beş gol, dört asist üretmese, sezon böyle zaferle biter miydi, o da tartışılır.
Şenol Güneş: Müslüm Gürses
“Dünya Kupası’nda kıyafetimi eleştirdiler, o firmaya ait. Saçımı eleştirdiler, berber kesiyor.” Şenol Güneş’in 14 yıllık kırgınlığı, her dokunduğunda kendini belli ediyor. Gerçekten de Müslüm Gürses’in yıllarca entelektüeller tarafından yok sayılıp zaman içinde değerinin teslim edilmesi gibi, bu ülkenin Şenol Güneş’i sahiplenmesi de zaman aldı. Müslüm Gürses belki bunu kanıtlamak için “modern” şarkılar da söyledi ama önemli olan “Baba”nın repertuarını değiştirmesi değil, Bob Dylan veya Teoman söylerken bile onları kendi şarkıları haline getirmesiydi. Güneş de gittiği her takıma kendi imzasını attı: Bursaspor ve Trabzonspor, tarihinin en gollü sezonlarını onunla yaşamıştı, Beşiktaş da onunla bir önceki sezon attığından 15 gol daha fazla attı. Engin Baytar, Volkan Şen gibi “rehabilitasyon” başarılarının yanına Oğuzhan Özyakup, Ricardo Quaresma’yı; Burak Yılmaz, Şota Arveladze, Fatih Tekke gibi krallarının yanına Mario Gomez’i ekledi. Ne yapıyorduysa onu yapmaya devam etti sadece, başka bir şehirde, başka bir repertuarla. Değişenler, ona nihayet iade-i itibar yapanlardı.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane